YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

30 Mayıs 2021 Pazar

ZENGİNLİĞİN ON PARA ETMEZ...


Bir Kongremiz vardı 2008 yılında.
Kuşadası'nda.
Koklear İmplantlar konusunda.
Uluslararası alanda...

Asya'dan Çin, Kore ve Japonya'dan.
Avrupa'dan Almanya, Avusturya'dan.
Amerika'nın dört bir yanından.
Hatta Afrika'dan...

Doğuştan sağır çocuklar.
Bilirsiniz duymazlar, konuşamazlar.
Bunlar tüm yaşamınca böyle kalırlar.
Hekimler bunlara bir şey yapamazlar...

Bu durum değişti.
1980'li yıllara gelinmişti.
İç kulağa elektrotlar yerleştirilmişti.
Sağır hastalar işitebilmişlerdi...

Bu, KBB bilim dalı çevresinde.
Son senelerde.
Yapılmış müthiş bir gelişme.
Ve bir Devrimdi...

Koklear İmplant'lar pahalı olsa da.
Devletimizin sosyal yardımlarıyla.
Seçilen uygun hastalara.
Bu ameliyatlar kolaylıkla uygulanmakta...

2008 yılı Cumhuriyet Bayramı'nda.
Kuşadası'nda.
Yapılan Koklear İmplant Kongresi açılışında.
Bu konuya değinmiştim yaptığım sunumda :

 

LİDYA ÜLKESİ   

 

Ankara’dan karayolu ile İzmir’e doğru
yola çıkıldığında yolunuz Salihli’den geçer.   
 

Salihli, Manisa ilimize bağlı küçük bir yerleşim yeri olup, 

İzmir’e 90 km uzaklıktadır.      

  

Salihli’de yolun kenarında Gymnasium binasının yanından geçersiniz.   

7 km kadar batıda antik bir şehrin kalıntıları ile karşılaşırsınız.  

Bunlar Artemis Tapınağından günümüze kalan yıkıntılar olup…  

Burası Lidya ülkesinin başkenti Sart’tır...

https://yucel-tanyeri.blogspot.com/2021/05/sardes.html


Lidya ülkesi, Anadolu’nun batısında, 

bugünkü Gediz ırmağı ile Menderes nehri arasında kalan 

sahada yerleşmiş olan 

antik ve çok zengin bir uygarlıktır.


Günümüzden yaklaşık 3500 yıl önce var olmuş, 

bin yıl kadar yaşamını sürdürmüş çok zengin bir krallıktır.   

Lidya ülkesinin zenginliği Sardes kentinin ortasından geçen 

Paktalos çayından kaynaklanmaktadır ve 

bu nehrin alüvyonlarından elde edilen altın nedeniyle 

ülkenin son Kralı Croesus inanılmaz biçimde zengindir...


Kral Croesus o denli zengindir ki, 

bizler tarafından bilinen ismi KARUN olup, 

Karun kadar zengin…” tanımlaması İngilizceye de 

ayni biçimiyle yerleşmiş bir deyimdir.  (as rich as Croesus)


Tarihte altın para ilk kez Lidya Krallığında basılmıştır.

Lidya parasının üzerinde her zaman bir Arslan figürü vardır ve 

bu güçlü bir Krallığın işaretidir. 

Günümüzden 2500 yıl önce hükümdarlık yapmış 

Kral Croesus’un zamanında ülke sınırları genişlemiş ve 

doğuda bugünkü Kızılırmak sınırına kadar ulaşmıştır...


Karun o denli zenginleşmiştir ki, 

müzelere kadar erişebilmiş değerli eserler 

günümüzde bile birçok kişi, kuruluş ve 

devlete gelir getirmeye devam etmektedir...  


Kral Croesus bu zenginlikle sınırlarını 

daha da genişletmek istemektedir.

Doğuda Persler vardır.

Perslere savaş açmadan önce 

Delfi’deki Kahinlere danışır. 


Kahinler, 

Kızılırmağı geçerse büyük bir imparatorluğu 

yok edeceğini” ona bildiriler.


Croesus

Pers İmparatorluğunu yenerek 

o İmparatorluğu ortadan yok edeceği 

şeklinde yorumlar bu kehaneti...    


Bunun üzerine Croesus bugünkü Kızılırmak’ı aşarak 

Perslerle savaşa girer. 

Savaşın galibi belirlenemez. 

Croesus bunun üzerine kışı geçirmek ve 

yeni askerler toplamak için Sardis’e döner. 

Krezus, Pers Kralının da baharı beklemek üzere 

geri çekileceğini sanmaktadır...

 

Ancak Pers Kralı Cyrus (Kirus) 

baharı beklemeden Sardis’e saldırılması emrini verir ve 

kısa süren bir savaştan sonra 14 günde kenti ele  geçirir.  

Krezus esir edilir ve ateşte yakılarak ölüme mahkum edilir.

   

Alevler ilerlerken Croesus’un üç kez  

Solon, Solon, Solon” diye  sayıkladığı duyulur. 


Solon, Atinalı bir filozoftur.   


