YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

31 Ekim 2011 Pazartesi

İSKİLİP DOLMASI...

En önemli yiyeceklerinden. 
İskilip’in. 
Ve belki de dünyanın… 

İskilip Dolması
 Dağıtılıyor pişirilmeye başlandıktan. 
Tam 15 saat sonra. Dünya rekoru bu. 
Bir yemeğin pişirilmesi için... 

500 yıllık bir geçmişi var. 
Geleneksel olarak öğretiliyor. 
Hazırlanması ve pişirilmesi. 
Nesilden nesile... 

Öncelikle ustası özel. 
Eti de özel, Pirinci de özel. 
Kazanları bile özel. 
Hatta Odunu da özel… 

Hazırlıkları 3 saat alıyor. 
12-15 saatte pişiriliyor. 
Dev kazanlarda. 
Dünyanın ilk düdüklü tencerelerinde… 

Topluca yenilen bir yemek. 
Düğünlerde, davetlerde. 
Mevlütlerde. 
Asker uğurlamalarında… 

Kazanlar dolusu yapılıyor. 
150 kişiyi doyuruyor. 
1 metre yüksekliğindeki. 
Bir tek kazan… 

Dualar edilerek başlanıyor. 
Pişirilmeye. 
Yine dualarla başlanıyor. 
Yenilmeye… 

Akçeltik pirinci kullanılıyor. 
Tereyağ ve soğanla kavruluyor. 
Bu pirinç öncelikle. 
Sonra da bez torbalara dolduruluyor...

Kazanın dibine et ve su konuluyor. 
Üzerine de Ca denilen bu torba yerleştiriliyor. 
Kazanın altında meşe odunu yakılıyor. 
Kazanın kenarları hamurla kapatılıyor. 

Küçük bir açıklık bırakılıyor. 
Kazanın kenarında. 
Sabaha kadar ısıda tutuluyor. 
Ustası delikten çıkan buharı gözlüyor… 

Isı azaltılıyor. 
Ya da arttırılıyor. 
Çıkış durumuna göre. 
Delikten gelen buharın... 

Bu gözlem 15 saat kadar sürüyor. 
Alttaki etin su buharı ile pişiyor. 
Ve pilav haline geliyor. 
Torbanın içindeki pirinç... 

Önce şehriye çorbası sunuluyor. 
Konuklara. 
Ardından da sirke salatası veriliyor. 
İştah açıcı olarak… 

Sonra da servis ediliyor. 
Ortaya, 12 kişilik masalara. 
Tek bir lenger içerisinde. 
İskilip’in dolması… 

Ardından da sıyrılıyor. 
Hep beraber lenger'ler. 
Biri birinizle kaynaşırcasına. 
Tadı da damağınızda kalırcasına… 

27 Ekim 2011 Perşembe

ÇATALKARA...


"Karadutum, çatalkaram, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem…"

Dizeleriyle başlar.
Karadut” şiiri, Bedri Rahmi’nin…

Uzun süre bilememiştim.
Çatalkara’nın anlamını…

Son İskilip gezimizde öğrendim.
Çataklara”nın ne olduğunu…

Meğerse bir üzüm türü imiş.
Çataklara.
İskilip’te yetişen.
Kara bir üzüm…

İki salkımı bir sapta olan.
Bu salkımı çatal’a benzeyen.
İki avuca zor sığan.
Kapkara, tatlı bir üzüm imiş…

Meşhur edememişler.
Bu Çatalkara’yı İskilip’liler.
Ama duyurmuş tüm ülkeye ismini.
Şair Bedri Rahmi

Aslında özlemiymiş şairin.
Olması bir “sanat beldesi”.
Bu güzel kentin.
Yani, İskilip’in…

Bu yıl tüm İskilip’liler vermişler ele ele.
Kaymakam’ıyla, Belediye Reisi’yle.
Bedri Rahmi’nin gelini Hughette ile.
Ve sahip çıkmışlar Şair’lerine.
O’nun 100. doğum senesinde…

Bir “Sergi Salonu” yapmışlar.
İsmini “Bedri Rahmi Eyüpoğlu” koymuşlar.
İçini Bedri Rahmi ile doldurmuşlar.
O'nun tanıtımını sağlamışlar…

Bu kadarla kalmamışlar.
Sanatçılar için bir konukevi oluşturmuşlar.
İsmini “Yazmalı Konak” koymuşlar.
Şair’in desenlerinden yazmalarla bezemişler…

Sanmayın bu hepsi.
Hazırlıkları devam etmekte.
İskilip üzümüne nazire.
Çatalklara Kültür Sanatevi de gelmekte...

Çocuklara atölyeler olacak burada.
Bu konağın zemin katında.
Bir de Sanat Galerisi var plânda.
Evin hemen ikinci katında…

Eğitim yapılacak burada çocuklara.
Çataklara üzümü adı altında.
Kültürel ve Sanatsal alanlarda.
Ve de olabildiğince özgür bir ortamda…

Getirmem gerek” demişti.
Bir ressamlar beldesi haline”.
İskilip’i…”, Bedri Rahmi.
1942 senesi Ekim’inde…

Dönüşecek mi dersiniz, ne?
İskilip, ressamlar beldesine.
Aradan geçen de.
Tam tamına 70 sene…


İskilip’te Bedri Rahmi Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPXdTeGbbplX6WNraIQFpE1MOnEplc12OzUbHBaNIOVbcHtkbM1NeO2aJeSmOw1gQ/photo/AF1QipP63VGcnbY2LM3jWguXP5qs_3tKpBonokDzhubD?key=UGlSUUtTQllVTFFrczluNGRUb0I1NDFSaDdSRXFB

Bedri Rahmi İskilip Belgeseli:
https://www.youtube.com/watch?v=13aJ-AP19B4
.

24 Ekim 2011 Pazartesi

İSKİLİP...


“Resim için bundan harikulade bir yer düşünemezdim. Dere boylarında salkım saçak sıralanan ortaçağ evleri. Burası ressamlar için yaratılmış bir ülke. Daha doğrusu, sadece ressamlar için bir köşeye saklanmış bir çevre. Gönderdiğin filmler eğer İskilip’te imdadıma yetişselerdi olağanüstü bir şey olacaktı. Filmler postanede bekliyormuş. İskilip’ten ancak bir tek fotoğraf çekerek döndüm…”

Böyle yazmış Bedri Rahmi.
Ağabeyi Sabahattin Eyüpoğlu’na.
6 Ekim 1942’de.
İlk kez geldiği İskilip’te…

İki hafta kalmış.
Çok sayıda resim yapmış.
Ancak bir tek kare fotoğraf çekebilmiş.
Üstadımız İskilip’te.

Bedri Rahmi’ye inat.
Yüzlerce kare fotoğraf çektik.
Her birimiz dün İskilip’te.
Gerçekten senfonik bir kentte…

Davetlisi idik.
İskilip Kaymakamlığı’nın.
Fotoiz grubumuzla.
50 kişilik bir fotoğrafçı topluluğuyla...

Güzel ağırlandık.
Güzel anılarla ayrıldık.
Sevgiyle kucaklandık.
Dostlukla uğurlandık…

Tipik bir Anadolu kenti.
İskilip.
Krallık kalesi imiş.
Bir zamanlar Paflagonya’nın…

Yolları sapaymış.
Ulaşımı zorcaymış.
Bu nedenle ırak kalmış.
Gözlerden de gönüllerden de…

Dün gezdik bu kenti.
Evlerini, camilerini, kalesini.
Daracık sokaklarını, kaya mezarlarını.
Artık sessiz olan arastasını…

Tek tük kalmış artık çarşısında.
Semerciler, sepetçiler.
Keçeciler, yüncüler, demirciler.
Urgancılar, bakırcılar, kalaycılar…

Ama halâ yaşıyor.
Geçmişini, zerafetini.
İskilip.
Bir sonbahar güzelliğiyle…


İskilip Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPhNw78HBycez5LN1h3otyQr1JRnRDjFOyryVF6nHqYmp0-oTWyJdUmfyeziHupPA/photo/AF1QipNyHf0O-k7Z2_yyjFDE-j_ihj5_LfwAOX-P_sHS?key=TFg0MW9ycWFCT0hmOTJNQmIzUVRfWUdtd2s5cnB3
.

18 Ekim 2011 Salı

OTEL BOSSİNOP...

Annem 1907 yılı doğumludur. 
Doğma büyüme Sinop’ludur. 
Babamla Sinop’ta evlenmişlerdir. 
1933 yılında… 

Murtazaoğulları’nın kızıdır. 
Annem, Fahriye Hanım. 
Zehra Hanım’dır onun da annesi. 
Babası ise Ahmet Tevfik Bey... 

Evi, Sinop’un merkezindeydi. 
Dedem, Ahmet Tevfik Bey’in. 
Hemen Halkevi’nin yanında. 
İki katlı ahşap bir ev… 

Burada geçmişti. 
35 yıllık yaşamı annemin. 
Ablası Veliye
Ve ağabeyi Mahmut ile… 

Ben de kalmıştım. 
Bir kaç kez, bu evde. 
1950-1955 senesinde. 
Yaz tatillerimde… 

1954’te onarıldı. 
Arkasında güzel bir bahçesi olan. 
Bu ahşap ev. 
Ve 1969 yılında da satıldı… 

Özlemle anarım. 
Her gidişimde Sinop’a. 
Bu evi. 
Ve de geçmiş anıları… 

Geçen hafta burada kaldım. 
Uzun bir aralıktan sonra. 
Eski ev artık yoktu. 
Güzel bir Otel yapılmıştı yerine... 

İsmini BOSSİNOP koymuşlar. 
Güzel bir otel olmuş. 
Temiz ve bakımlı. 
Keyifle kalınası… 

Sinop’un merkezinde. 
Her yere yürüme mesafesinde. 
Sevgiyle karşılanıyorsunuz. 
Dostlukla uğurlanıyorsunuz… 

Konakladım geçen hafta burada. 
Otel BOSSİNOP’ta. 
Geçmiş anılarla. 
Ve de farklı duygularla… 


14 Ekim 2011 Cuma

HARRINGTON KUPASI...


I. Dünya Savaşından yenik çıkmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu.
Tüm Orduları dağıtılmıştı.
Mondros Mütarekesi ile…

İstanbul’a girdi bunun üzerine.
İtilaf Devletleri.
55 düşman gemisi ile.
13 Kasım 1918’de…

Üzüntüyle seyretmişti.
Bu tabloyu.
Mustafa Kemal.
Haydarpaşa Rıhtımı'ndan…

Üzülerek baktı tabloya.
Sonra söylendi içinden.
Geldikleri gibi giderler…

General Harrington’du.
İşgal Kuvvetleri’nin Komutanı.
5 yıla yakın yönetti.
İşgal altındaki İstanbul’u…

Kurtuluş Savaşı kazanılmıştı.
Beş yıllık bu dönemde.
Mudanya Mütarekesi yapılmıştı.
15 Ekim 1923’te…

Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
Artık terk etmesi gerekiyordu.
İtilaf Kuvvetleri’nin.
İstanbul’u…

Bir futbol maçı düzenledi.
Ve gümüş bir kupa ortaya koydu.
General Sir Charles Harrington.
Kendi adına…

Aşağıdaki gazete ilânıyla duyurdu.
Bu organizasyonu.
General Harrington.
Tüm İstanbul’a…

"Guard’lar Muhteliti Türk kulüplerine meydan okuyor.
Galibine, Başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek. Bu maça Türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler…"

Maçlar yapmış, kök söktürmüştü.
Fenerbahçeli sporcular.
İşgal kuvvetlerinin futbolcularına.
Bu geçen beş yılda…

50 maç yapmıştı Fenerbahçe.
İngiliz ve Fransız askerleriyle.
41 tanesinde galip gelmişti.
4’ünde de berabere kalmıştı…

Tek tek yenmişti.
İşgal takımlarını Fenerbahçe.
İstanbul halkını sevindirmiş.
Ve onlara umut vermişti…

Fenerbahçe hemen yanıt verdi.
Bu mağrur Komutan’a
Yine bir gazete ilânıyla.
Onun meydan okumasına…

“Fenerbahçe Kulübü,
yalnız kendi kadrosuyla, 
bu maçı şartsız olarak,
oynamayı kabul eder…”

Büyük bir olaydı bu maç.
O günlerin ortamında.
Karar verilecekti sonunda.
Kimin büyük olduğuna…

İngilizler karma bir takım yaptılar.
Maça hırsla hazırlandılar.
Ayrıca 4 profesyonel futbolcu aldılar.
Cebelitarık ve Mısır’dan…

Oynandı bu maç.
29 Haziran’da.
1923 yılında.
Taksim Stadı’nda…

Büyük bir kalabalık vardı.
General Harrington da oradaydı.
Gümüş kupa bir metre boyundaydı.
Duruyordu Şeref tribünündeki masada…

Çıktı Fenerbahçe bu tarihi maça.
Hiç gol yemeden İstanbul Şampiyonluğu'nu kazanan
şu kadrosuyla:
Şekip-Hasan Kamil, Cafer-Kadri, İsmet, Fahir-
Sabih, Alaeddin, Zeki Rıza, Ömer (Tanyeri) ve Bedri.

1-0 mağluptu Fenerbahçe.
Bu çekişmeli maçın ilk devresinde.
Ama sonunda galip gelmesini bildi yine de.
Zeki Rıza’nın iki golüyle…

Bir metre boyundaki kupayı aldı Fenerbahçe.
Büyük bir sevinçle.
Omuzlarda taşındı sporcular Beyoğlu caddelerinde.
Coşkuyla ve de sevgi gösterileriyle…

O gece Lozan’dan geldi bir ELT.
Fenerbahçe Kulübüne.
İsmet İnönü’nün tebrikleriyle.
“Heyetimiz namına hepinizi meserretle tebrik eder,
gözlerinizden öperim” diye…

“Geldikleri gibi giderler” demişti M. Kemal.
Gittiler, geldikleri gibi gerçekten de.
4 ay sonra, 6 Ekim 1923’te.
Şerefli bir yenilgi ile…


Taksim Stadı'nda (Topçu Kışlası) Fenerbahçe'nin İngiliz İşgal Birliklerinden oluşan karma takımını  2-1 yenerek General Harrington Kupası'nı kazandığı maçın fotoğrafı


General Harrington Kupası video filmi:
http://www.youtube.com/watch?v=RkgxqSaHi4A&feature=share

.
General Harrington Kupasını kazanan
Fenerbahçeli Futbolcular

.

10 Ekim 2011 Pazartesi

TAKSİM KIŞLASI...


The Marmara Oteli’nde kalmıştım. 
İstanbul’a en son gittiğimde. 
Bir oda vermişlerdi. 
Elmadağ yönünde… 

Perdeyi açtım. 
Tam aşağıdaydı. 
Taksim Gezi Parkı
Satranç tahtasına benzer düzeniyle… 

Boştu koca Park
Belki birkaç insan vardı. 
Banklarda oturan. 
Ya da köpeklerini dolaştıran… 

Öylesine duruyordu. 
Eski görkeminden uzak. 
Sessiz, durağan. 
Dümdüz ve bomboş… 

 Aslında muhteşem bir yapı vardı. 
Burada. Ve bu düzlükte. 
70 yıl öncesine kadar… 

Taksim Topçu Kışlası’ydı. 
Osmanlı döneminde burası. 
1806 yılında yaptırılmıştı. 
III. Selim tahttaydı… 

Dört kenarı binalarla çevrili. 
Ortasında avlusu bulunan. 
Ve görkemli bir kapısı olan. 
İnanılmaz güzel bir yapıydı… 

Balyan ailesinin bir başka eseriydi burası. 
İstanbul’u süsleyen 
Çırağan ve Dolmabahçe Sarayları
Ortaköy Camisi, Dolmabahçe Camisi 
Selimiye Kışlası ve
Dolmabahçe Saat Kulesi gibi… 

Burada yapılmıştı. 
Ordunun modernleştirme çalışmaları. 
31 Mart vakası da burada gerçekleşmişti. 
Meşrutiyet'in ilânına neden olan… 

Sonra bakımsız kaldı. 
Askerlerin talimgâhı olarak kullanıldı. 
Bir süreliğine. 
Taksim Kışlası’nın orta avlusu… 

Daha sonra tribünler yerleştirildi. 
Taksim Stadı” ismi verildi. 
Futbol maçlarının yapıldığı tek yerdi. 
1939 yılına kadar, koca İstanbul’da… 

 Burada yapmıştık. 
İlk millî maçımızı. 
1923 yılında. Romanya ile. 
Ve 2-2 berabere kalmıştık. 
Burada, Taksim Stadında… 

İstanbul’un imarı gündeme getirildi. 
Vali Lütfi Kırdar tarafından… 
1939’da ilk yıktırılan yer burasıydı. 
İnönü Gezi Alanı yapıldı...

Yerinde yeller esiyor. 
Günümüzde. 
Bu görkemli binanın. 
Ve de tarihi alanın… 

Koca bir mezar gibi burası. 
İstanbul’un ortasında. 
Üzerini betonla örttüğümüz. 
Ve koca bir tarihimizi gömdüğümüz…


Taksim Kışlası ve Stadı Fotoğrafları: 

4 Ekim 2011 Salı

ALPLERDE KISA BİR GEZİNTİ...


Çok fazla insan vardı.
Münih Bira Festivali’nde…

İnsan’dan yorulmuştuk.
Kalabalıktan bıkmıştık.
Kafamızı dinlendirmeliydik.
Münih’teki son günümüzde…

Alp Dağları yanı başımızdaydı.
Alpler'e ulaşmak kolaydı.
40 km uzaklıktaydık oraya.
Kuş uçuşu…

BMW arabamıza atladık.
Sabahın erinde.
Samsun’dan arkadaşım.
Hayati Buyar ile birlikte...

Otoban’ı yeğlemedik.
Dağ yollarını tercih ettik.
Çünkü son bölümü burası.
Romantische Strasse’nin…

En ünlü turistik rotası.
Olarak biliniyor.
Bu “Romantik Cadde”.
Tüm Almanya’nın…

Würzburg’dan başlıyor.
Bu yol kuzeyde.
Füssen’de sonlanıyor.
En güneyde…

360 km’lik bir yol.
Bu Romantisce Strasse.
Son kısmını yapacağız.
Biz bu yolun…

Nasıl geçtiğini anlamadık zamanın.
Arasından geçerken.
Güzelim yerleşim yerlerinin.
Ve de tepeler, ormanlar ve göllerin…

Son durağı Füssen.
Romantik Cadde’nin.
Ve de hemen kıyısında.
Kapısı kabul edilen Alpler'in…

Schwangau var.
Hemen yakınında.
Füssen’in…

Kraliyet Şatoları'nın kasabası.
Olarak biliniyor.
Schwangau…

İki büyük şato var burada.
Neuschwanstein”.
Bunların en ünlüsü…

Görmüşsünüzdür benzerini.
Ya resimli kitaplarında.
Ya da çizgi filmlerinde.
Walt Disney’in…

İşte onun gerçeği.
Daha alımlısı.
Daha görkemlisi.
Bu Neuschwanstein…

II. Ludwig yaptırmış burasını.
19. yüzyılda.
Müthiş görüntüsü altında Alplerin.
Ve de çevresindeki göllerin...

16 yaşında Kral oluyor.
II. Ludwig.
1864 yılında.
Bavyera'da...

Romantik bir insan.
II. Ludwig.
Resimden, müzikten.
Ve de sanattan hoşlanan…

1867’de başlatıyor.
Bu şatonun yapımını.
1886’da kısmen bitiyor.
Bu görkemli eser…

Müthiş para harcanıyor.
Hazine tam takır kalıyor.
Ancak 170 gün yaşıyor burada.
Sonra görevden alıyorlar Kralı…

Adı “deli”ye çıkıyor II. Ludwig’in.
Gözaltında tutuluyor bir göl kenarında.
Ve boğulmuş olarak bulunuyor cesedi.
Bir gün bu gölün kıyısında…

Uzun bir dağ yürüyüşü yapıyoruz.
Şato’nun çevresinde.
Ormanlar, çağlayanlar arasında.
Sessizliğin içinde…

Sonra ver elini Alpler.
Avusturya’ya geçiyoruz.
Yemeğimizi yiyoruz, yürüyoruz.
Dünya güzeli bir gölün kıyısında…

Sonra giriyoruz yeniden.
Almanya’ya.
Bu kez yine II. Ludwig’in.
Yazlık Sarayı’nı görmeye…

Alp dağlarının arasında.
Geniş bir ormanlıkta.
Muhteşem bir yapı.
Bu Linderhof Şatosu…

İnsan görünce anlıyor.
Ne denli önem verdiğini.
Ne kadar düşkün olduğunu sanata.
II. Ludwig’in…

İnanılmaz bir görüş.
Akıl almaz bir plânlama.
Doğanın ortasında.
Muhteşem bir yapılanma…

Keyifle yürüyoruz.
Sevinçle dolaşıyoruz.
Yemyeşil doğa’nın.
Ve de sanatın ortasında…

Gün bitiyor.
Yine yan yollara dalıyoruz.
Akşam olanda dönüyoruz.
Yeniden Münih’e…

Ertesi gün tekrar seyrediyorum.
Bir gün önce gezdiğimiz.
Bavyera Alpleri’ni.
Bu kez de uçağın penceresinden…


Alp Dağları Gezisi Fotoğraflarım:
http://picasaweb.google.com/105371707000908378020/AlpDaglari#5659154685033952834

.