YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

30 Ocak 2015 Cuma

İRAN CAM MÜZESİ...


O gün iki Müze dolaşmıştım.
Günlük plânlarımı tamamlamıştım.
Günü kapatmıştım.
Otele doğru dönüşe başlamıştım...

Yürüyordum.
Tahran sokaklarında.
Fotoğraflar çekiyordum.
Ara sıra...

Gün batımı sırasında.
Güzel bir ev gördüm karşımda.
Fotoğraflamak için gittiğimde yanına.
Bir Müze olduğunu fark ettim kapısında...

"Muzeye Abgine" denilmiş.
Meğerse bir Cam Müzesi imiş.
İran'ın Cam ve Seramik eserleri.
Burada sergilenirmiş...

Çok az vardı kapanmasına.
Şöyle bir göz atmak için girdim aslında.
Ama çarpıldım daha ilk adımda.
Binanın ihtişamına...

1920'lerde yapılmış bu bina.
1921-1952 yılları arasında.
Beş kez Başbakanlık yapan.
Ahmad Qavam'a aitmiş aslında...

Kullanmış İran Başbakanı.
Bu rezidansı.
Binayı da, 7 dönümlük bahçesini de.
30 yıl süreyle...

Sonra satılmış bu bina 1952 senesinde.
Mısır Sefareti'ne.
El değiştirmiş 1959'da.
Nasır döneminde İran'la ilişkiler bozulunca...

İmparatoriçe Farah Diba.
Satın almış burayı 1976'da.
Bir Müze yapmak amacıyla.
Bu güzel binada...

İran, Fransız, Avusturya.
Kökenli mimarlar başlamış iç dekorasyona.
Ama Devrim hareketleri girince araya.
Açılışı yapılmış ancak 1998 yılında...

Günümüzde.
İran'ın antik ve tarihi.
Cam ve Seramik eserleri.
Burada sergilenmekte...

Dalıp, gitmişim gezerken.
Bir görevli geldi.
Farsça "kapatıyoruz artık" gibi.
Bir şeyler söyledi...

Birden rüyadan uyandım.
Bu güzel eserleri bitiremeden.
Tümünü inceleyemeden.
Ayrılmak zorundaydım buradan, mecburen...


İran Cam Müzesi Fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/CamMuzesi#6108629541188015826

.

28 Ocak 2015 Çarşamba

BAZAR BOZORG...


"Bazar", pazar demek.
"Bozorg" da büyük.
Farsça "Bazar-e Bozorg" ise.
"Büyük Pazar" demek Türkçe söylemiyle...

Aslında üstü kapalı.
Olan bir çarşı.
İstanbul'daki Kapalı Çarşı benzeri bir ticaret mekânı.
İran ekonomisinin kalbinin attığı...

Yapımı gidiyor oldukça eskilere.
Taa Safaviler dönemine.
Bugünkü yapıların bir bölümü.
Yapılmış Şah Abbas döneminde...

Binaların çok azı 400 yıldan fazla.
Bir kısmı yapılmış, eskiler yıkıldıkça.
Çoğu bina.
Günümüzde en fazla 200 yaşında...

Giriliyor buraya.
Çok sayıda.
Örme tuğlalarla.
Ve çini bezemeli kapılarla...

Kubbeler, sokaklar, koridorlar.
Dar ve küçücük dükkânlar.
Alıcılar, bakıcılar, satıcılar, hamallar.
Kalabalık ve iç içe insanlar...

Tenekeciler, kuyumcular, baharatçılar.
Şekerciler, kağıtçılar, halıcılar.
Dericiler, bakırcılar, ayakkabıcılar.
Ne arasanız, buradalar...

Ulaşabilirsiniz burada her şeye.
Toplu iğneden, don lastiğine.
Sarı mercimekten, taze bezelye'ye.
Gümüş kolyeden, altın bileziğe...

Çok büyük, karmaşık bir çarşı.
10 km'ye varan koridorları.
Mederseleri, camileri, hanları.
İle velhasıl tam bir sosyal yapı...

Önce "Büyük Pazar"ı merak ediyorsunuz.
Sonra orayı gezip, görüyorsunuz.
Dinamizmi yaşıyorsunuz, kalabalığına şaşıyorsunuz.
Orada Tahran'ın farklı bir havasını soluyorsunuz...


Bazar-e Bozorg Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipNN0YUh883Y4SXX6N_31uqUlpbQNv7ARLgsxB2qaJwGLZd8cMz6z_0g5KpgGeFj5w/photo/AF1QipMJHxRws1xk0vncaDYawt_BxNS2DODQpdAwj0s4?key=VWFZM0xFdkJPQ2tFVFNwWmMxcXpmdUpaOXk5SGZR

.