Pers Kralı Cyrus (Kirus) bu sözlere kulak misafiri olur. 

Ateşin söndürülmesini emreder. 

Ancak alevlerin önü alınamaz...


Croesus son anda yüksek sesle 

Tanrı Apollon’a yakarır.

Hava bir anda kararır. 

Gökyüzünde bulutlar belirir.

Şiddetli bir sağanak yağmur yağar ve ateşi söndürür...


Ateş söndükten sonra Pers Kralı, Croesus’a 

alevler arasında yanmak üzereyken 

filozof Solon’un neden

ismini sayıkladığını sorar...  


Croseus da ona bir zamanlar filozof Solon’a 

dünyanın en mutlu kişisinin kim olduğunu” sorduğunu, 

kendisinin çok zengin ve müreffeh bir hayat yaşarken, 

Solon’un Atinalı fakir üç kişinin dünyanın en mutlu 

üç kişisinin ismini verdiğini ve 

hiç kimsenin yaşamının sonuna gelmeden 

mutluyum diyemeyeceğini” söylediği için 

son anda Solon'un adını andığını anlatır...

  

Bu sözlerden etkilenen Pers Kralı Cyrus

zengin Croesus’un hayatını bağışlar ve 

Croesus bir süre daha esir olarak yaşamını sürdürür...   


Croesus dünyanın en zengin kişisi olmasına rağmen, 

Solon’un söylediği gibi muhtemelen 

dünyanın en mutlu kişisi de değildi... 

  

Çünkü Croseus’un iki oğlu vardı. 

Birisi genç yaşta bir av sırasında kazayla ölmüştü. 

İkinci oğlu ise Heredot Tarihi kitabında dünyada 

kayıtlara geçmiş ilk sağır ve dilsiz kişisi idi.


Croesus, onca zenginliğine rağmen, 

oğlunu tedavi ettirememiş, 

onu duyar ve konuşur hale getirememişti...


Ayni topraklarda ve çok da zengin olmayan ülkemizde 

birçok Merkezde benzeri hastalar günümüzde

ameliyat edilip, duyurulabilmekte ve 

hatta şarkı bile söyleyebilmektedirler... 


2500 yıl sonra,

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 85. yılında 

çok da zengin olmayan vatanımızda

ulaşılan durum budur… 


.   

 

27 Mayıs 2021 Perşembe

ALTAY...




Altay takımı 1914'de kuruldu.
18 yıl 2. Lig'de oynadı.
Dün Altınordu'yu yendi.
Ve yeniden Süper Lig'e çıktı...
...............

Adı Fahrettin'di.
1880 yılında İşkodra'da doğmuştu.
Babası İzmir'li bir Subay'dı.
İlk öğrenimini Mardin'de tamamladı.
Ortaokulu Erzincan'da bitirdi.
Erzurum Lisesi'nden mezun oldu.
İstanbul Harp Okuluna girdi.
1900 yılında birincilikle bitirdi.
Harp Akademisini kazandı.
1902 yılında mesleğe başladı.
İlk görev yeri Dersim'di.
Burada 8 yıl çalıştı.
II. Balkan Savaşı'nda Edirne'deydi.
Bulgar Ordusunu geri püskürttü.
I. Dünya Savaşında Çanakkale'deydi.
M. Kemal ile burada tanıştı.
Altın Liyakat Madalyaları aldı.
1915'de Miralay (Albay) oldu.
Romanya ve Filistin cephelerine gitti.
Savaşların sonunda Konya'ya geldi.
12. Kolordu Komutanı oldu.
Ulusal Kurtuluş çalışmaları başlamıştı.
M. Kemal ile Ankara'da görüştü.
Artık İstanbul'dan değil Ankara'dan emir alacaktı.
İlk Mecliste Mersin Milletvekiliydi.
İnönü Savaşlarına katıldı.
Sakarya Meydan Muharebesinde önemli rol aldı.
1921'de Mirliva (Tuğgeneral) oldu. 
Süvari grup Komutanlığına atandı.
Uşak, Afyon cephesinde görev aldı.
9 Eylül'de ordumuz İzmir'e girdi.
İzmir'e ilk giren Süvari Birliği Komutanıydı.
10 Eylül'de İzmir'de M. Kemal Paşa'yı karşıladı.
Ferik (Tümgeneral) oldu.
TBMM'de Mersin Milletvekiliydi.
Ama devamlı Cephelerde görevliydi.
II. Dönemde İzmir Milletvekili seçildi.
Bu arada 5. Kolordu Komutanıydı.
Askerlik ve Milletvekilliği bir arada olmuyordu.
TBMM'den ayrıldı, Orduda kaldı.
1926 yılında Orgeneral oldu.
1927'de Genelkurmay Başkanlığına vekalet etti.
1930 yılında Menemen olayları oldu.
Yörede Sıkıyönetim Komutanlığına atandı.
1933'de I. Ordu Komutanlığına getirildi.
1934'de Kızıl Ordu Manevralarına davetliydi.
1937'de Trakya Manevralarına katıldı.
1938'de Atatürk'ün Cenaze Töreni Komutanıydı.
1945'de yaş haddinden emekliye ayrıldı.

