YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

30 Haziran 2010 Çarşamba

MESLEKTE 40 YIL...


Bugün 30 Haziran 2010.
Bundan tam 40 yıl önce mezun oldum.
Hacettepe Tıp Fakültesi'nden.
30 Haziran 1970’te…

Tıp Doktorluğu
yapmaya hak kazanmıştım.
Hacettepe'de 6 yıllık yoğun bir eğitimden sonra…

Arkasından Hacettepe KBB’da 4 yıl Asistanlık yaptım.
Sonrasında Ankara Hastanesi'nde çalıştım.
Sonra Samsun’a geldim.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi'ne…

30
yılı aşkın bir süredir de burada çalışıyorum.
Önce Doçent oldum, sonra da Profesör...

Hastalar baktım, ameliyatlar yaptım.
Öğrenciler eğittim, Uzmanlar yetiştirdim.
Araştırmalar yaptım, bildiriler yayınladım.
Tam 40 yıl boyunca…

Dile kolay bir 40 yıl.
Göz açıp kapayana kadar geçen.
Meslekte koca bir 40 yıl...

Önce zarar verme” ilkesiyle çalıştım.
Çoğu hastama yararım oldu.
Kimine de maalesef olamadı.

Doğru ve dürüst bir hekimlik yaptım.
Öğrendiklerimi uyguladım hastalarıma.
Bildiklerimi öğrettim öğrenci ve asistanlarıma.

Parada, pulda gözüm hiç olmadı.
Vallahi olmadı…

İşi en güzel bir meslektaşım özetlemiş herhalde.
Sayın Dr. Mehmet Eryılmaz.
Orhan Veli Kanık’tan uyarladığı.
Dalgacı Cerrah” başlıklı şiiri ile…

İşim gücüm budur benim,
Ameliyat yaparım her akşam,
Hepiniz uykudayken.

Uyanır duyarsınız ki
Bir yakınınız ameliyat olmuş.
Bıçaklanır bazen insanlar,
Bilmezsiniz kim ameliyat eder;
Ben ederim.

Nöbet tutarım çoğu zaman
Bu da benim vazifem;
Bir hastamı düşünürüm nöbette,
Bir çocuğumu düşünürüm evde,
Bir kredi kartı düşünürüm aybaşında,
Bu koşullarla bu çağda,
Ne halt edeceğimi bilemem…



Meslekte 40 yıl’dan birkaç anı:

https://photos.google.com/album/AF1QipPV3OBuX-1dXVOPy3o2bcAc_4QoymbzWb1WqcH_/photo/AF1QipMcO19kgeCAegF3ql89IL04Z64jRIO2OpO9wr6N

.

24 Haziran 2010 Perşembe

PAPATYA RESSAM...


Torunum Papatya henüz 3.5 yaşında.

Çok uslu bir bebeklik dönemi geçirdi.
Ele avuca geldiğinde de usluydu.
Bir kenarda oyuncaklarıyla oynardı.

Eli kalem tuttuktan sonra çizimlere başladı.
Önce karakalemle.
Sonraları renklileriyle…

Başlangıçta non-figüratif çizimlerdi bunlar.
Birazcık büyüdüğünde şekillere özendi.
Annesi de çizimlerinde ona yardımcı oluyordu.
Kısa zamanda geliştirdi kendisini.

Oyundan fırsat bulduğunda oturuyor.
Renkli kalemlerini, kağıdı alıyor
Güzel şekiller çiziyor.
Renk ahengini sağlayabiliyor.
Güzel kompozisyonlar oluşturuyor.

Bence oldukça başarılı.
Özgürce çiziyor.
Dilediğince renkleri kullanıyor.
Kendine göre figürler oluşturuyor.

Henüz eserlerine imza atmasını bilmiyor.
Ama hala üretmeye devam ediyor…

Papatya'nın resim ve çizimleri için:
https://photos.google.com/share/AF1QipO_wiK5V9plFwB86-I3kGVM3-A3-Usjfp1n7Nh80pdp1W9tlzRmgkMcj-W_YKEMdQ/photo/AF1QipMSdflrYHiJKICZNBUjzoDMZQVq4G2--zi2ZXh-?key=Y0F5czc1RnhMXzBuZWFDbWhTYWVPT3FBRGIzR2Vn&hl=tr

.