25 Ocak 2015 Pazar

MALİK MÜZESİ...


(Ketabkhana va muza-ye melli-ye Malek

Malik Müzesi aslında bir Müze.
Ama ayni zamanda bir Kütüphane de.
Ulusal anlamda.
İran'ın başkenti Tahran'da...

1873 yılı Tebriz doğumlu.
Hacı Hüseyin Ağa Malik.
Başlamış çok erken yaşlarda.
Nadir eserleri, kitapları toplamaya...

1972 yılında.
99 yaşında.
Göz yummuş hayata.
Hacı Hüseyin Ağa...

İran'ın en zengin.
Ve de en kültürlü. 
İnsanlarından birisi. 
Malik Ağa...

İnanılmaz bir.
Koleksiyon oluşmuş zamanla.
Eski kitaplarla.
Ve nadir el yazmalarıyla...

Biriken eserler.
Tutulmuş Malik'in tarihi binasında.
Tahran'da.
1966 yılına kadar...

Müzenin arsası ve de binası.
İçindekilerin tüm muhtevası.
Bağışlanmış.
Ağa Malik tarafından...

Ulusal Arkeoloji Müzesinin hemen yanında.
10 dönümlük bir alanda. 
Ve çok güzel bir binada sunulmakta.
Binlerce kitap ve asar-ı antika...

Yetmiş bin nadir kitap.
Ondokuz bin el yazması.
Üçbin antik para. 
Sayısız obje, hat, tablo ve halı burada...

Güzel bir dekor ile.
Geziniyorsunuz keyifle.
Binlerce obje içinde.
Dili ve yazıyı pek bilmeseniz de...


Malik Müze ve Kütüphanesi Fotoğraflarım:


23 Ocak 2015 Cuma

TAHRAN ULUSAL MÜZESİ...


Bir Arkeoloji.
Ve Tarih müzesi.
"Müze-ye Millî-ye İran".
Ya da İran Ulusal Müzesi...

1916'da başlamış.
İlk Müze düşünceleri.
Güzel Sanatlar Bakanlığı'nın kurulması ile.
Tahran'ın içinde...

Tahran Darülfünunu'nun.
Yani Üniversitesi'nin.
Bir odasında sergilenmiş o senelerde.
İlk kez, 270 obje...

Sonra bunlar.
Taşınmışlar.
Mesudiye binasında.
Aynalı Salon'a...

Bu günkü müzenin yapımına.
Başlanmış bir Fransız mimarla.
1935 yılında.
Ve bitirilmiş 2 yıl sonra...

Yapılmış bina kırmızı tuğlalarla.
Ana giriş kapısı da.
Benzetilmiş Sasani dönemi yapılarına.
Koca kemerli bir kapısıyla...

11 dönüm alanda.
300 bin obje sergileniyor iki binada.
Birisi Arkeoloji alanında.
Diğeri de İslâm Sanatları'nda...

Eserler var Medler'den, Persler'den.
Seleukoslar'dan, Urartular'dan, Sasaniler'den.
Paleolitik ve Kalkolitik dönemlerden.
Demir ve Bronz devirlerinden...

Güzel eserler sergileniyor burada.
Heykeller, kaplar, takılar.
Oklar, bıçaklar, mızraklar.
Persepolis'ten kabartmalar...

Büyük Pers İmparatoru.
Darius'un heykeli de.
Freskleri de.
Yine burada gösterilmekte...

Zenjan'da bir tuz madeninde.
1700 yıl önce bir çökme neticesinde.
Ölen tuz adamın kalıntıları da.
Bozulmamış olarak bu müzede sergilenmekte...

Aslı British Museum'da olan.
İlk Pers İmparatoru Kirus'un.
Dünyada ilk İnsan Hakları Bildirgesi'nin replikası.
Bu müzenin en önemli parçası...

Tahran Arkeoloji Müzesi Fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/Tahranarkeoloji#6106352179629292770

Ulusal Müze Linki:
http://www.nationalmuseumofiran.ir/
.

21 Ocak 2015 Çarşamba

AK SARAY'DA...


Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd'e...

                                                  Şair Nedim (1681-1730)

...............

Biz 1718-1730'da yaşamamıştık.
Lale devrine yetişememiştik. 
Sadabâd'ı görememiştik.
Nedim'in şiiri ile varlığını öğrenmiştik...

