YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

30 Nisan 2017 Pazar

KİEV SAVAŞ MÜZESİ...



              Savaş, politikanın bir başka anlamda devamıdır...
                                                                  Carl von Clausewitz    
  

II. Dünya Savaşı sırasında.
Nazilerin işgaline uğramış Ukrayna.
1941-1943 yılları arasında.
Tam 35 ay boyunca...

20. yüzyılda.
En büyük askeri çatışmalara.
Şahit olmuş Ukrayna.
Savaşın doğu topraklarında...

Yalnızca Kiev'de bin fabrika.
Ve 6 bin bina.
Yıkılmış.
200 bin sivil ölmüş...

Çok kayıplar verilmiş.
Çok acı çekilmiş.
Çok gözyaşı dökülmüş.
Aradan epey zaman geçmiş...

Bu savaşın anıları yok olmasın istenmiş.
Kiev'in yüksek tepelerinden birisi seçilmiş.
25 dönümlük bir arazi belirlenmiş.
Ve burada Ulusal Savaş Müzesi inşa edilmiş...

Uzaktan dev bir heykel karşılıyor sizi.
Çelikten yapılmış "Ana Vatan" heykeli.
Yerden 102 m yükseklikte.
530 ton ağırlıkta ve çok görkemli...

Sağ elindeki kılıç 16 m uzunlukta.
9 ton ağırlıkta.
Sol elindeki koruyucu kalkan ise.
SSCB armalı ve 104 m2 büyüklükte...

Bu dev heykelin hemen altında.
Ukrayna'nın en büyük Müze binası bulunmakta.
3 katıyla.
Ve 16 ayrı salonuyla...

Savaş aletleri, kişisel eşyalar, bayraklar, fotoğraflar.
Belgeler, yazışmalar, planlar, bombalar, madalyalar.
Giysiler, miğferler, silahlar, araçlar, mektuplar.
Sayıları 20 bini aşan kalıntılar...

En üst katta.
Mermer taşlara, altın yaldızlarla.
İsimleri yazılmış 11.600 askerin adlarıyla.
Var bir koca salon daha...

Açık alanda ise.
Tüm büyük savaş aletleri sergilenmekte.
Toplar, tanklar. uçaklar, füzeler..
Kamyonlar, obüsler, helikopterler...

Ana giriş kapısının iki yanında.
Dev heykeller bulunmakta.
Askerlerle, sivillerle.
Savaşın acı yanları simgelenmekte...

Diğer tarafta da.
Hiç savaş görmemiş yaşamlarında.
5-10 yaşındaki çocuklar da.
Topların, tankların üzerinde altında.
Neşeyle oynamakta...

                        

Kiev Savaş Müzesi Fotoğraflarım:
.

28 Nisan 2017 Cuma

KİEV...



Kapısından girer girmez
O dakka, o saniye
Gözlerini görür görmez
Birden sevdalandım Kiyef şehrine...

                                              Nazım Hikmet Ran, 1956
...............

Kiev şehri.
Ukrayna'nın başkenti.
Nüfusu 3 milyon kişi.
Avrupa'nın en kalabalık 7. kenti...

Kurulmuş Dinyeper Nehri'nin iki sahilinde.
Kalmış Türk egemenliğinde.
Tam 500 sene.
Hazarlar ve Altınordu Devletlerinde...

Sonrasında Çarlık Rusya'sında.
Ve Ruslar'ın egemenliği altında.
Bağımsızlığına kavuşması 1991 yılında.
Sovyetler'in dağılmasından sonra...

Gittik buraya Nisan ortasında.
Nazım'dan tam 63 yıl sonra.
Bahar ayında, Paskalya zamanında.
İFOD Fotoğraf Grubu'muzla...

Eski ama oldukça bakımlı kent yapısı.
Candan ve sevecen insanları.
Güzel sokakları, parkları, binaları.
Her köşede sanatsal yapıları...

Sayısız kiliseleri ve katedralleriyle.
Görkemli heykelleri, abideleriyle.
Düzgün ulaşımı ve akıcı  trafiğiyle.
Her zaman gidilir bu Kiyef şehrine...

...............

Kat be kattır yamaçları
Gelinlerine benzer ağaçları
Ak topuklarını döver saçları
Birden sevdalandım Kiyef şehrine

Yaşı bin iki yüzden artık,
O mu yanıp yıkılmadık
Yüzünde ne buruşuk, ne kırışık
Birden sevdalandım Kiyef şehrine

Mavisi İstanbul'uma benzer
Yeşili Bursa'mdan eser
Oturmuş da şiir yazar
Birden sevdalandım Kiyef şehrine


Kiev Fotoğraflarım:

.

