YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

31 Ağustos 2008 Pazar

FÜSUN'UN ÇİÇEKLERİ...



Dr. Füsun Sayek
, Hacettepe’den sınıf arkadaşımızdı.
Türk Tabipler Birliği Başkanı iken iki yıl önce aramızdan ayrılmıştı.
İçi sevgi dolu, sevecen bir dostumuzdu.
Güzel olan her şeyi severdi.
Yakasında her zaman mutlaka bir çiçek taşırdı.

Eşi ve iki kızı, iki yıldır onun anısını yaşatıyorlar.
İskenderun Arsuz'da Füsun’un doğum gününü çeşitli etkinliklerle kutluyorlar.
Bu etkinliklerde Füsun’un tüm özelliklerini yansıtmaya çalışıyorlar.

Bu etkinliklerin ikincisi bu yıl yapıldı.
Sanatsal, kültürel, medikal çok güzel aktiviteler vardı.
Bunlardan birisi de çocuklar ve çiçeklerle ilgili olanı idi.

Arsuz’lu 40 kadar çocuk aile evinin avlusunda bir araya geldiler.
Asma çardağı altında kartonlarla, boyalarla çiçekler yaptılar.
Tüm özgürlükleriyle dilediği gibi çizdiler, boyadılar, kestiler, yapıştırdılar.
Füsun’un iki kızı Selin ve Aylin onlara yardımcı oldular.
Sonunda yapıtlarını gururla sergilediler.
Eserlerini bir araya getirdiler ve Füsun Abla’larına sundular.

Ortam öylesine neşeli, öylesine güzeldi ki…
Sanırım Füsun da oralarda, onlarla birlikte idi.
Ya da bana öyle geldi…



7 Ağustos 2008 Perşembe

100, DALYA...


Hep yakınırız hiç okumadığımızdan.
Aslında öyle değildir.
Okuruz biraz…

Çocuklukta ya Tom Miks ya da Teksas okumuşuzdur.
Gençliğimizde Hayat ve Ses mecmualarını hatmeylemişizdir.
Bir iki Polisiye muhakkak kıraat eylemişizdir.
Hiç okumayanlarımızın bile evinde 24 ciltlik bir Meydan Larus muhakkak bulunur.
Hepimiz günlük bir gazete alırız.
Almasak bile bir okuyanın yanına park edip yan gözle muhakkak günlük haberleri öğreniriz.
Günümüzde internet aracılığıyla gelen lüzumlu lüzumsuz binlerce iletiye en azından bir göz atarız.
Bir kesim ise “ikra” sûre’sinin emrini yerine getirir.
Anlasın veya anlamasın zaten sürekli okur.
Sözün özü, az veya çok bir şeyler okuruz.
Sorun burada değildir.
Sorun hiç yazmayışımızdadır.
Okuruz ama hiç yazmayız…

Çoğumuz çok konuşuruz.
Çok da güzel şeyler anlatırız.
Ama “gel bunları yaz” desen yazmayız.
Kalem’den ve yazmaktan silahtan korkar gibi korkarız.
Eskiden böyle değildi.
Kişiler hem okurdu, hem de yazardı.
Böyle kişilere “kalem erbabı” denilirdi.
Bunların yazılarını da mektuplarını da okumak bir zevkti.
Geçmişte ulaşımdaki onca zorluğa rağmen yazışılırdı.
Güzel bir hitapla başlayıp, uzun ve düzgün cümlelerle devam eden gerçek mektuplar yazılırdı.
Sonra yavaş yavaş bu özelliğimizi yitirdik.
Mektup yazmaz olduk.
Pratik şeylere yöneldik.
Önce Kartpostal’lar sökün etti.
Buna rağmen onun arkasına epeyce şey yazılırdı.
Sonra kartvizitler ortaya çıktı.
Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım” yazan.
Veya “Hamili kart yakınımdır” diye not düşülen…

Sonra o kartlardan da yazı kalktı.
Matbaada basılmış “Yeni Yılınız Kutlu Olsun ” yazan.
Adresleri sekreterler tarafından daktilo ile yazılan ya da etiketlenen.
Hiçbir “kıymet-i harbiyesi” olmayan…
Günümüzde iş daha da mekanik hale geldi.
Cep telefonları ile SMS’ler yaşamımıza girdi.
Tbrklr” yazan, kimden geldiği bile belli olmayan.
Bir tuşa basmakla herkese iletilen…