Fahrettin Paşa'nın bir anısı (kendi anlatımıyla) :

"Mütareke yıllarında M. Kemal Paşa İzmir ziyaretinde
Altay ile İngiliz Donanma Karması maç yapıyorlardı.
Maçı M. Kemal Paşa ile beraber izledik. Altay çok güzel 
bir oyundan sonra İngilizleri yenince Ulu Önder çok 
duygulandı, gururlandı ve Altay için takdirlerini belirtti.
Aradan epey zaman geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 
İran ile bir sınır anlaşmazlığını halletmek üzere beni 
görevlendirdi ve Tebriz'e gittim. Tebriz'de bulunduğum 
sırada, Mecliste soyadı kanunu müzakere edilmiş ve 
ittifakla Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Atatürk soyadı 
verilmişti. Bütün yurt kendisini yeni soyadından dolayı 
tebrik ediyordu. Ben de hemen bir telgraf çekmiş ve
kendisini kutlamıştım. Atatürk'ten ertesi gün gelen 
cevab-ı telgraf şöyle idi: "Sayın Fahrettin Altay Paşa, 
Ben de seni tebrik eder Altay gibi şanlı, şerefli 
günler dilerim". Telgrafı aldığım zaman gözlerim 
dolu idi. Atatürk, çok mütehassıs olduğu ve beraber 
izlediğimiz Altay maçının hatırasına izafeten bana 
Altay soyadını lâyık görmüştü..."

Fahrettin Altay Paşa
25 Ekim 1974'de İstanbul'da aramızdan ayrıldı.


(Bilgiler Vikipedi'den özetlenmiştir.
Altay, kapak çizimini kullanmama izin veren 
sayın Meliha Aladağ'a içten teşekkürlerimi sunuyorum)

.

25 Mayıs 2021 Salı

SARDES...

 

- 28 Ekim 2012 Sardes Antik Kenti, Salihli-Manisa -


Sardes, Sardis.
Veya Sart.
Farklı şekillerde söylense de.
Verilen benzer isimler, ayni kente...

Burası İzmir'e 82 km.
Salihli ilçesine ise.
9 km mesafede.
Antik bir kent, Salihli ile iç içe...

Kent, MÖ 1300'lerde kurulmuş.
MS 1200'lerde yıkılmış.
2500 yıl tarih sahnesinde kalmış.
Lidya Devletine Başkentlik yapmış...

Sardes, bulunur Bozdağ'ın eteğinde.
Paktalos çayı vadisinde.
Hermos (Gediz) ovasında.
180 hektar surlarla çevrili alanda...

Bu Lidyalılar da.
En zengin dönemini MÖ 687 yılında.
Anadolu'da yaşamışlar.
MÖ 546'da ortadan kalkmışlar...

Son Blog yazımda.
Bir yazı yazmıştım Para konusunda.
Ancak yer vermemiştim orada.
Para'yı kimin bulduğuna...

İşte o Para'yı.
Dünyada ilk kez bulanlar.
Bu Sard'lı.
Lidyalılar'dı...

Lidya Kralı Alyattes döneminde.
Bilinir, MÖ 619-560 senelerinde.
İlk kez Para'nın kurgulandığı.
Ve kullanılmaya başlandığı...

Oğlu Croseus (Karun) zamanında.
MÖ 560-540 arasında.
Altın üretimi ve ticaretle. 
Lidya oldu müthiş zengin bir ülke...

Paktalos çayı.
Altın'ın kaynağıydı.
Sardes şehri.
Sikkelerin basım yeriydi...
.
Lidya Devletinin egemenliği.
MÖ 546 yılında sona erdi.
Zengin Sardes kenti 
Persler tarafından fethedildi...

Sonra Büyük İskender.
Daha sonra I. Seleukos.
MÖ 133'de Roma.
Bizans da ondan sonra.
Egemen oldular burada...

Sardes, 14. yüzyılda.
Katıldı Osmanlı topraklarına.
1910-14 yıllarında.
İlk Arkeolojik kazılara.
Başlandı Amerikalılar'ca...

Sardes'in en büyük zenginliği.
Kroisos (Karun) un hazineleriydi.
Onun da elde kalan bir bölümü. 
Uşak'da sergilenmekteydi:

Antik dünyanın en zengini.
Sardes kentinin taşınmazlarını.
Akropol ve Artemis Tapınağı.
Gymnasium ve Sinagog'unu.
Görmek istiyorsanız.
Salihli'de durmalısınız...

Yok eğer buradan çıkartılan.
Eserleri görmek istiyorsanız.
Bi zahmet. 
New York'a kadar uzanmalısınız...



Sardes Antik Kenti fotoğraflarım:

.

21 Mayıs 2021 Cuma

PARA...

 

para, para, para 
varlığı bir dert, yokluğu yara...


Biz yetişemedik.
"Para"nın gerçekten.
Para olduğu dönemlere...

Ama çocukluğumuzda.
Tanışmıştık Para mefhumuyla.
Görmezdik kullanmazdık ama.
Yine de iç içeydik para'yla...