27 Nisan 2017 Perşembe

DİNAMO KİEV STADYUMU...



İFOD olarak Ukrayna'ya gittik.
6 gün oralarda kaldık.
Kiev ve Odesa'yı gezdik. 
Çok sayıda fotoğraf çektik...

Kiev de  II. Dünya Savaşı'nda.
Kalmış işgal altında.
Nazi Ordularınca.
1941-1943 yılları arasında...

Kiev'i geziyorduk.
Güzel yerlerini görüyorduk.
Çoğu yeri fotoğraflıyorduk.
Çok da keyif alıyorduk...

Ama benim büyük isteğim.
Dinamo Stadyumu'nu görmekti.
Orada bulunmaktı.
"Ölüm Maçı"nı yeniden yaşamaktı...

Bu maç 9 Ağustos 1942 tarihinde.
Alman işgalci askerleriyle.
Eski Dinamo Kiev sporcuları arasında.
Oynanmıştı Zenit Stadyumu'nda...

Maçı Kiev'in karma Start takımı.
5-3 kazanmıştı.
Ve bu maçı.
Arkadaşım Düşhekimi Yalçın Ergir anlatmıştı:
(okumak için lütfen tıklayınız:
http://www.ergir.com/2010/zafere_kacmak.htm)

Bizim Kiev'deki son günümüzdü.
Kiev II. Dünya Savaşı Müzesi gezilmişti.
Ancak arkadaşlar kaybedilmişti.
Çare Otele yalnız başına dönmekti...

Elde harita filan yoktu.
İngilizce anlaşmak çok zordu.
Sokak isimleri Kiril Afabesi ileydi.
Çaresiz 8-10 km yürünecekti...

Parklara girildi.
Dinyeper nehri görüntülendi.
Sayısız heykel fotoğrafları çekildi.
Dere tepe düz gidildi...

Sonra geniş bir parkın sonunda.
Ve bu parkın altında.
Karşılaştım küçük bir Stadyumla.
Ve onun yemyeşil sahasıyla...

Biraz aşağıya indim.
Giriş kapısına geldim.
4 futbolculu heykeli gördüm.
Hemen "Ölüm Maçı"nı anımsadım...

Görmeyi çok arzu ettiğim yer burasıydı.
Tesadüfen karşıma çıkmıştı.
75 yıl önce "Ölüm Maçı".
Bu Stadyumda oynanmıştı...

Gerçi aradan yıllar geçmişti.
Stadın adı değişmişti.
Yeni ismi.
Valeri Lobanovski Stadı olmuştu...

Savaş sonrası.
Dinamo Kiev takımı.
Yeniden kurulmuştu.
Ve başarıdan başarıya koşmuştu...

27 kez Ukrayna Şampiyonu olmuştu.
Futbolcusu.
Valeri Lobanovski ile de.
2 kez UEFA Kupası'nı götürmüştü müzesine...

Hiç kuşkusuz.
Böyle onurlu sporcularıyla.
Dinamo Kiev gibi bir takım.
Koşardı başarıdan başarıya...

Dinamo Kiev Stadyumu fotoğraflarım:


.

25 Nisan 2017 Salı

TÜRK RESMİNİN KÖŞE TAŞLARI...



"Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, 
 bir millet ki fennin icab ettirdiği şeyleri yapmaz;
 itiraf etmeli ki o milletin tarik-i terakkide yeri yoktur..."
                                                                                                                Atatürk, 22 Ocak 1923-Bursa
...............

İzmir'de.
Folkart Galeri'de.
Bir Resim Sergisi açıldı.
Türk Resim Sanatı'nın tüm önderleri buradaydı...

Yaklaşık 150 yıllık zaman aralığında.
Şeker Ahmet Paşa'dan, Fethi Arda'ya.
130  tane öncü ressamımızla.
Birlikte oluyorsunuz Folkart'ta....

Osmanlı döneminde.
Kendisi de Ressam olan Sultan Abdülaziz'le.
Başlayan bu ivmeyle.
Büyük bir canlılık gelmiş Türk Resmine...

Türk resminin bu batılılaşma sürecinde.
1880'den, 1950'lere.
Osman Hamdi kuşağından, Romantizme.
Çallı'dan, Müstakillere hepsi bu sergide...

