YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

24 Ekim 2008 Cuma

SİNOP HALKEVİ...



1930'lu yıllar.
Cumhuriyet yeni kurulmuş...
10. yıl yeni kutlanmış.
Tüm ülkede aydınlanma hedeflenmiş.
Yurt sathında kültür ve sanat'ta atılım başlatılmış.
Her şehirde "Halkevleri" kurulmuş.
Öğretmenler, memurlar el ele vermişler.
Halkı aydınlatmaya çalışıyorlar.

O sıralarda Sinop küçük bir vilayet.
Nüfusu onbinler civarında.
Halkı aydınlatma için ayaklanma başlamış.
Herkes elinden geldiğince birşeyler yapıyor.

Halkevi'nin Temsil kolu faaliyete geçmiş.
Kent merkezinde ve köylerde temsiller, müsamereler veriliyor.
"Tiyatro" sahneleniyor.
6 Temmuz 1934
günlü Hakimiyeti Milliye Gazetesi'nde şöyle bir haber çıkıyor:

"Bu hafta köycülük temsil ve dil şubeleri birlikte olarak bütün yakın köylerin toplandığı Karasu nahiyesine gidildi. Dil şubesi mümessili Avni Bey köylülere bir konuşma yaptı. Memleketin gidiş yolunu anlattı. Temsil şubesi tarafından da "Kahraman" piyesi köylünün yaptığı açık hava sahnesinde oynandı. Binlerce köylü seyretti. Önümüzdeki hafta gene bu heyet "Köyün Namusu" adlı piyesi oynamak üzere Kabalı nahiyesine gidecektir".

Ve bir de fotoğraf koymuşlar.
Fotoğraf altı yazısını da eklemişler :
"Sinop'ta köylerde temsil edilen "Kahraman" piyesini heyecanla seyredenler".
Kasketli, fotör şapkalı heyecanlı bir topluluk...

........

Tarih araştırmacısı dostum Baki Sarısakal, şu sıralarda İstanbul'da eski gazeteleri tarıyor.
Sinop'la ilgili eline geçen bilgi ve belgeleri E-posta ile bana iletiyor.
Geçen gün 11 Temmuz 1935 Perşembe günü Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan bir fotoğrafı gönderiyor.

"Sinop Halkevi Temsil kolu bir temsilde..." altyazılı.
Haberin altında "Halkevi verimli çalışmalarına devam etmektedir. Tiyatro kolu bir sene içinde yirmiden fazla müsamere vermiştir" deniliyor.

Fotoğrafa bakıyorum.
Arka sırada ortada duran makyajlı, başı sarıklı, beli kamalı kişi bana hiç yabancı gelmiyor.
Babam Yusuf Besim Tanyeri'nin makyajlı hali.
Babam o sıralarda Sinop'ta memur.
Halkevi'nin oyunlarında oynadığını biliyorum.
Fakat emin olamıyorum.

Fotoğrafı, o dönemleri Sinop'ta babamla birlikte yaşamış eniştem Mehmet Aydın'a gönderiyorum.
Eniştem doğruluyor.
Piyesin adının "Akın" olduğunu söylüyor.
Ayrıca, oyunun "milliyetçi bir piyes olduğunu fotoğraftaki tek bayanın, o dönemde Sinop'ta çok güzel bir kimse olarak anılan Fatma Öğretmen olduğunu ve babamın da o piyeste onun aşığı rolünde ve başrolü oynadığı" bilgilerini veriyor.

Olay, "on yılda her savaştan açık alınla çıkan, on yılda her yaştan onbeş milyon aydınlık genç yaratan bir neslin" kesiti...

Gururlanıyorum.
Yetmiş yıl sonra geldiğimiz noktaya bakıp üzülüyorum...

20 Ekim 2008 Pazartesi

AMASYA...

Revan olmuş içinde nehr-i Nil
Sanasın bağ-ı cennet selsebil

..........................

İki yalçın dağ arasında dik bir kanyon.
Arasından akan yeşil bir ırmak.
Dar, yeşil bir vadi.
Ve tarihe tanıklık etmiş inanılmaz bir dekor.

İsmini Amazon kraliçesi Ameseia’dan almış.
Elmas madenleri olduğu için “Elmasiye” denilmiş.
Sonra ismi “Amasya”ya dönüşmüş.

Dünyanın ilk coğrafyacısı Strabon buradan çıkmış.
Bu ilginç coğrafya için hiç de rastlantı değil.