Sadabat Paktı'nı bilirdik gençliğimizde.
Kurulmuştu taa 1937'lerde.
İran, Pakistan, Türkiye üçgeninde.
Dostluk ve saldırmazlık prensibiyle...

Şah'ın Sarayını ziyaret etmek istedim.
Tahran seyahatimde.
Gideceksin dediler Saad Abad'e.
Elbruz dağlarının eteklerine...

Meğerse son İran Şahları.
Muhammed ve oğlu Rıza Pehlevi'nin. 
Yaşadıkları ve bu paktın imzalandığı.
Saray'ın adı imiş Saad Abad...

"Saad", "saadet, mutluluk" anlamında.
"Abad" da "sonsuz, ebedi" demek Farsça'da.
Saad abad da. 
"Sonsuz mutluluk" manasında...

Saad Abad, Tahran'ın en kuzeyinde.
Yüce Elbruz dağlarının eteklerinde.
1700 m yükseklikte.
Yarısı orman olan 3 bin dönümlük bir arazide...

18 ayrı bina var bu sarayın içinde.
Yerleşmişler dağınık bir biçimde.
Sarayın bahçesinde.
Ama çoğu birer müze günümüzde...

En büyüğü "Koh-e Sefid".
Ya da "Ak Saray".
Ya da yeni adıyla "Millet Sarayı" şimdilerde.
Devrim'den sonra verilen yeni ismiyle...

İki katlı bu "Ak Saray"da..
Kalmışlar Şah Rıza.
Ve Farah Diba burada..
Kullanmışlar burayı yaz aylarında...

Ak Saray 10 salonlu, 54 odalı.
Yerleri ipek Acem halılı.
Son Şahın bu ikametgâhı.
Alımlı mı alımlı...

Eski günlerini düşündükçe.
Dolaşıyorsunuz Ak Saray'ı üzüntüyle.
Zenginlik, şatafat gözler önünde.
Ama Şah ve Farah Diba'nın büstleri de yerlerde...

Üç adam boyunda.
Şah Rıza Pehlevi'nin dev bir heykeli varmış.
Ak Saray'da.
Ancak yıkılmış o da Devrim sırasında...

Bir çift çizmesi kalmış zamanımızda.
Ondan kala kala.
Şah'ın burada.
Ak Saray'ın avlusunda...

İster Şah ol, ister Şahbaz.
Ak Saraylarda.
Sonunda dünya kimseye kalmaz.
Tabii ki anlayana...


Saad Abad Fotoğraflarım:
.





19 Ocak 2015 Pazartesi

TAHRAN...


Hiç bilmediğiniz, hiç tanımadığınız.
Bir kenti gezmenin.
En iyi yolu.
Orayı bir rehber eşliğinde gezmektir...

Bir rehber yoksa.
Daha iyisi.
O kenti iyi bilen.
Bir tanıdık ile dolaşmaktır...

O da yoksa.
Yeterli olur.
İyi bir broşür ve harita da.
Çoğu defa...

O ülkede konuşulan.
Dili anlıyorsanız.
Yazılanları okuyabiliyorsanız.
Önemli bir sorunla karşılaşmazsınız...

Eğer o ülkenin dilini bilmiyorsanız.
Başka bir lisanla anlaşabiliyorsanız.
Yine büyük bir zorluk çıkmaz.
Gezinizde büyük problem yaratmaz...

Ama bir rehberiniz, arkadaşınız yoksa.
Kenti anlayacak bir harita bulamadınızsa.
Hele de bir lisanla irtibat kurulamıyorsa.
Cep telefonunuz da kapalıysa...

Hele hele.
Google da yasaklıysa.
O ülkede.
İşiniz oldukça zordur bana kalırsa bu seyahatte...

Ben bunları tümüyle yaşadım aslında.
Her koşuluyla İran'da.
Son seyahatimde.
Tahran kentinde...

Yoldaşım Doğan Çelebi iş adamıydı.
Yoğun iş takipleri vardı.
Gündüzleri işi başından aşkındı.
Haliyle bana ayıracak vakti kısıtlıydı...

Çaresiz yalnız gezecektim.
Arap harflerini, rakamlarını sökemezdim.
Üstüne Farsça bilmezdim, konuşamazdım.
İngilizce temas kuracak kişi de bulamadım...

Bir harita olsa elimde.
Yine de gezebilirdim kendimce.
Haritaların tümü Arap harfleri ileydi.
Latin harfleriyle bir harita bulmak, hak getireydi...