130 Ressamın tümü birer resmiyle.
Temsil ediliyorlar bu büyük Sergi'de.
Hepsi bu dünyaya veda etse de.
Halâ aramızdalar çizimleriyle, renkleriyle...

Kimler yok ki aralarında.
Listeye şöyle bir bakıldığında.
Aralarında unuttuklarım varsa da.
Affola...


Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi, Süleyman Seyyid, Fahri Kaptan, Halil Paşa, Hasan Rıza, Hoca Ali Rıza, Hüseyin Rıfat Çeteci, Bahriyeli İsmail Hakkı, Halife II. Abdülmecid, Osman Asaf, Ömer Adil, Üsküdarlı Cevat, Ahmet Bedri, Mehmet Muazzez Özduygu, Kadri Aytolon, Diyarbakırlı Tahsin, Hüsnü Tengüz, Şevket Dağ, Mehmet Ali Laga, Sami Yetik, Ali Sami Boyar, Mehmet Ruhi Arel, Nazmi Ziya Güran, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Ali Rıza Beyazıt, Fuat Soyhan, Refet Başokçu, Feyhaman Duran, Mihri Müşfik, Şerif Renkgörür, Hüseyin Avni Lifij, Müfide Kadri, Namık İsmail, Hayri Çizel, Vecihi Bereketoğlu, Melek Celal Sofu, Naci Kalmukoğlu, Cevat Erkul, Eşref Üren, Pertev Boyar, Elif Naci, İbrahim Safi, İhsan Cemal Karaburçak, Cemal Tollu, Şeref Akdik, Münif Fehim, Cevat Dereli, Hamit Görele, Saim Özeren, Zeki Kocamemi, Abidin Elderoğlu, Fahrelnisa Zeid, Fahrettin Arkunlar, Kemal Zeren, Malik Aksel, Selahattin Teoman, Refik Epikman, Ali Karsan, Fikret Mualla, Şefik Bursalı, Ahmet Uzelli, Ali Avni Çelebi, Edip Hakkı Köseoğlu, Mahmut Cûda, Ayetullah Sümer, Hale Asaf, Zeki Faik İzer, Arif Kaptan, Halil Dikmen, Nurullah Berk, Turgut Zaim, Ziya Keseroğlu, Zühtü Müridoğlu, Eren Eyüboğlu, Sabri Berkel, Bedia Güleryüz, İlhami Demirci, Salih Nuri Urallı, Ercüment Kalmuk, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Bingöl, Abidin Dino, Hulusi Mercan, Ferruh Başağa, Cihat Burak, Nuri İyem, Selim Turan, Adnan Varınca, Şükriye Dikmen, Turgut Atalay, Avni Arbaş, Hasan Kavruk, Leyla Gamsız, Mustafa Esirkuş, Kayıhan Keskinok, Mehmet Pesen, Nejad Melih Devrim, Neşet Günal, Mübin Orhan, Nedim Günsür, Adnan Turani, Osman Zeki Oral, Şeref Bigalı, Cemil Eren, Fikret Otyam, Nevzat Akoral, Nuri Abaç, Orhan Peker, Hüseyin Yüce, Burhan Doğançay, Nihat Tandoğan, Ömer Uluç, Yaşar Yeniceli, Erol Akyavaş, Necdet Kalay, Duran Karaca, Fethi Arda, Burhan Uygur, Asım İşler, Cuma Ocaklı, Söbütay Özer, Zekai Ormancı.

Folkart Galerisi Sergi Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPfVEKT7plBmKvWhHnmmDY5oVnxAzuYiKeCRztrvM0fV4_rsGYZZ5ey7GXu2SGrfQ/photo/AF1QipOw9kaA82RQPRPCX7_2QDM_CXntqNnMAwXsT5YO?key=WUxyU0FnYnFVQVZDU1ZMWFlqSjZzM0pqbzRoYlpR&hl=tr
.

15 Nisan 2017 Cumartesi

VİCTOR VASARELY...



1995 senesinde.
Gitmiştim Macar ellerine.
Budapeşte'ye.
Ve Pecs kentine...

Pecs kenti.
Ünlüydü iki özelliğiyle.
Çok renkli antik seramikleriyle.
Ve bir de Victor Vasarely'siyle...

Gezmiştik Zsolnay Seramik'lerini.
Ama görememiştik.
Victor Vasarely Müzesi'ni.
Ya da onun eserlerini...

Asıl ismi.
Gyözö Vasarhelyi.
Sonraki ismi Victor Vasarely.
Doğumu 1906, Pecs şehri...