21 Haziran 2010 Pazartesi

40 YIL GEÇTİ ARADAN...


Kırk yıldır”, biri birinin “kırk yıl kulu kölesi olmuş”, “kırk ayak, kırkının da başı kabak”, “kırk yıllık dost”, “kırk yılın başında”, “kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi" ki, “kırk yıl önce” içtikleri acı bir kahvenin “kırk yıllık hatırı için”, “kırk yılda bir”, bir birlerinin “kırk yıllık hatırlarını kırmadan”, “kırk yamalı bohça”larını yanlarına alıp, “kırk yılın muhasebesini yapmak”, “kırk gün kırk gece” bir arada olmak, “kırk mum yakıp seyrine bakmak” ve “kırklarını çıkartmak” üzere, “Kırklareli”nin “Kırkpınar” ilçesinde, “kırk ikindiler yağmuru”na aldırmaksızın, “kılı kırk yararak” hazırlanmış “kırkıncı yıl programı”yla, “kırk yıl” sonra bir araya geldiler.

Bu “kırk yıllık dost”tan, “kırk kırık küp, kırkının da kulpu kırık küp”, “kırk haramî” ve “kırk havarî”, kendilerine “kırk kere söylenmesine” rağmen, “kırk dereden su getirerek” ve “kırk yalan uydurarak” bu “kırkıncı yıl” toplantısına katılmadılar.

Kırk yıllık kâni, olur mu yani” diyerek, bunlar “mallarının kırk da birini zekat vermek” ve “kırk katır, kırk satır”la, “kırk parçaya ayrılmak” üzere cezalandırıldılar.

Gelenlere “kırk bir kere maşallah”...

...............

Hacettepe’den 40 yıl önce mezun olmuştuk.
1970’te…
40 yıl geçmişti mezuniyetimizin üzerinden.
40 yıl sonra buluşacaktık.

Sözleştik.
Kırmızı Amfi’de buluşmak üzere.
18 Haziran 2010 Cuma günü 17.40'da.
46 yıl önce Hacettepe’deki ilk göz ağrımız.
Kırmızı Amfi'de…

Ama daha oraya varmadan kavuştuk biri birimize.
Kırmızı Amfi’ye giden yolda.
Seramik Panolu salonda…

Sarılındı, koklanıldı.
Seni iyi gördüm”ler söylendi.
Hiç değişmemişsin”ler denildi.
Amma kilo almışsın”lar vurgulandı.

Herkes belki biraz değişmişti.
Ama hiç bir şey kaybetmemişlerdi.
Gençliklerinden, neşelerinden, yaramazlıklarından…

İskender, T-shirt’ler hazırlatmıştı.
Günün anlam ve önemine uygun olarak.
Bir bölümümüz giydi bunları.

Kırmızı Amfi
'de anılar canlandı.
Hocalar yadedildi.
Yapılan yaramazlıklar anlatıldı.

İskender güzel bir sunum yaptı.
40 yılı özetledi.
Sonra hepimize birer Plâket sunuldu.
40 yılın anısına…

Sonra Çayhane’ye geçildi.
40-45 yıl önce öğlen aralarında gittiğimiz.
1 saatlik aralıkta hızla bir şeyler atıştırdığımız.

Bu kez aheste aheste.
Ve anılar canlandırılarak.

Çayhanede bu kez tost-ayran yenilmedi.
Mükellef bir menü hazırlanmıştı.
Şampanyalar eşliğinde yenildi.
Tatlı sohbetler yapıldı.

Yemek sonrası Müzik başladı.
Akordeon eşliğinde.
Ahmet Kurtaran ve Nazım Şuvağ önderliğinde.

Bir anda Modern Folk 40’lısı olduk.
Şarkılara eşlik ettik.
Neşe’lendik, eğlendik.

Ertesi gün ilk işimiz Ata’mıza gitmek oldu.
Hep birlikte Anıt Kabir’e gittik.
Ata'mıza çelengimizi sunduk.
Saygı duruşunda bulunduk.

Öğlende Ankara Kalesi’ndeydik.
Çengelhan Müzesi'nde öğlen yemeğimizi yedik.
Müzeyi gezdik.
İlhan’ın Baston koleksiyonunu hayranlıkla izledik.

Yemek sonrasında Hacettepe’ mahallesine geçtik.
Gençliğimizde çok eski olan evler onarılmış.
Çok güzel bir alan ortaya çıkmış.
Hayranlıkla dolaştık.
Bir zamanlar "sağlam çocuk" takip ettiğimiz evleri…

Bu kez Hacettepe’nin yeni yüzünü gördük.
Onkoloji ve Diş Hekimliği binalarını gezdik.
Çayımızı, kahvemizi içtikten sonra.

Akşam Göksu Restoran'daydık.
İkinci katı tümüyle kapatmıştık.
Vur patlasın, çal oynasın eğlendik.
40. yıl pastamızı kestik.
Gece geç saatlerde ayrıldık.