Otelde oturacak halim yoktu.
Görülecek yerler hakkında bilgim vardı.
Gideceğim yeri Arap harfleriyle.
Yazdırıyordum Otelin görevlisine...

Taksiye biniyordum.
Yazıyı gösteriyordum.
Gideceğim yere gidiyordum.
Sonrasında kenti yürüyerek geziyordum...

Her gün en az 10-15 km yürüyordum.
Yolda ilginç yerleri fotoğraflıyordum.
Akşam karanlığında bir taksiye atlıyordum.
Bu kez de Otelin ismini ve adresini veriyordum...

Kaybolmak söz konusu değildi.
Taksi ücretleri oldukça düşüktü.
İşin en iyi yönü.
Türkçe konuşan çok kişi bulmak da mümkündü...

Tahran, kurulu düz bir sahada.
Sırtını dayamış Elbruz dağlarına.
Karmaşık, hareketli, zor bir kent aslında.
18 milyon'a ulaşan nüfusuyla...

Bir köymüş burası 150 yıl öncesinde.
Başkent seçilmiş Kajar Türkleri'nce.
Trafik sorunu ve hava kirliliğiyle.
Boğuşuyor Tahran günümüzde...

Görüyorsunuz çok zarif binalar da.
Çarpık yapılaşmalar da.
Yoksul insanlar da.
Pahalı otolar da Tahran'da...

Tahran'da eski bir kültürün varlığı.
Görkemli bir sanatın kalıntısı.
Dinin ağırlıklı baskısı.
Hep hissediliyor, bunların varlığı..

Cana yakın insanları, dost canlısı.
Erkekleri genelde hep sakallı.
Kadınların kiminin başı tam kapalı.
Kiminin de yarı yarıya açık saçları...

Dört gün bir şehirde kalıp.
Bilip, bilmeden dolaşıp.
Yanlış, doğru yorumlamayıp.
Tahran'ı fotoğraflarla gezip, görelim bakalım...


Tahran fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/Tahran#6105302691502689682

.



16 Ocak 2015 Cuma

LEYLEĞİ HAVADA GÖRMEK...


bir uşaglıgda xoş oldum, o da yer göy gaçarag
guş kimi dağlar uçub, yel kimi bağlar keçdi.

sonra birden gatar altında galıb üstümden
deyebilmem ne qeder sel kimi dağlar keçdi.

...............

Bırakın leyleği ayakta görmeyi.
Daha leylek bile gelmemişti.
2015'e yeni girilmişti.
Yılın ilk günleriydi...

İzmir'den arkadaşım Doğan Çelebi.
"Tahran'a gider miyiz" dedi.
Körün istediği bir gözdü.
Tanrı ikisini birden veriyordu...

"Çilov'dan dönenin.
Kaşığı kırılsın" dedim.
Tahran'ı hiç görmemiştim.
Merak etmiyor da değildim...

Yılın ilk günlerinde.
Dondurucu soğuklar vardı.
Tüm Türkiye'de.
Hatta İzmir'de bile...

Tahran, kara iklimine sahipti.
Rakım'ı 1700 metrelerdeydi.
Orası muhtemelen daha da soğuk olmalıydı.
Kalın giysiler giyip, kuşanmalıydı...

10 Ocak'ta uçuldu.
Batı ve Orta Anadolu üzeri bulutluydu.
Doğu Anadolu'da hava açıldı.
Bembeyaz kar örtüsü ile karşılaşıldı...

Van gölü güneyden geçildi.
Süphan ve Ağrı dağları görüldü.
Urumiye gölü üzerinde uçuldu.
Sonunda İmam Humeyni Havaalanına inildi...

"Sıcak yer" anlamında.
"Tahran" Farsça'da.
Hava açık ve sıcaktı burada.
İran'ın Başkenti Tahran'da...

Geçen sene gitmiştim Washington'a.
Bu sene de Tahran'a.
İster misiniz vesile olsun hayırlara.
Kardaşlığa, dostluğa ve de barışa...

Daha beş gün buradayım.
Tahran'ı tanımaya çalışacağım.
Bu "şehr-ı diyar" da.
Bakalım neler yapacağım...


Tahran'a gidiş fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/TahranaDogru#6104833171009988210

.

9 Ocak 2015 Cuma

PERGE...


Dağ kesmemişti bizi.
Beni ve Necati'yi.
Öğlen vakti Sillyon'dan inmeliydik.
Başka ören yerleri görmeliydik...