Gençliğinde.
Reklâm Sanatçısı olmuş önce.
Daha sonra tanınıyor Posterleriyle.
Ve sonra da Grafik eserleriyle...

1930 yılında.
Siyah ve Beyaz'la.
Yaptığı Zebra yapıtıyla.
Öncü oluyor Op-Art Sanatı'nda...

1965 senesinde.
New York kentinde.
Açtığı sergisiyle.
Op-Art kavramı gelmiş gündeme...

Optik-Art sanatının kurucusu.
Hatta bu sanatın büyük babası.
Türlü, çeşitli renklerle.
Ve geometrik şekillerle...

Yuvarlaklar, kareler.
Yamuklar, elipsler.
Üçgenler, dörtgenler, çokgenler.
İlla da renkler, renkler...

Mavinin, yeşilin en kuvvetlisi.
Sarının, beyazın en güzeli.
Grinin, bejin en renklisi.
Kırmızının en sadesi süslüyor eserlerini...

Bunları kullanmış her çeşit malzemeyle.
Ahşapla, plastikle.
Halıyla, çelikle, heykelle.
Ve de büyük bir estetikle...

Arkas Sanat Merkezi'ndeki.
Bu inanılmaz güzel Sergi.
9 Temmuz 2017 tarihine dek. 
İzmir'de gezilip, görülebilecek...


Victor Vasarely Sergisi Fotoğraflarım:
.

14 Nisan 2017 Cuma

LUT GÖLÜ...


- 20 Ocak 2017 Cuma -

Yavaş yavaş akşam olmuştu.
Akabe gezimiz bitmişti.
Otobüsümüze binilmeliydi.
Lut Gölü'ne gidilmeliydi...

Otobüsle yola çıkıldı.
Gün batıyordu.
Güzel fotoğraflar alındı.
Sonra karanlık yavaş yavaş bastırdı...

Aradan epey vakit geçti.
Otobüs bir yerde durdu.
Aşağı inildi.
Etraf zifiri karanlıktı...

Kuran'da da geçen.
Ve helâk edildiği yazılan.
Hz. Lut'un hanımının taşlaşmış görüntüsü.
Karanlıkta görülmeye çalışıldı...

Sonra Lut Peygamber'den ismini alan.
Ölüdeniz de denilen.
Lut gölü'nün kıyısına gelindi.
Movenpick Oteli'ne yerleşildi...

Ölüdeniz'e ben 4 yıl önce.
İsrail seyahatimizde.
Gitmiştim, göle de girmiştim.
Bunu bloğumda da anlatmıştım:

Ertesi sabah hava biraz serindi.
Denize giren girdi, tir tir titredi.
Her şeye rağmen Selfieler çekildi.
Karşıdakiler bu yolla deli edildi...

Girmeyenler  denize.
Yetindiler gölü yakından seyretmekle.
Ve 420 m aşağıda deniz seviyesinde.
Olmanın keyfiyle...

Öğlenden sonra otelden ayrılındı.
Amman karayoluna çıkıldı.
Kraliçe Alia Havaalanı'na varıldı.
Ve Ankara'ya dönüş başladı...

Amman, Ölü Deniz, Akabe. 
Sina Çölü, Süveyş Kanalı, İskenderiye.
Akdeniz, Antalya, Ankara ve Türkiye.
Gün batarken döndük güzel ülkemize...

Lut Gölü Fotoğraflarım:

.

10 Nisan 2017 Pazartesi

AKABE...


-19 Ocak 2017 Perşembe-

Akabe de.
Ürdün'ün güneyinde.
Kızıldeniz'de.
Akabe Körfezi'nin en kuzeyinde...

Ürdün'ün deniz kıyısında.
Yerleşik tek kenti aslında.
Ürdün için çok önemli Limanıyla.
Ve de Turizm yatırımlarıyla...

Arkasındaki çorak dağlarıyla.
Kıyıdaki palmiye ağaçlarıyla.
Renkli sualtı dünyasıyla.
İsrail'in Elyat limanıyla yan yana...

Akabe.
1516 senesinde.
Yavuz Sultan Selim döneminde.
Girmiş Osmanlı idaresine...

Osmanlı döneminde.
Hac yolu üzerinde.
Hacıların emniyeti için önemli bir kale.
Akabe...

Ama 1869 yılında.
Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla.
Ve 1908'de Hicaz Demiryolu'nun devreye girmesiyle.
Eski önemini yitirmiş Akabe...