Bizim çocukluğumuzda.
Delikli, sarı renkli. 
Metal 1 Kuruş'lar vardı.
Bizim için çok değerliydi...

İşte bu delikli 1 Kuruş.
40 Para'ydı.
Para pek ortada yoktu ama.
1 Kuruş önemliydi o zamanda...

Para kullanılmazdı ama.
Bir de Yüz Para vardı çocukluğumuzda.
İki tane 40 Para.
1 tane de 40 Para'nın yarısı, 20 Para.
Geldiğinde yan yana.
40+40+20 ederdi size Yüz Para...

İşte bu Yüz para daha büyüktü.
Sarı metaldi, ortası delikliydi.
Üzerinde 2 1/2 Kuruş yazardı.
Ama bizim için o Yüz Para'ydı...

Yerde bulsak bayram ederdik.
Neler neler alır, neler yerdik.
O yüz Para'yla.
Ya da 2.5 Kuruş'la...

Sonraları 5 Kuruş'lar.
10 Kuruş'lar, 25 Kuruş'lar.
50 Kuruş'lar.
Ve 1 Lira'lar...

Cebimizde 1 Lira varsa.
Zengindik bir hafta boyunca.
Zamanla kaldık kağıt paralara.
Mor kağıt 2.5 Lira veya.
Mavi kağıt 5 Lira'lara...

Sonra 10luk'lar, 20lik'ler.
50lik'ler, 100lük'ler.
200lük'ler, 500lük'ler.
Ardından mor binlik'ler...

Sonra metal Onbinlik'ler.
Kağıt Yüzbinlik'ler.
Daha sonra 1 Milyon'lar.
Yetmedi 5, 10, 20  Milyon'lar...

Cebimizde 5 Milyon oluyordu.
Ceplerimiz kağıt para doluyordu. 
Ama alımı çocukluğumuz zamanı.
Ancak 5 Lira'sı kadardı...

Bu arada Dolarlar, Marklar.
Sterlinler, Franklar.
Riyaller, LiretlerYenler.
Yavaş yavaş gündeme girdiler...

Zamanla Kredi Kartları.
Piyasaya çıktı.
Renkli, gösterişli, alımlı.
Şifreli, akıllı ve temaslı...

Tüfek icat olmuştu.
Para da bozulmuştu.
Para'nın ne önemi vardı.
Mühim olan Bankalar'dı...

Neyse, paramızdan 6 sıfır atıldı.
Yeni TL diye bir şey yaratıldı.
Rakamlar ufalmıştı.
1 milyon Lira, 1 YTL olmuştu...

Sevincimiz sonsuzdu.
1 Dolar = 1 TL oldu.
Paramızın değeri artmıştı.
Bir de yeni simgemiz olmuştu...

Aradan 10 yıl geçti.
Simgemiz hiç değişmedi.
Ama paramızın değeri.
Dolar, Euro karşısında eridi
Giderek geriledi, geriledi...

1 Euro'nun ederi.
10 TL'sını geçti.
Bu arada yeni bir para biçimi.
KriptoPara piyasaya girdi...

Bizler Para görmemiştik. 
10-20 Paraları kullanmamıştık.
Bir Kuruş'u görmüş, kullanmıştık.
Yüz Para bulduğumuzda sevinmiştik...

Bizler bu Bitcoin'i de hiç görmedik.
Bitcoin ve benzerlerini hiç de sevmedik.
Biz Para'yı da sevmezdik.
Ama biz Lira'yı severdik...

Çünkü bizim Lira'yı sevmemiz.
Üzerinde.
Atatürk'ü gördüğümüz.
İçindi...

Lira'nın ne önemi vardı.
Mühim olan Atatürk sevgisiydi...


Para ve Lira'nın evrimi fotoğrafları:
.

18 Mayıs 2021 Salı

HAMA...

 

- 7 Aralık 2008, Hama-Suriye -


Halebden gidüp 'azm idince Şam'a
İki üç gün konakdur anda Hama
Muhammedün dolabı döner anda
İniler zarî kılup her zamanda

Bu öyle bir dolabdır ki dört yanındaki çöllerin sekiz saatlik uzak yerlerinden gelen gece yarısı "ya Muhammed" sesi açık açık duyulur. Bu sebeple adına "Muhammed Dolabı" derler. Göğe doğru yükselmiş bir dolapdır. Orta milinden ta tepesine kadar kırk mimarî zira'i yüksekliktedir. Aşağı kısmı da kırk arşın olup, bütün yüksekliği seksen arşındır. Ağaçları Baalbek dağlarından getirilen Sedr çamıdır. Üzerinde yüz ve yüzellişer okkalık mıh ve çivileri vardır. Dolabın etrafında binlerce su kovaları bulunur. Kule üzerine temiz su çıkarılub oradan su kemerleri ile şehrin bütün cami, han, hamam, tekke, medrese, imaret ve saray gibi büyük binalara su gönderilir. Gayet büyük bir vakıf olub, vergiden muaf, müsellem dülgerleri, kırk-elli kadar da görevlisi vardır. Yanına gidip seyreden kimsenin dolabın yüksek sesinden dolayı kulağı sağır olur.
Esas garib olanı şudur ki şehrin başıboş çocukları bu dolaba sarılıp dönerler, yükseğe çıktıktan sonra Asi nehrine atlarlar. Bu dolapdan başka Asi nehri iki iki tarafında üç bin kadar Cennet bahçesi gibi bağ ve bahçeler vardır. Her birinde ikişer üçer dolap ile sebzeler sulanır. Ama bu Muhammediye dolabından büyüğü yoktur. bu dolap bütün Acem ve Arap seyyahları ağzında söylenir.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 3. Cilt, Hama, 741-746. 1630-1885.
...............