Perge çok yakın.
Sillyon'a.
Necati ile karar verdik Perge'ye.
Oraya da gitmeye ve görmeye...

Çok eski bir yerleşim yeri Perge.
Bulgular var ilk yerleşimine.
Rastlandığına ilişkin MÖ 5 bin'lerde.
Ve daha sonraları da Hititler'ce...

Şehrin surları yokmuş.
Bu nedenle çok istilaya uğramış.
MÖ 334'de.
İlk surlar yapılmış B. İskender'ce...

Sonra kent çok gelişmiş.
Müthiş bir kültür ve sanat merkeziymiş.
Çok ilerilermiş bilimde ve mimaride.
Üstlerine yokmuş kimse heykelde de...

Birkaç kırık dökük taş yontması esere.
Rastlayabiliyorsunuz gezdiğinizde Perge'de.
Ama buradaki görkemli heykellerin tümü.
Antalya Müzesi'nde sergilenmekte...

Şehrin daha girişinde simgesi.
Dört katlı iki yuvarlak kulesi.
Yarısı yıkık onların da.
İhtişamına diyecek yok ama...

Doğu-Batı cephesinde.
Ve Kuzey-Güney yönünde.
İki tane, sütunlu caddeleriyle.
Muhteşem bir kent Perge...

Bu sütunlu yol 300 m uzunluğunda.
Bir çeşme var başlangıcında.
Geniş bir su kanalı ortasında.
Ve su taşıyan kemerler de hemen yakınında...

Perge'nin agorası, dükkânları.
Odeon'u, hamamı.
13 bin kişilik tiyatrosu.
Ve de 70 kemerli muazzam stadyumu...

Vakit ayırıp Perge'ye de gidilmeli.
Bu görkemli ören yerini gezip, görülmeli.
Bir kent nasıl plânlanırmış.
Yeniden düşünmeli...


Perge Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipObJRWzdpa0PQiNpVooNNgCxsR6Cp3SHXMZ9T9RC7mNCHLsQqOAvrNGCw6uNVaYbg/photo/AF1QipN1_l0j3DzhbzP_OXesOy_qUzFc_kvxcQOgneDZ?key=UndPWkxaeUY5anVMaTJyVUk2ckIySW1UMm8zVnJB

.

5 Ocak 2015 Pazartesi

SİLLYON...



Onlarca defa geçmişimdir.
Siz de geçmişsinizdir.
Antalya-Alanya yolundan.
Serik yakınlarından...

Çoğunuz Perge'yi görmüşsünüzdür.
Aspendos'u da gezmişsinizdir.
Ama sanırım.
Sillyon'a hiç gitmemişsinizdir...

Sillyon, Perge ile Aspendos'un arasında kalır.
Serik'ten 15 km uzaklıktadır.
213 m yüksekliğinde bir tepede.
Düzlükte Masa dağı gibi bir dağın tam üstünde...

Çıkması biraz zor buraya.
Ama dağcı bir dostunuz varsa.
Necati Dedeoğlu gibi sınıf arkadaşınızsa.
Tırmanmayı kolaylaştırırsınız yarı yarıya...

Necati ile dere-tepe düz gittik.
Bir solukta dağın zirvesindeydik.
Sillyon'da 3 saat vakit geçirdik.
Böyle bir medeniyeti hayal bile edemezdik...

Truva savaşlarından sonra.
Meydana gelen göç sonunda.
Perge, Silyon, Aspendos ve Selge.
Antik kentleri kurulur bu bölgede...

Selyvis, Siluon ve Sillyon.
İsimleriyle anılmış burası geçmişte.
Geçmiş B. İskender'in eline.
MÖ 330 senesinde...

Ardından Persler döneminde.
Olmuş önemli bir askerî kale.
İskân görmüş sonraki senelerde.
Bizans ve Selçuklular döneminde...

Hiçbir restorasyon görmemiş.
Yakın dönemlerde.
Yapılar belki harabe halinde.
Ama görkemi halâ yerli yerinde...

Günümüzde bu antik tepeye.
Belki birkaç meraklı turist gelmekte.
Bir de keçi sürüleri eşlik etmekte.
Bir zamanların bu zengin kentine...


Sillyon Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipOZmYCZPuU5gdriLPPZJd7rrrnPwVmvsmVGH22wPzd5gcavxmyuI1Gy9CnScG_Etg/photo/AF1QipOmi2HA09tJ-DpA5Esw6zRNscSqHNuSZZ36qMHM?key=YnhZVkZoNFlMNmxwZmpfaVJDUG1PVWc4eklYSnF3

.