Gün geçmiş devran dönmüş.
Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali devreye girmiş.
Akabe'de Arap isyanını başlatmış.
Ve bu topraklar tümüyle bizden çıkmış...

Yani özetle, 1516'dan tam 400 yıl sonra.
1916 yılında.
Akabe'de başlayan Arap ayaklanmasıyla.
Veda etmişiz bu topraklara...

Bugün Akabe Kalesi'nin hemen yanında.
İki Ürdün bayrağının tam ortasında.
137 m direk uzunluğuyla Guinness Rekorlar kitabına.
Giren dev bir Arap İsyan Bayrağı dalgalanmakta...
(http://yucel-tanyeri.blogspot.com.tr/2017/01/urdun-bayragi.html)

Akabe Kalesinin hemen yanında da.
Liderlik yapan Arap İsyanına.
Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali'nin.
Evi bulunmakta...

1516'da girmişiz Akabe'ye.
Ayrılmışız Akabe'den 1916'da 400 sene geçtiğinde.
2016 senesinde aradan bu kez tam 100 yıl geçtiğinde.
THY başlamış Akabe'ye yeniden Türkleri getirmeye...


Akabe Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipOu9ZLblfh7rZkp0GD5NjpDdCeKHbSW5ZmA735cbxCoooswr9Oqvx9LK37GmRU7Rg/photo/AF1QipOZYt7sLVuFiblXROTJTWm_20VAx2AEys59jn7G?key=WTdfSkRzY3gzQjQwaUpOU3B0aHk1UkhBMmJ5MDdB&hl=tr

.

7 Nisan 2017 Cuma

WADİ RUM...


-19 Ocak 2017 Perşembe-

Wadi Rum çölü.
Ürdün'de.
Ürdün'ün güneyinde.
Akabe limanına 60 km mesafede...

Çok güzel bir çöl, kırmızı kumlarıyla.
Kumtaşı ve granit kayalıklarıyla.
700 km2 alanıyla.
Unesco Dünya Mirası'nda...

Güzel olmasına güzel de.
1916 senesinde.
Buralarda çıkan ayaklanmalarla.
Veda etmişiz Arabistan yarımadasına...

Lawrence of Arabia lâkabıyla.
Bilinen İngiliz casusuyla.
Burada başlamış ilk ayaklanma.
Wadi Rum tren istasyonunda...

İki yıl süren ayaklanmanın sonunda.
1918 yılında.
Mondros Antlaşması'yla.
Veda etmişiz bu topraklara...

Önce Wadi Rum Tren istasyonuna.
Hicaz Tren hattı'na uğradık.
Osmanlı'nın buradaki son kalıntılarına.
Üzülerek baktık...

Kullanılmayan bir Tren istasyonu.
Birkaç boş Osmanlı vagonu.
Kumlarla örtülmüş rayları.
Ve artık dalgalanmayan bir Türk Bayrağı...

Sonra Wadi Rum Ziyaret Merkezi'ne.
Geldik otobüsümüzle.
1734 m yüksekliğinde.
Jabal Rum dağı biraz ötemizde...

Seven Pillars of Wisdom.
Ya da Bilgeliğin Yedi Sütunu.
İngiliz casusu.
Thomas Edward Lawrence'ın anı kitabı...

Bu kitabın sinemaya.
Uyarlanmasıyla çıkartılan ortaya.
"Lawrence of Arabia".
Filmi de çekilmiş bu topraklarda... 

Jabal Rum dağının.
Yeni adı "Seven Pillars of Wisdom".
Gerçekten de 7 sütunuyla.
Tam karşımızda... 

Çölün yeni develeriyle.
4X4 kamyonet jiplerle.
Çıkıyoruz bir Safariye.
Wadi Rum çölünde...

Kırmızımsı, turuncumsu, sarı.
Çöl toprağı ve kayalıkları.
Alışılmadık sıcağı.
Sarıyor dört bir yanımızı...

Nebatilerin kalıntısı Bedevî insanları.
Kaya resim ve yazıları.
Develeri ve kıl çadırları.
İle Çölde yaşam oldukça farklı...


Wadi Rum Fotoğraflarım:
.

4 Nisan 2017 Salı

ÜÇ KÖY-3 BARBAROS...


Üçüncü köy: Barbaros

Barbaros köyü de.
İzmir'de.
Çeşme yarımadasında.
Urla'da...