Halep'den Şam'a gidecektik.
356 km yol kat edecektik.
Su Dolapları'nın methini işitmiştik.
Hama'ya da bir uğrayalım dedik...

Hama.
Halep ile Şam arasında.
M-5 karayolunda.
Ve yolun tam ortalarında...

Hama kenti.
Bir "su değirmenleri" şehri.
Bu değirmenler nedeniyle de.
Medinet-ün-Nevair ismiyle.
(Su dolapları şehri) olarak bilinmekte...

Hama şehrinin ortasında.
Asi Nehri akmakta.
Asi nehri, Lübnan'da.
Bekaa Vadisi'nden doğmakta...

Bekaa'dan çıktıktan sonra.
Kuzeye doğru akmakta.
386 km yol yapmakta.
Türkiye-Suriye arasında.
Bir sınır oluşturmakta....

Türkiye'ye girdikten sonra.
Güneye geriye doğru kıvrılmakta.
Samandağ'da Akdeniz'e kavuşmakta.
Bu ters seyri nedeniyle.
Asi nehir olarak isimlendirilmekte...

İşte bu su dolapları Hama'da.
Asi nehri üzerinde bulunmakta.
Ve V. yüzyıldan bu yana.
1600 yıldan beri kullanılmakta...

Dolabın kenarındaki kovalar.
Suyun içine girdiğinde doluyorlar.
Akımla dönüp, en tepeye çıkıyorlar.
Ve suyu kanalın içine boşaltıyorlar...

Toplamda 100 tane civarında.
Su değirmeni varmış Hama'da.
Ancak zamanımızda.
Bunlardan 17 tanesi kalmış yalnızca...

Bu dolaplardan bir tanesi.
500 yıldan daha eski.
Zamanının en önemli.
Teknolojik bir keşfi olduğu besbelli...

Bunlardan en büyük olanı.
Ve çalışır durumda bulunanı.
Hz. Muhammed adıyla anılanı.
"El Muhammediyye" su dolabı...

Bu dolabın kitabesinde Arapça:
"Bu büyük ve kutsal naura
1361-62 yılında
Ulu Cami'ye su taşımak amacıyla
inşa edilmiştir" yazmakta...

Bu dolap 80 arşın (54.5 m) çapında.
Ve günümüzde halâ.
İnsanı sağır yapmadan.
Aheste aheste inilerek çalışmakta...

Neyse,
Kulak verelim bir de 
Yunus Emre'ye
"Dertli Dolap" şiiriyle:

Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalap
Derdim vardır inilerim

Beni bir dağda buldular
Kolum, kanadım yoldular
Dolaba lâyık gördüler
Derdim vardır inilerim

Ben bir dağın ağacıyım
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir usanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim

Suyum alçaktan çekerim
Dönüp yükseğe dökerim
Görün ben neler çekerim
Derdim vardır inilerim...


Hama  Fotoğraflarım:
.

13 Mayıs 2021 Perşembe

BAYRAM TEBRİĞİ...

 


Bir Bayram Tebriği.
Fotoğraftaki kişi.
Babam Yusuf Besim Tanyeri.
Sinop, ikamet yeri.
Yaşı henüz yirmi yedi.
İşi PTT görevlisi.
Üzerinde siyah takım elbisesi.
Cebinde beyaz mendili.
Geniş yakalı kolalı gömleği.
İle çekilmiş bir Stüdyo resmi.

Fotoşop filan henüz icat edilmemiş.
Fotoğraf özenle kesilmiş.
Boş bir karta yerleştirilmiş.
Fotoğrafçı kartı çoğaltmış.
Babam mürekkepli dolmakalemini çıkartmış.
Tanıdıklarına el yazısı ile notlar yazmış. 
Bir tanesi de arkadaşı imiş.
Kardeşim H. Gençer diye başlamış.
Bayramını kutlarım diye eklemiş.
15.III.935 diye tarih de belirtmiş.
Zarfa özenle yerleştirmiş.
Zarfın ön yüzüne adresini yazmış.
Pulunu yapıştırmış.
Arkadaşına göndermiş.

Aradan uzun zaman geçmiş.
Kart Zeki Özcanoğlu'nun eline geçmiş.
Orijinal kartı kağıda sarmış.
Y. Besim'in oğlunu tanıyormuş.
"Sayın Hocam" diye başlamış.
Babanızın olduğunu sanıyorum" demiş.
"Orijinal kartviziti gönderiyorum" yazmış.
19.07.2010 diye tarih eklemiş.
76 yıl sonra adresime iletmiş.
Kartın üzerinden tam 86 yıl geçmiş.
Hikaye de burada bitmiş.

