YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

14 Nisan 2008 Pazartesi

TAŞKÖPRÜ...



Taşköprü’deyim. 

Kebap kuyusunun başında 

Ne sen farkındasın 

Ne de polis farkında…

Dün (13 Nisan 2008) Pazar günü idi. Sabah 06.00 da yola koyuldum. Gerze, Boyabat üzerinden Dranaz geçidini kuş gibi aşarak ve de Ahmet Muhip'i anarak uzunca bir yol katettikten sonra Taşköprü ilçemize ulaştım.

Taşköprü, Kastamonu ilimize bağlı şirin bir yerleşim bölgesi. Antik dönemdeki ismi “Pompeipolis” burasının. Eskiden beri Gökırmak üzerindeki görkemli taş köprüsü ile ünlü. Kent, ismini de bu taş köprüden alıyor zaten. Ancak günümüzde ise sarımsağı ve Püryan kebabı ile meşhur.

Her sene bahar aylarında gelirim buraya. Püryan Kebabı yemek için. Çünkü bu kebabının en kalitelisi bahar kuzusu'ndan yapılanıdır.

En iyi kebabı da Ateşoğulları'ndan Şükrü Ateş yapar burada. Üç kuşaktır babadan oğula geçen bir deneyimle yapılır bu kebap. İçinde odun yakılan bir kuyuya çengellerle asılan sekiz kuzu saatler boyu bu kuyunun içinde pişer ve nar gibi kızarmış lokum yumuşaklığındaki kuzu eti yetişenlere sıcak sıcak servis edilir. Kuyu’nun kapağı öğlen vakitlerinde açılır. 8 kuzu iki saat içerisinde müşterilere dağıtılır. Sonrasında gelenler avuçlarını yalarlar. Onun için öğlen vakitlerinde Taşköprü’de olunması gerekir.

Bizler de öyle yaptık. Saat tam 12.00 de Taşköprü'de idik. Gökırmak eriyen kar sularını taş köprünün altından geçirmekle meşguldü. Hemen göreve soyunduk. Dışı kıtır, içi lokum gibi kuzu etini parmaklarımızla birlikte yedik.


Sonra Kastamonu üzerinden Devrekani’ye geçtim. Burada da dünyanın en güzel “lokma”sı yapılıyordu. Lokmacı Ali Demirbaş tarafından. Lokma ustası, bu işi 11 yaşında babasından öğrenmişti.

63 yıldır her Pazar günü yalnızca bu işi yapıyordu. İki masalı, 8 sandalyeli tek gözlü bu iddiasız dükkânında... Hamuru kesip, kaynar ayçiçeği yağı içerisine atıyordu. Kısa zamanda zar inceliğindeki kızarmış sıcak lokmalar hemen servis ediliyordu. Usta’nın ustalıkla yaptığı bir ’ti bu. Ali Usta, hangi iş’i en iyi yapıyorsa onu yapıyor ve başka da hiçbir şey yapmıyor ve satmıyordu bu ekmek teknesinde… Sorduğunuzda da “Allaha şükür kazanıyorum” diyordu dolu dolu porsiyonlarını 2 Lira’ya size sunduğunda.



Neyse, yeniden yola koyuldum. Bahar tüm görkemiyle yerleşmişti yöreye. Turfanda yeşilin içinde, beyaz çiçeklerle donanmış meyve ağaçlarının arasında ve yoğun kayın ormanı içerisinden Abana’ya indim. Rengârenk nahif tablolar arasından geçerek. Sonrasında oya gibi işlenmiş batı Karadeniz sahilini izleyerek Türkeli, Ayancık ve Sinop’u arkamızda bırakarak tam 14 saat sonra yeniden Samsun’a ulaştım.

Yarın Pazartesi. Yeni bir hafta daha başlayacak. Birçok öğrenci, sayısız hasta ve çok sayıda ameliyat yine beni bekliyor olacak.

Ama bu moralle yine hepsinin üstesinden gelirim herhalde…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder