YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

26 Nisan 2010 Pazartesi

DURU BEBEK GELDİ...


9 aydır beklediğimiz Duru Bebek dünyaya geldi.
21 Nisan 2010 Çarşamba günü.
Saat 09.02 de.
Ankara’da…

İsmini kardeşi Papatya koydu.
Duru” olmasını istedi.
Anne ve Babası da “Ebru”yu eklediler.
Ebru Duru bebek dört gün önce dünyayı şenlendirdi.

3 kilo 60 gram ağırlığıyla.
Kocaman bağırtısıyla.
Pembe yanaklarıyla.
Ve de minicik ayaklarıyla…

Papatya, ablalık için özel hazırlandı.
Duru’nun elbiselerini, oyuncaklarını titizlikle seçti.
Odasını hazırladı.
Sonra da merakla beklemeye başladı.

Dört gün önce de abla oluverdi.
3.5 yaşında ve sorumluluğunun bilinciyle…

Henüz bebeği kucağına almaktan çekiniyor.
Şimdi merakla ve heyecanla bekliyor.
Günleri sayıyor.
Birlikte oynamayı düşleyerek…


Ebru Duru fotoğrafları için:
https://photos.google.com/share/AF1QipPgowgO6B9Ws8TkpGPrldg-D9iALXggyQ5nDuBvgL11JVH1Nqy-H6f2-fHWixFXag/photo/AF1QipO5TGXczw6zI3abLGy9CIv9eDw93QDvAgx1bQ5c?key=dGZybHpLOXRxZWlBVkNLZmpvLTluSFBrdV9kdmpB&hl=tr

.

16 Nisan 2010 Cuma

PERŞEMBE SOHBETLERİ...




Perşembe Toplantılarımız 1995 yılında başlatılmıştı.
19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinde.
Genç yaştaki beş Hekim tarafından.
Dr. Sancar Barış, Dr. Ferit Bernay, Dr. Muharrem Yazıcı ve
Dr. Şükrü Özdamar ile Dr. Şaban Çakır 'ın öncülüğünde.
Populer Bilim Toplantıları” ismiyle…

Kısa bir süre sonra ben de bu grupta kendimi buldum.
Organizasyon görevi bana verilmişti.
Böylece “bilimsel” içerik bir anda “filimsel” içeriğe dönüştü.
Akşamüstü Sohbetleri” başlığı altında...

Amaç tanışıklığı, dostluğu, birlikteliği sağlamaktı.
Tıp Fakültesi Hekimleri arasında…

Bir süre toplantıların başlığını da değiştirdik.
Perşembe Sohbetleri” yaptık.
Çünkü toplantıları Perşembe akşamları yapıyorduk.
14 gün ara ile.
İşlerimizi bitirdikten sonra...

Saat 17.00 de birleşiyorduk.
Önce çay, pasta ikramımız vardı.
Bir araya geliyorduk.
Çay içip, hâl-hatır soruyor, hasret gideriyorduk...

Sonra da 17.30’da salonda toplanıyorduk.
Bir konuk konuşmacı koyuyorduk.
Onun sunumunu ilgiyle dinliyorduk.
Önceden belirlenmiş bir program çerçevesinde...

Dileyen dilediği bir konuda konuşma yapıyordu.
Değişik konularda.
Herkesi, her kesimi ilgilendirecek başlıklarda.
Prensip olarak da Tıp dışı konularda…

Müzik dinliyorduk, şiirin tadına varıyorduk.
Dia gösterileri, film tartışmaları yapıyorduk.
Gezi anılarımızı paylaşıyorduk.
Hoşgörü ortamında ve neşe içinde de tartışıyorduk...

Başlangıçta ilgi yüksekti.
Salon doluyordu.
Katılımcılar konuları keyifle dinliyorlardı.
Sonunda da güzel tartışmalar oluyordu...

Zamanla katılım azalmaya başladı.
Giderek salona daha az kişi gelir oldu.
Bazen öylesine az oluyordu ki…
Konuşmacılardan özür dilemek zorunda kalıyorduk.

Nihayetinde sonlandırdık bu Toplantıları.
8 yılın sonunda.
Tümünü beğeni ile izlediğim ve
Hepsinden çok keyif aldığım bu birliktelikleri…


Perşembe Sohbetleri'nin bir bölümünün Posterleri :
https://photos.google.com/share/AF1QipP_9zEGxvA41wjJOhG2omH6ZLG438MJcH5NZ057NSi9KS72_Pve_zocs1NccvG1jA/photo/AF1QipM0jIRBpgfeujzsQxxeYYIPKsayeVFjvjwCaExo?key=VkZkT1FYZEpDd2xhYU1sbDk1Q3ZXNnoyMmZobmtB

.

13 Nisan 2010 Salı

BURSANKARA...


İki şehirdik şimdi tek olduk
Tek ses, tek nefes, tek yürek olduk
Alem alkış tutsun dostluğumuza
Ankara, Bursa omuz omuza
Bursa, Ankara omuz omuza…


…………..

Aykan Erdemir, ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesidir.
Kızım Tuğba ile evlidir.
Aykan, doğma büyüme Bursa’lıdır.
İyi bir Bursaspor taraftarıdır.
Bursaspor Taraftarlar Derneği üyesidir.

Bu Dernek bu hafta sonu güzel bir etkinlik yaptı.
Ankara Kalesi içinde eski bir evi almışlar.
Restore etmişler.
Dernek binası olarak kullanmayı plânlamışlar.

Pazar günü Aykan'la birlikte buraya gittik.
Güzel bir mekân oluşturmuşlar.
Açılışını yaptılar.
Kılıç-kalkan ekibiyle.
Devlet Bakanı ve Ankara BŞB Başkanının katılımıyla.
Geniş bir taraftar grubu eşliğinde…

Bursaspor ile Ankaragücü dost iki takım.
Çok büyük dostluk ilişkileri var.
Bursaspor ve Ankaragücü taraftarları arasında.

Birbirlerinin maçlarına gidiyorlar.
Yan yana, omuz omuza oturuyorlar.
Biri birlerini destekliyor, yüreklendiriyorlar.
Yeşil-Beyaz ve Sarı-Lacivert renkli flâmalarla.

Bu yakınlık Pazar günü açılışta da vardı.
Birçok Ankaragüçlü taraftar da katılmıştı açılışa.
Sarı-Lacivert kaşkolları, bayrakları, formalarıyla.
Yeşil-Beyazlı Bursalılar arasında…

Yeşil-Beyaz formalı bir gence yaklaştım.
Boynunda da sarı-lacivert Ankaragücü fuları vardı.
Yeşil-beyaz ve sarı-lacivert renkleri gösterip sordum:
Ne güzel bir birliktelik, değil mi” diye.
Gençten hiç ummadığım bir yanıt aldım:
"Ben, Abdülkerim’in ikiziyim” diyiverdi.

Bir anda yıkıldım.
Öyküyü biliyordum.
Boğazım düğümlendi.
Konuşamadım.
Gözümden yaşlar süzüldü.

Ayniyle vaki olayı özetliyeyim:
Abdülkerim kardeşimiz Bursa'lıdır.
Çok sevilen bir Bursaspor taraftarıdır.
Yeşil-beyaz formasını giyip gider.
Bursaspor’un tüm maçlarına…

ÖSYM sınavlarında Hacettepe’yi kazanır Abdülkerim.
Ankara’da olması futbol sevgisini eksiltmez.
Üzerinden hiç çıkartmadığı Yeşil-beyaz formasını giyip gider.
19 Mayıs Stadyumuna.
Bir Ankaragücü maçına.

Ankaragüçlü fanatik taraftarlar arasına düşmüştür.
Sarı-lacivert renkler arasında.
Bir tek o vardır yalnız başına.
Yeşil-beyaz formasıyla...

Ankaragüçlüler önce dalga geçerler Abdülkerim’le.
Ama çabuk ısınırlar bu sıcakkanlı, sevimli gence.
Her maçlarında birliktedir artık onların arasında.
Yeşil-beyaz formasıyla.
Birlikte sevinir, birlikte üzülür onlarla...

Ankaragüçlüler her maçta.
Başlarlar maçın 16. dakikasında.
Bursaspor lehinde tezahürata.
Abdülkerim’e duydukları sevgi ve saygıyla...

Bunu duyan Bursaspor taraftarları da.
Başlarlar zamanla.
Her maçın 06. dakikasında.
Ankaragücü lehinde tezahürata…

Birlikte oynadıkları maçlarda yapılmaz tribün ayrımı.
Sarı-lacivert ve Yeşil-beyaz'lı.
Yan yana, kol kola seyrederler maçlarını.
Yaparlar sevgi dolu tezahüratlarını…

Sürer bu dostluk yıllar boyu.
Sonunda Abdülkerim bitirir okulunu.
Hacettepe Üniversitesi'nden.
Mezun olur Maliye bölümünden...

Askerlik görevini yapacaktır.
Eğirdir’de komando eğitimi görür.
Asteğmen olarak göreve koşar.
Mardin, Savur Jandarma Komando Birliğine

Bir ay sonra da şehit olur.
Abdülkerim Asteğmen.
11 Ağustos 1993’te.
Teroristlerle çıkan 15 saatlik bir çatışma sonunda.

Tabutu ay-yıldızlı bayrağa sarılır.
Önünde "Şehit Atgm. Abdülkerim Bayraktar" olan.
Üzerine de yeşil-beyaz minik bir bayrak iliştirilmiştir.
Bursaspor” yazan.

Cenazesi Ulu cami’den kaldırılır.
Ankaragüçlüler yalnız bırakmazlar Abdülkerim'lerini.
1000 kişilik taraftar grubuyla gelirler Bursa’ya.
Gözyaşlarını birlikte dökerler.
Harman olurlar bayrağa sarılı tabutunun arkasında.
Sarı-lacivert, yeşil-beyaz renklerle…

Bursaspor sezonun ilk açılış maçına çıkacaktır.
Abdülkerim’in şehadetinden kısa bir süre sonra.
Hep bir ağızdan Abdülkerim ismi yankılanmaktadır.
Bursa stadının tribünlerinden.

O sırada bir grup girer sahaya.
Sarı-lacivert formalarıyla.
Bursaspor tarftarlarının tribününe koşarlar.
Pankartlarını açarlar...

Acınız acımızdır. Abdüller ölmez…” yazan.
Ve saygı dururlar onun ölümsüz anısına…

Yeşil-beyaz ve sarı-lacivert renkler tekrar harman olur.
Gözyaşları sel olup akar.
Güçlü sesler yankılanır tribünlerde.
An-ka-ra…”, “Bur-sa…” diye.

Çoğu kişinin bilmediği öykü budur.
Bu öyküyü bilmeyenler anlamazlar.
İki kulüp arasındaki saygıyı.
Ve de kaynaklandığı dostluğu…

Bu bir "fair-play" örneğidir.
Hem ulusal çapta.
Hem de uluslar arası boyutta...

Örnek olmalıdır bu dostluk.
Tüm takımlarımıza.
Kartal’ına da, Kanarya’sına da.
Aslan’ına da, Yiğido’suna da…


Bursankara dostluk fotoğrafları için :
https://photos.google.com/share/AF1QipOb74i4xbDAr17uz-0C9H1vBEIloIQ9pXQo5Vn2AUzUlrbipqF87VRNFbYTWXD-ww/photo/AF1QipOB6yCJK4nnxLEuckkljMF62Wq2BpEZvejWkeWO?key=dnpzcE5hbURVTkg4N0JxdGIyRjZvWWxiSnRXSUdR

.

8 Nisan 2010 Perşembe

İÇİMDEKİ FUTBOL...


Yukarıdaki resmi çok severim. 
1961 yılında çekilmiştir. 
Kuzey Buzdenizinde. 
Rusların nükleer buzkıranı Lenin’in önünde... 

Buzkıran buzlar arasına sıkışmıştır. 
Yapacak bir şey yoktur. 
Kaleler belirlenir. 
Top bulunur. 
Takımlar kurulur. 
Ve buzlar üzerinde top kovalanmaya başlar...

Ne kadar keyiflidir bu oyun. 
Oynamayan bilemez… 

 Ayni yıllarda Lise'de öğrenciydim. 
Ankara Yenimahalle’de. 
Gündüzleri biteviye top oynardık. 
Hiçbir düzgünlüğü olmayan arsalarda. 
Yaz sıcağında, taştan kaleler arasında… 

Ne mahalle maçları yapardık o tarlalarda. 
Hile’nin, hurda’nın karışmadığı maçlar. 
7 kişilik takımlarla. 
Ne büyük bir iştahla. 
Ve ne büyük bir kazanma hevesiyle... 

Yetmezdi. 
Her akşam yemekten sonra yine buluşurduk. 
Evlerin demir kapıları kale olurdu. 
Aramızda maçlar yapardık. 
Bu kez asfaltta. 
Otomobilin hiç geçmediği 
Dereboyu sokağında...

Yetkin’le, Ufuk’la, Zafer’le, 
Aykut’la. Mehmet’le, 
Ali Rıza’yla, Mesut’la. 
Bu kez sokak ışıkları altında. 
Gece 24.00’lere, 01.00’lere kadar… 

Zamanla futbol parayla anılır oldu. 
Şenol ve Birol transfer olmuşlardı. 
Fenerbahçe’ye 100.000 liraya… 

Çok şaşırmıştık. 
Sonraları dev bir sanayiye dönüştü futbol. 
Heves kalktı, içtenlik yok oldu...

Her şey para oldu..
Amatörlük öldü. 
Seyirlik bir spora dönüştü futbol. 
Milyonlarca dolarların konuşulduğu. 
Sporcuların hayvanlar gibi pazarlandığı. 
Şike söylentilerinin ayyuka çıktığı… 

Halâ keyifle izlerim, çocukları, gençleri. 
Yalnızca kazanmanın amaç olduğu oyunlarını. 
Hiçbir çıkarın önde olmadığı maçlarını.
Taktiksiz, antrenörsüz doğaçlama boğuşmalarını.
İçimden aralarına karışıp oynamak gelir...

Hiç fark etmez.
Lenin buzkıranının önündeki buzda. 
Dereboyu sokağının karanlığında. 
Veya Yenimahalle arsasında, yaz sıcağında… 

1 Nisan 2010 Perşembe

STRABON...


Strabon, MÖ 64 yılında Amasya’da doğmuştur.
MS 24 yılında, 88 yaşında yine Amasya’da ölmüştür.
Dünyanın ilk coğrafyacısıdır.
Geographumena (Coğrafya) kitabı 17 cilttir.

Amasya, yalçın Harşena ve Ferhat dağları arasındadır.
Bu iki dağın arasından İris nehri (Yeşilırmak) akar.
Bu güzel panorama’da olunsa olunsa Coğrafyacı olunur zaten.

Birkaç yıl önce bir “gezi grubu” kuruldu.
Süleyman Aşkargenç tarafından.
Sevgili Süleyman bu gruba “Strabon” ismini verdi.

Grubun ilk kurulduğunda Süleyman’a bir mektup yazdım.
İlk gezilerini Amasya’ya yapmalarını önerdim.
Grubun isim babasının Amasya’lı olduğunu söyledim.
Strabon ismiyle özdeşleşmiş bir gezi olacaktı.
Ancak iki yıldır bu gezi gerçekleşemedi.

Kısmet geçen haftaya imiş.
Süleyman aradı.
Ankara’dan 37 kişilik bir grupla geleceklerini söyledi.
Amasya’ya.
Strabon’un coğrafyasına…

Güzel bir bahar havasında geldiler.
Önce Borabay gölüne gittik.
Göl çevresinde yürüyerek turladık.
Peşinden köfte-ekmeklerimizle karnımızı doyurduk.
Bahar’ın gelişine kadeh kaldırdık.
Yaban menekşeleri, siklamenler, petunyalar arasında…

Kente dönüşte Aynalı mağara’yı gezdik.
Süleyman’dan kilisenin öyküsünü dinledik.
Mis gibi Amasya Misket elmalarımızı yedik.

Akşam üzeri Amasya’yı havadan tanıdık.
Kentin anatomisini anladık.
Ali Kaya tesislerinin bahçesinden.

Ertesi gün erkenden kenti gezmeye koyulduk.
Saraydüzü Kışlası’ndan başladık.
Kurtuluş Savaşımızın önemli noktasından.
Amasya Tamimi’nin hazırlandığı noktadan.
Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararının kurtaracağının” haykırıldığı yerden…

Sonrasında Büyükağa Medresesi,
Bayezidpaşa camisi, 700 yıllık Darüşşifa,
Saat Kulesi ve Hatuniye Mahallesi gezildi.
Kaya mezarlarına tırmanıldı.

Öğlen yemeğinde yöresel yemekler yenildi.
Toyga çorbası, Keşkek, Bamya, Bakla dolması,
Fırında kuru fasulye, Mantı ve...
sonunda da ev yapımı Baklava midelere indirildi.
Yeşilırmak kıyısındaki Amasya Mutfağı’nda…

Sonrasında da Şehzadeler Müzesi,
Hazeranlar Konağı, Amasya Maket Müzesi,
Sultan Beyazıt Camisi ve Külliyesi,
Amasya Arkeoloji Müzesi ve Mumyalar Müzesi gezildi.

Torumtay Medresesi
ve Gökmedrese ziyaret edildi.
Yörgüçpaşa Camii’ne gidildi.
Pirler Parkı’nda semaverde çaylar içildi.
Son olarak da Ferhat su kanallarına çıkıldı.

Tarihin ve coğrafyanın derinliklerinde yapılan bir gezi bitmişti.
Dostlarla yeniden buluşmak üzere ayrılındı.
Başka bir Strabon gezisinde, başka bir coğrafyada…


Strabon grubumuzun Amasya gezisi fotoğrafları :
https://photos.google.com/search/amasya2/photo/AF1QipNDPbAm3jTqGFudrPRAVt4hCz02ybXVKS4GRhp_

.