Ben de
Bayramınızı kutlarım
13.V.2021
Y. Tanyeri




12 Mayıs 2021 Çarşamba

HALEP...

 

- 13 Aralık 2008, Halep-Suriye -

Bütün tarih kitaplarında 
bu Haleb hakkında nice şeyler yazılmıştır.
Nuh tufanından sonra  
yeryüzünde yapılan ilk şehirlerdendir.
Beni İsrail memleketlerinin eskisidir
Arap tarihlerinde ismi Zatu'l-avamid'dir zira 
tüm iç kalesi temelleri direkler üzere yapılmıştır ve 
nice bin kralın tasarruflarına girmiştir.

Evliya Çelebi, Seyahatname'den

.....................

2008 senesinde otobüsle.
Sabah Cilvegözü'nden girmiştik.
St. Simeon'u ziyaret etmiştik.
Öğlende de Halep'e gelmiştik...


Evliya Çelebi'nin söylediği gibi.
4000 seneden eski.
Kadim bir yerleşim yeri. 
Bu Halep şehri...

Çok çeşitli uygarlıkların yerleştiği.
1516'da Osmanlıya geçtiği.
402 yıl Osmanlı'nın hükmettiği.
1918'de terk ettiğimiz Halep Vilayeti...

2008 yılında
Nüfusu 1.8 milyon civarında.
Çevresi ile bir arada.
4.5 milyon dolayında...

Araplar nüfusun yarısı.
Türkmenler de % 40'ı.
Diğerleri Ermeni, Asuri.
Çerkez, Kürt ve Yahudi...

Burası eski bir ticaret şehri.
El sanatları ve dokuma merkezi.
En büyük zenginlik devri.
Osmanlı dönemi...

Bir gece burada kalacaktık.
Sabah da yola koyulacaktık.
Yani az zamanımız vardı.
Halep'i hızla gezmek lazımdı...

Kentin neredeyse tamamı.
"Kaysani" adlı.
Taşlardan yapılı.
Ev ve binalarla kaplıydı...

Halep'in en önemli yapısı ise.
49 m yüksekliğiyle.
Oval biçimli bir höyük üzerinde.
Yer alan tarihi Kalesi...

Kale'nin çevresi.
Geniş bir hendekle çevrili.
Hendek üzerindeki.
Köprü, heybetli ve görkemli...

Köprüyü geçiyorsunuz.
Bir demir kapıyı açıyorsunuz.
Kaleye giriyorsunuz.
Halep'in dört bir yanını görüyorsunuz...

Kale'den iniyoruz.
Tarihi Kapalı Çarşı'ya gidiyoruz...

Burası 15. yüzyıl yapımı.
Tarihi bir Osmanlı Çarşı'sı.
Halep'in en canlı noktası.
10 km'den fazla içerisindeki yolları...

Daracık yollar, üst üste insanlar.
Küçük küçük sayısız dükkanlar.
Hareketli, gürültülü sokaklar.
El yapımı neler neler var...

Sonra Halep'in içine giriyoruz.
Daracık sokaklarında geziyoruz.
Kaysani taş kaplı evleri görüyoruz.
Canlı, neşeli insanlarını tanıyoruz...

Gece Halep'teyiz.
İyi bir Restorana gideceğiz.
Halabi, Maklube, Tabule.
Humus, Lübye deneyeceğiz...

2008 senesinde Halep'te.
Karşılandık sevgi gösterileriyle.
Yakın bir dostluk ve ilgiyle.
Her ne kadar dillerini bilmesek de...

O yıllarda Antakya-Halep sanki.
Birleşmiş gibiydi.
Sınır geçişleri neredeyse serbestti.
Turizm iki ülke için de hareketliydi...

İki yıl öncesinde, 2006 senesi.
Halep kenti.
"İslam Kültür Başkenti".
İlan edilmişti...

Bundan tam 5 yıl sonra.
2011 yılında.
Çıkartılan iç çatışmalarla.
Yok oldu Halep birkaç yılda...

Şimdi bu güzelim insanlarla.
Muhteşem tarihi yapılarla.
Dolu bu büyülü Halep şehri.
Tümüyle yerle bir edildi...

Halep oradaysa.
İşte durum da burada...

Biz geldik, gidiyoruz.
Keşke hep Şen olsaydın,
Harap kalmasaydın bari. 
Halep şehri...


Halep fotoğraflarım:

Savaş sonrası Halep (Video) :
.

9 Mayıs 2021 Pazar

KOÇİRA...

 

Koçira, Lazca bir sözcük.
Yaylada, evde kalarak günlük ev işlerini toparlayan kadına verilen isim.

Yaylada emek yoğun bir çalışma ve görev bölümü söz konusu.
Sabah kalkıldığında her bireyin görevi farklı.
Herkes kırsala dağılıyor.
Evin en hamarat kadını ise evde kalıyor.