Ertesi sabah da Gordion Otel'de idik.
Biri birimize veda ettik.
Tekrar buluşmak üzere.
Ama artık bir 40 yıl daha geçmesini beklemeden.
Gecikmeden.
Hemen, gelecek sene…

40 yıl vuslat resimleri:
http://picasaweb.google.com.tr/tanyeri/Hacettepe40#5485116261056832018

.

11 Haziran 2010 Cuma

SAMSUN LİMANI...


1952 yılında Samsun’a geldim.
Babamın tayini nedeniyle Sivas’tan.

O zamanlar Samsun bir sahil şehriydi.
Ben 6 yaşında bir çocuktum.
İlkokula bile gitmiyordum.
Ve ilk kez deniz görüyordum.

O zamanlarda şehir sahiliyle barışıktı.
Samsun'un geniş, güzel bir kumsalı vardı.
Gezilen, top oynanılan ve denize girilen bir sahil.
Ve birçok da iskele…

Biz hep Park İskelesi’ne giderdik.
İskelenin ucunda üstü açık bir çayhane vardı.
Akşam üzerleri ailece buraya gidilirdi.
Denizin üzerinde çay içilirdi.
Ben de dalgaları seyrederdim.
Hiç bitmeyen ve art arda gelen dalgaları…

O dönemlerde Samsun bir ticaret kentiydi.
Nüfusu 50 bin civarındaydı.
Şilepler yükünü açıkta boşaltırlardı.
Bu yükler mavnalarla yük iskelelerine gelirdi.

Yolcu gemileri 1-1.5 km. açıkta demirlerlerdi.
Yolcular kayık ve motorlarla iskeleye çıkardı.
Dalgalı havalarda bu güvenli değildi.
Çok dalgalı durumlarda bu da zaten mümkün olmazdı...

1950
’lerde Demokrat Parti iktidara yeni gelmişti.
Samsun’a bir liman yapmak istiyorlardı.
Ticaret ve sanayi gelişsin arzuluyorlardı.

1 Ağustos 1953’te Liman ihalesi yapıldı.
Bayındırlık Vekili Kemal Zeytinoğlu tarafından.
Philipp Holzman ve Hochtief firmalarına.
70 milyon liraya…

Limanın temeli 27 Aralık 1953 günü atıldı.
Hususi trenle şehre gelen Cumhur reisi Celal Bayar
Ve Başvekil Adnan Menderes tarafından.

O günkü coşkuyu hatırlarım.
Davullarla, zurnalarla.
Halaylarla, horonlarla.
Ve kalabalık bir halk katılımıyla…

Samsun’da herkes sevinçliydi, mutluydu.
Böylesine büyük bir tesise sahip olunacağından.

Kent büyüyecekti.
Ticaret artacaktı.
Sanayi gelişecekti.

Sonrasında da yakından şahidi olduk.
İnşaatlarının hızla ilerlemesinin.
Mendireklerin adım adım yapılışının.
Ve sahilin dolduruluşunun…

Sonunda Samsun’lular rüyasına kavuştu.
7 yıl sonra.
Uzun senelerdir hasretini çektikleri Liman’a…
14 Aralık 1960’da.
"Karadeniz" vapurunun rıhtıma yanaşmasıyla.

Tarihi Reji İskelesi artık yoktu.
Atatürk’ün Samsun’a çıkarken ilk adımını attığı.
Çocukluk anılarımla dolu Park İskelesi de…
Hepsi dolgu alanının altında kalmıştı.

Gezecek bir sahilimiz kalmamıştı.
Kent sanki sahilden uzaklaşmış, sahiline küsmüştü.
Denizi ancak uzaktan görebiliyorduk.
Dalgaların sesini de artık duyamıyorduk.

Sonraki yıllarda Liman epey iş yaptı.
Özellikle de İran-Irak savaşı sırasında.
Son yıllarda yoğunluğu azalsa da…

Zamanla ulaşım otobüslerle yapılır oldu.
Yolcu vapuru seferleri tümüyle kaldırıldı.
Yük taşımacılığı da karayollarına geçti.
Giderek azaldı Liman'ın da önemi...

En sonunda satıldı Liman.
2010 yılında.
Açılışından tam 50 yıl sonra.
Özelleştirme kapsamında.
125 milyon dolara


Samsun Liman öncesi ve Liman yapım fotoğrafları:
https://photos.google.com/share/AF1QipNd867tSHQGQ_vTqhzSBjl8nYBpJtYRZ2NuQjLqKIT62liyDu5-tuEeR-yt2CbanQ/photo/AF1QipOCWUv0HFnmROChxZxK2oE0m8mkxqqA3TVZvJnH?key=TnZQUEUzQUpnZk02X05hZnZGTVQ1ZHhJNktkMkh3
.

7 Haziran 2010 Pazartesi

GS ADASINDA...

Bu hafta sonu İstanbul’daydım. 
Mesleki bir görevle gitmiştim. 
Toplantılarımızı tamamladık. 
Sonraki gün Samsun’a dönecektim. 

Ancak uçağım akşam saatlerindeydi. 
Sabah otelde kahvaltı yapıyordum. 
Meslektaşım Dr. İbrahim Hızalan ile birlikte.
Sevgili İbrahim doğuştan Galatasaray’lıdır...

Üniversite öncesi tüm eğitimini Galatasaray’da almıştır. 
Galatasaray Kulübü üyesidir. 
Halen Bursa Uludağ Üniversitesi’nde çalışmaktadır. 
KBB Öğretim Üyesi olarak... 

İbrahim “bugün ne yapacaksın Yücel” diye sordu. 
Hava çok güzeldi. Ancak benim belirli bir plânım yoktu. 
Belki Taksim’de şöyle bir gezerdim… 

İbrahim güzel bir öneri yaptı. 
Kahvaltıdan sonra boğazda bir kahve içelim” dedi. 

Kararlaştırdık. 
Feriye veya Ortaköy’de bir kahve içecektik. 
Sabah serinliğinde gerçekten güzel olurdu Boğaziçi… 

Yola koyulduk. 
Feriye ve Ortaköy’ü çok beğenmedik. 
Kuruçeşme’ye kadar gelmiştik. 
İbrahim “GS Adasına hiç geldin mi” diye sordu. 

Önünden defalarca geçmiştim. 
Ama GS Adasını hiç görmemiştim. 
Çok da merak ediyordum burayı. 
O zaman burada içelim kahvemizi” dedi...

Otomobili park ettik. 
Mermer bir Arslan heykeli karşıladı bizi. 
GS’a ait bir adada sarı kanarya’ların karşılayacağı.
Pek düşünülemezdi, tabii ki… 

Ada, boğazdaki iki adadan birisi. 
Diğeri Kızkulesi’nin olduğu ada, bilirsiniz. 
Burası, Kuruçeşme sahilinden 165 m. açıkta. 
Ulaşım sağlanıyor motorlarla... 

Bu ada zamanında.
Hediye edilmiş Sarkis Balyan’a. 
Beylerbeyi, Yıldız ve Çırağan Saray'larının mimarına. 
Sultan Abdülaziz tarafından 1872 yılında.... 

Ünlü ressam Ayvazovski de bu adada kalmış. 
Sonra sanatçılardan arınmış. 
1914’ten sonra kömür deposu olarak kullanılmış. 

GS Başkanı Sadık Giz burayı satın almış 1957 yılında.. 
Hem de su’dan ucuz bir fiyata. 
Tam 150 TL’sına… 

Ve burayı GS Sutopu şubesine tahsis etmiş. 
GS yüzme takımları hep burada çalışmış. 
Büyük başarılar sağlamış... 

Bu ada GS Sosyal Tesisleri olarak kullanılıyor. 
Nefis bir boğaz manzarası eşliğinde. 
Atatürk Köprüsü’nün yanında... 

Biri birinden güzel Restoran ve Kafe’ler var. 
Çok da güzel bir havuz. 
Boğazın ortasında havuza girebiliyorsunuz. 
Yanınızdan geçen tekneler, vapurlar eşliğinde… 

Sabah erinde burası kalabalık değil. 
Sessiz, sakin bir ortamda sohbet ettik. 
Acı (şekersiz) bir kahvesini içtim. 
Sevgili İbrahim kardeşimin… 

Güzel sohbetten sonra Taksim’e çıktık. 
Yine sevgili İbrahim ile. 
Bu kez ben ona sordum
 “GS Müzesini gezdin mi” diye... 

Haberi yoktu. 
Çünkü bu Müze yeniydi. 
Ben bir ay önce dolaşmıştım. 
GS Lisesinin tam karşısında. 
Eski Galatasaray Postanesi’nde...

Bu kez Müzeyi sevgili İbrahim ile birlikte gezdik. 
Ve onun verdiği çok güzel bilgiler, 
Hiçbir yerde ulaşamayacağım açıklamalar eşliğinde...

Eğitim ve Spordaki başarıları birlikte sergileniyor. 
Galatasaray’ın bu çağdaş Müze’sinde… 

Acı bir kahve’nin 40 yıl hatırı olur”muş. 
Acı bir kahvesini içmiş olmasanız bile 
Bir Galatasaraylı arkadaşınızın, 
Gidin, dolaşın ve görün bu Müze’yi.
Sevgili Fenerbahçe’liler, Beşiktaş’lılar. 
Ve hatta Trabzon’lular, Bursa’lılar… 

Her şey’in ülkemiz, vatanımız için olduğunu, 
Bu güzel rekabetten ne güzellikler doğduğunu.