Sözün özü:
Çok konuşuyoruz, az okuyoruz amma yazmaktan hiç hoşlanmıyoruz!
Son bir senedir bu sitede yazılar yazıyorum.
Bu yazıyla birlikte 100. yazıyı tamamlıyorum.
Yani “dalya” diyorum yazılarımla.
Bazen “incir çekirdeğini” bile doldurmuyor bu yazılar biliyorum.
Ama ben zaten bunları “incirin çekirdeğini doldursunlar” diye yazmıyorum ki…
Altmış küsur yılda dağarcığımda birikmiş anıları, iyi kötü görüşlerimi kendimle ve siz dostlarla paylaşmak için yazıyorum.
Yazmaya da devam edeceğim.
Size de öneririm.
Parmaklarınız kalem tutuyorken, parmaklarınız tuşlara basabiliyorken yazın.
Çekinmeyin, utanmayın, sıkılmayın.
Yazın! Ne yazarsanız yazın!

Ama mutlaka yazın…




5 Ağustos 2008 Salı

NEREDEN NEREYE...



55 yıl öncesine ait bir toplu resim.
Babamın en küçük kız kardeşi
yani, halam Nuriye Tanyeri evleniyor.
Arapkirli eniştem Şerif
Genç ile…
Samsun’daki nikâh töreninden hemen sonra ma-aile Foto Venüs’e gidilmiş.
Herkes en güzel elbiselerini
giyinmiş.
Titiz bir sıralanma yapılmış.
Bu an ölümsüzleştiriliyor.
Kimler yok ki resimde…
Babam ve annemle birlikte halamın üç ağabeyi ve
hepsinin eşleri.
Ailenin yakın akrabaları.
Ve en ön sırada çocuklar.
Amcamın kızı Fatoş,
kardeşim Esra, amcamın kızı Ayşe ve de ben.
Fotoğrafçı merceği göstermiş ve komutu vermiş.
Buraya bakın! Sakın kımıldamayın!” diye.
Nefesler tutulmuş, ayni
noktaya odaklanılmış.
Herkes olabildiğince
gülümsemeye çalışıyor.
Ama en ön sırada en haşarı iki çocuk hareketsiz duramamış.
Fotoğrafın bu bölümü net
değil.
Ama olsun, anısı bile cihan değer...
Ön sıradaki sevimli çocuklardan birisi Fatoş.
Amcam Abdülkadir
Tanyeri’nin kızı.
Şimdilerde yakışıklı bir oğlan ve pek güzel iki kız sahibi.

Fatoş, geçen hafta oğlunu evlendirdi...

Yavuz ile Özge birlikte yaşamlarına ilk adımı attılar.
İstanbul’da boğaz kıyısında Ajia Otel’de, görkemli bir yalı’da.
Pek güzel, pek çağdaş bir düğün oldu.
Aileden, dostlardan geniş bir katılım vardı.
Yenildi, içildi, eğlenildi.
Gençlerin mutluluğuna ortak olundu.
Sonunda mutluluklar dilenip, düğünden ayrılındı.
Çağ değişmişti.
Artık akrabalar, dostlar düğün sırasında veya sonrasında birlikte bir anı fotoğrafı çektirmiyorlardı.
Dolayısıyla geride -50 yıl öncesindeki gibi- bir grup fotoğraf kalmadı.
Birçok kimsenin dijital kamerasında belki anlık birkaç enstantane kalmıştı.
Onlar da bir süre birilerine gösterilecek, gönderilecek ama kısa bir süre sonra sanal alemde yok olup kaybolacaklar.
Ama dilerim Yavuz ile Özge’nin mutlulukları hep sonsuz olacaktır...

Fotoğraftaki kişiler :Üst sıra; Amca oğlu C. Ülkü Tanyeri, babam Y. Besim Tanyeri, amcam Beşir Tanyeri, yengem Saime Tanyeri, amcam A. Kadir Tanyeri, aile dostu Tevfik İleri’nin kardeşi Sebati İleri ve eşi Münevver İleri, teyzemin kızı Huriye Aydın.
Orta sıra; Yengemin yardımcısı Cemile, yengem Lütfiye Tanyeri, gelin halam Nuriye Tanyeri, damat Şerif Genç, annem Fahriye Tanyeri, ablam Gülümser Tanyeri,
Ön sıra; amca kızı Fatoş Tanyeri, kardeşim Esra Tanyeri, amca kızı Ayşe Tanyeri ve ben Yücel Tanyeri.