Evin işlerini çekip, çeviriyor.
Evi düzene koyuyor.
İşte bu kimseye deniliyor “koçira"...

Bu kelimeyle yaşamımda ilk kez bu yıl karşılaştım.
Anlamını da yeni öğrendim.

Sonra kafama dank etti.
Bizim de bir “koçira”mız vardı.

Bizim koçira’mızın üçü de farklı yaşta, üçü de farklı davranışta üç çocuğu vardı.
Sabah bunların her türlü sorununu çözümler, kahvaltılarını yaptırır, onları giydirir, hazırlar ve okullarına gönderirdi.

Sonra kocasının sade kahvesini pişirir, onu da vazifesine yolcu ederdi.
Gündüzleri evde tek başına kalırdı.

Odunu, kömürü, gazyağını o temin eder, sobayı yakar, etrafı süpürür, evi temizler, çarşı-pazar alış verişini yapar, ocağa yemeği koyar, suyu ısıtır, çamaşırları, bulaşıkları elde yıkar, elbiselerimizi diker, söküklerini tamir eder, çoraplardaki delikleri yamalar, elbiseleri ütüler, sofrayı hazırlar, evin turşusunu, reçelini, salamurasını, salçasını yapar, namazını kılar, kuranını okur, boş zamanlarında da konu komşuya örgü ve dantel örerek aile bütçesine katkıda da bulunurdu.

Tüm bunları hiç yakınmadan, sızlanmadan, sesi çıkmadan yapardı.
Akşamları da derslerimize yardımcı olurdu.
Gece belli bir saatten sonra çayı demler, hepimize tek tek dağıtırdı.
Bazı akşamlar ya misafirliğe gidilir veya misafir ağırlanırdı.
Büyük bir ekonomistti.
Borsadan, bankadan, hisse senedinden hiç haberi olmamıştı ama kocasının ev harcamaları için verdiği üç kuruşu, son meteliğine kadar düşünerek, ölçerek, tartarak harcardı.

O kadar güzel pilav, börek, kurabiye, tatlılar yapardı ki şaşardınız.
Kısıtlı ev bütçesine rağmen pazardan meyvenin, sebzenin en iyisini, en güzelini seçer, soframıza koyardı.

Bizleri yetiştirdiği yetmiyormuş gibi torunumuzun bakımına da yardımcı oldu.

Bu güzel insan, annem 25 yıl kadar önce aramızdan ayrıldı.
Koçira unvanını ise bu yıl ben “koçira” kavramını idrâk ettiğimde edinebildi…

.

8 Mayıs 2021 Cumartesi

St. SİMEON KATEDRALİ...


- 6 Aralık 2008,  Afrin, Suriye -

2008 yılında.
Aralık ayında.
Gitmiştik Suriye'ye gezmeye.
Küçük bir grup ile otobüsle...

Antakya'dan çıktık yola.
50 dakika sonra.
Vardık Cilvegözü sınır kapısına.
Kısa bir duraklama sonrasında.
Adım attık Suriye topraklarına...

Türkiye'den gidenler.
Suriye'den gelenler.
Otobüsler, taksiler, mutlu bireyler.
Gülen yüzler, sevinenler...

Ulaşacağız  Halep'e.
55 km yol kat ettiğimizde.
Yaklaşık bir saat gittiğimizde.
Ama tırmanacağız önce.
Aziz Simeon Katedrali'ne...

Saint (Aziz) Simeon.
Doğmuş İsa'dan.
Tam 386 yıl sonra.
Amanos dağlarında...

16 yaşında.
Kabul edilmiş bir Manastır'a.
Sonra çekilmiş münzevi yaşama.
18 metre yüksekliğinde.
Bir sütun üzerinde...

St. Simeon, 48 yıl daha.
Sütun üzerinde yaşadıktan sonra.
Ölmüş 459 yılında.
Yaklaşık 70 yaşında...

St. Simeon ölümünden sonra.
Sahiplenilmiş Hıristiyanlarca.
Yaşadığı sütunun olduğu yere.
Beş dönüm bir araziye.
Yapılmış bir Bazilikaüç Kilise.
Ve bir de Vaftizhane...

Gittiğimiz dönemde inananları.
İçin önemli bir Hac alanıydı burası.
Bizden 3 sene sonra 2011 senesi.
UNESCO Dünya Mirası kabul edildi...

Aradan kısa bir zaman geçti.
Savaşa geçildi.
Barış havası aniden sona erdi...

Kiliseyi 2015'de YPG ele geçirdi.
Sonrasında savaştı Esad güçleri.
Ardından Rus Hava Kuvvetleri.
Bombaladı bu bölgedeki tüm yerleri...

8 Şubat 2020 idi.
Türk Silahlı Kuvvetleri.
Afrin yakınında buraya girdi.
Ama alan artık bir harabeydi...

Bu gezimizden 3 yıl sonra.
2011 yılında.
Bu kez de gitmiştik Antakya'ya.
Uğramıştık burada  St. Simeon'a...

Burası Samandağ'da.
Nahırlı köyü yakınında.
480 m rakımlı bir dağda
Yoldan yürümekle 8 km uzakta...