Kimler duraksamamış ki bu güzel coğrafyada.
Hititler, Persler, Helenler, Romalılar…
Sonra Selçuklular, Moğollar, Osmanlılar…
Ve son olarak Türkler…

Hepsi uzun uzun konaklamış burada.
Oya gibi işlemişler bu koridoru.
Dağı, taşı, ırmağı ve de ovayı…

Görkemli sanat eserleri ortaya koymuşlar.
Kültür, inanç ve san’at kenti olmuş yıllar boyu.
Etkilemiş Avrupayı, Orta doğuyu…

Kubbetûl Ulema ve Medinetûl-Hükema olarak bilinir.
Yani “bilim adamları”nın, “hikmet sahipleri”nin yeridir burası.

Selçuklu döneminde birçok medrese ve darüşşifa barındırmıştır.
Dünyanın ilk renkli resimli Cerrahi Atlas’ı burada yazılmıştır.

Osmanlı’nın en zengin döneminin Şehzadeleri burada eğitim almıştır.
II. Beyazıd 25 yıl burada Valilik yapmıştır.

Oğlu Yavuz Sultan Selim burada doğmuştur.
Yıldırım Beyazıd, I. Mehmet, II. Murad burada Şehzadelik yapmışlardır.
Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’e burada hocalık yapmıştır.

Kültür zenginliği ile Floransa ve Bağdat’la mukayese edilmiştir.
Gezgin G. Perrot “Anadolu’nun Oxfordu" tabirini kullanmıştır.

Günümüzde Amasya artık misket elmas'ıyla, kiraz'ıyla değil bu kültürel varlıklarıyla bilinmek, tanınmak istiyor.

Gezin dünyayı.
Görün Amasya’yı.
Vurulacaksınız güzelliğine.
Çarpılacaksınız kültür varlığının zenginliğine.
Aynen benim gibi…


6 Ekim 2008 Pazartesi

DOĞA'NIN DENGESİ...



Samsun'dan karayolu ile batı yönüne Sinop'a doğru hareket ettiğinizde denizle ilk kez 90 km. sonra Yakakent'te karşılaşırsınız. 

Ama burada büyükçe bir balıkçı limanı olduğundan denizin tadına pek varamazsınız. 

Denizle ilk kucaklaşma Yakakent'ten hemen sonradır. ,
Çamgölü denilen yörede, sahile dik inen dağlık alanda görkemli bir çam ormanı vardır. 
Yol burada biraz yükselir. 
Mis gibi kokan çam reçinesini içinizde duyarak yeşille mavi'nin görkemli birleşimini gözlersiniz yukarılardan. 
Samsun ve çevre halkının mesire yeridir burası. 
Tatil günlerinde kalabalıktır, keyif alanı çoktur. 

 Bu doğal güzellik birkaç sene önce yok edildi. 
Çok gerekliymiş gibi güzelim sahil taş bloklarla doldurulup 50 m. genişliğinde uçak pisti gibi bir yol yapıldı. 
Tüm gizem ve güzellik mahvedildi. 

 Çamgölü'ne gelmeden önce Yakakent ile Çamgölü arasında çok güzel bir sahil vardır. 
Enva-i çeşit büyüklükte ve şekilde çakıllarla örtülü geniş bir sahil. 
Denizin dibindeki çakıllar nedeniyle her dem turkuaz mavisi renktedir burada deniz. 
Karadeniz'de pek rastlanılmayan masmavi bir renkte... 

Arkasında dağ ve çam ormanları, yeşil-lâcivert-mavi renk harmonisi ile öyle güzel bir panorama çizerdi ki burası... 
Her geçişimde muhakkak durur, bu güzelliği yaşardım. 

 Ta ki bu bayramdaki geçişime kadar. 

 Bayramda Sinop'a doğru yola çıktığımda hayretler içerisinde kaldım. 
Yol genişletme çalışmaları yapılıyordu bu yörede. 
Güzelim sahilin yarısına kadar girilmiş, ortasına 2 m. yükseklikte ve 50 cm. kalınlıkta ve 2 km. uzunluğunda beton bir perde yapılmış ve yol genişletme çalışmaları başlatılmıştı. 
"Berlin duvarı" gibi beton bir duvar örülmüştü. 
Bu bölümden artık denizi görmek olası değildi. 
Çakıllar greyderlerle kazınmış, doğanın içine edilmişti. 

 Bayramda son kez durdum burada. 
Çirkinliği, vandalizmi görüntülemek için. 

 Bundan sonra da artık hiç durmayacağım. 
Dursam da görecek bir şey bırakmamışlardı ki zaten...


.