Cebel-Mar Sem'an.
Veya Dar Sem'an.
Olarak da adlandırılan.
Samandağ'a.
İsmini veren yer aslında...

St. Simeon Manastırı, Samandağ'da.
Suriye'dekinden 100 yıl sonra.
İnşa edilmiş, Aziz Simeon'a.
İnananlarca...

St. Simeon'un tedavilerinden. 
Ve mucizelerinden.
Fayda görmek isteyen.
Yapmış burayı yüzlerce inanan...

Kurulmuş 6. yüzyılda burası.
13. yüzyıla kadar sürdürmüş varlığını.
Burası 20 dönüm bir alanda.
Sahip birçok dinsel yapılara...

İnsanlar gelmişler yüz yıllarca.
Dualar etmişler burada inançla.
Oluşan deprem ve savaşlarla.
Ve sonradan yapılan talanlarla.
Dönmüş viran kalıntılara...

Neyse ki günümüzde.
Taş taş üstünde kalmış az sayıda.
Burada. 
St. Simeon alanında...



St. Simeon Katedralleri Fotoğraflarım:
.

4 Mayıs 2021 Salı

ASMA KÖPRÜLER...


- Clifton Suspension Bridge, Bristol-İngiltere -


1969 yılında.
Gitmiştik Bristol'a.
Sınıf arkadaşım Aras'la.
Üç aylığına staja...

Anlatmıştım maceralarımızı.
Bloğumda.
Pehlivan tefrikalarıyla:

Yıl 1969'du. 
Bizde bir Asma Köprü yoktu.
Boğaz'a yapılacağı söyleniyordu.
Ama "Boğaz'a değil Zap'a köprü"
Tartışmaları yapılıyordu...

Biz, gelişmekte olan memleketin.
Gelişmekte olan iki öğrencisiydik.
Delikanlılık dönemimizdeydik.
İlk kez yurt dışına çıkıyorduk...

Bristol'e geldik.
Şehri şöyle bir tanıyalım dedik.
Soğukta uzun süre yürüdük.
Sonra bir Parka girdik...

Gözlerimize inanamadık.
Kocaman bir çelik asma köprü gördük.
Nehirden çok yüksekteydi.
Görünümü muhteşemdi...

Köprünün ismi.
Clifton Suspension Bridge idi.
Yapımı 1864 yılıydı.
Yani, o zaman 105 yaşındaydı...
(şimdilerde 157 yaşında)

Köprü yapım fikri 1753 yılıydı.
Düzenleyen Mimarı.
Brunel adındaydı.
Ve henüz 24 yaşındaydı...

Mühendisliği 8 yaşında başlamıştı.
Babası da bir Mimardı.
Hatta bizim Londra'dan.
Bristol'e geldiğimiz tren yolunu da.
Zamanında Brunel yapmıştı...

Brunel, 53 yıla.
Sığdırdığı kısacık yaşamında.
Köprüler, tren yolları yapmıştı.
17 yaşında Thames tünelinde çalışmıştı...

Köprünün uzunluğu 412 m.
Genişliği 4.5 m, Yüksekliği 101 m.
Açıklığı da 214 m idi
Ve Bristol'ün gerçek bir simgesiydi...

Aras'la birlikte.
Zaman zaman giderdik bu köprüye.
100 m yükseklikten bakarak nehre.
Yürüyerek geçerdik karşı sahile...

Linkini verdiğim üstte.
Giderken Galler gezimize.
Atlantik Okyanusu üzerinde.
Bristol Kanalı denilen yerde...

Geçmiştik otobüsle.
Yine 1969 senesinde
Yaşamımızda ilk defa.
Bir Asma Köprü'den karayoluyla...

Köprünün ismi.
Severn nehri'nin açılım yeri.
Nedeniyle Severn Bridge idi.
Birleştiriyordu Galler ile İngiltere'yi...

Biz gelmeden buraya.
3 yıl önce açılmıştı 1966'da.
İngiltere Kraliçesi'nce.
M48 Motoryolu üzerinde...

Burası da 1600 m uzunlukta.
988 m açıklık iki kolon arasında.
İki tane 305 metrelik yan yollarla.
Ve denizden 47 m yukarıda...

Anlatmıştım yine Bloğumda.
Gidip dönerken trenle Göztepe maçına.
Galler'in başkenti Cardiff'e.
Geçmiştik trenle denizin altını tünelle...

Dönüşümüzün üzerinden 5 yıl geçtiğinde.
29 Ekim 1973 tarihinde.
Kavuştuk ilk Asma Köprümüze.
İstanbul Boğazı üzerinde.
Boğaziçi Köprüsü ismiyle...

Sonra bir asma köprü daha.
Daha sonra bir tane daha.
Bir de Tünel, boğazın altına.
Şimdi bir tane de Çanakkale Boğazı'na...

Ama onlardan önce bu arada.

İlk Asma köprü'müz yapılmıştı. 
Hakkari'de Zap suyu'na.
68 kuşağı'nca 1969 yılında.
"Gençlik Köprüsü" adıyla...


Bristol Asma Köprüsü fotoğrafları:

.