Yarımadanın iç taraflarında.
Gözden ırak kırsal bir alanda.
İki dağın arasında.
Konuşlanmış bir ovada...

Bir Rum köyü olarak kurulmamış.
Mübadele de görmemiş.
Oldum olası bir Türk köyü.
Hayli eskilere dayanıyor geçmişi...

1915 yılında.
Çanakkale Savaşında.
34 şehit vermiş tamı tamına.
Dört de gazi var burada...

Barbaros gerçek bir köy aslında.
Geçimleri tümüyle tarımla.
Kısmen de hayvancılıkla.
Geçinip gidiyorlar zeytinle, yağla...

Son zamanlarda.
Köylüler yaptıkları korkuluklarla.
Başlamışlar köylerini tanıtmaya.
Oyuk Festivali adıyla...

Bu yörede.
Ve bu köyde. 
"Korkuluk" kelimesine.
Oyuk, denilmekte...  

Tarlalarında.
Kargaları ürkütmekte kullanılmakta.
Olan "oyuk" kelimesi.
Esin kaynağı olmuş Köy Festivaline...

Her yıl Mayıs ayında.
Rengârenk Korkuluklar yapılıyor burada.
Biri birinden güzel yüzlerce oyuk'larla.
Renkli kutlamalar yapılıyor Barbaros'ta...

Festival süresince.
Girebiliyorsunuz "çatkapı evlerine".
Yiyebiliyorsunuz Tanrı o gün ne verdiyse.
Küçük bir ücretle...

Köyün eski ve görkemli Okul binası.
Şimdilerde bir Kültür yapısı.
İçinde birçok antika eşyasıyla.
Ve Batuhan Bozkurt isimli sanatçısıyla...

Batuhan Bey, ud çalıyor.
Şarkılar söylüyor.
Hiç boya kullanmıyor.
Ve de inanılmaz tablolar yapıyor...

Kendisi bir taş meraklısı.
Değerli taşları çok iyi tanıyor.
Onları havanda öğütüyor.
Taşların doğal renkleriyle tablolar üretiyor...

Özetle, bu köyde sanat var.
Bu köyde sevgi var.
Bu köyde dostluk var.
Barbaros köylüleri sizi bekliyorlar...

...............

Üç köy anlattım size.
Peş peşe.
Üçü de.
Yakın yöremizde...

Birisi Rum köyü.
Yıkık ve harap biçimde...
Diğeri de öyle. 
Ama mübadele ertesinde.
Pek güzelleşmiş günümüzde...
Üçüncüsü ise.
Tam bir Türk köyü şeklinde.
Gerçek köy yaşamı var içinde...

Neyse, 
"Gökten üç elma düşse.
Üçü de.
Bu köylere..."


Barbaros Köyü Fotoğraflarım:

2 Nisan 2017 Pazar

ÜÇ KÖY-2 DOĞANBEY...



İkinci Köy: Eski Doğanbey 

Doğanbey köyü, Söke'de.
Priene antik kentinin hemen dibinde.
Samsun dağı'nın eteklerinde.
Dilek yarımadası Milli Parkı'nın hemen köşesinde...

Eski bir Rum yerleşim yeri burası da.
19. yüzyılda II. Abdülhamit'in  fermanıyla.
Rum vatandaşlarımız yerleştiriliyor buraya.
İsmi de Rumca "odalar" anlamında Domatia...

1923 senesi.
Mübadelenin hemen ertesi.
Doğanbey'e dönüştürülüyor.
Köyün ismi...

Selanik'ten.
Mübadele edilen.
Yaklaşık yüz aile.
Yerleştiriliyor buradaki evlere...

Bir süre burada kalıyorlar.
Ama buraya pek alışamıyorlar.
Biraz daha aşağıya gidiyorlar.
Yeni Doğanbey adıyla bir köy kuruyorlar...

Eski Doğanbey köyü.
Ve güzelim taş yapılı evleri.
Boş kalıyor uzunca bir süre.
Unutuluyor yeni sahiplerince...

Sonrasında.
Yeni alıcılar çıkıyor ortaya.
Ankara'dan, İstanbul'dan, İzmir'den.
Alıcılar beliriyor birden...

Eski taş evleri satın alıyorlar.
Bir güzel onartıyorlar.
Harap olmuş köyü yeniden canlandırıyorlar.
Ve Doğanbey'e yeniden can veriyorlar...

Bir Milli Park'da.
Çok güzel doğal bir ortamda.
Doğanbey köyünün taş döşeli yollarında.
Dolaşıyorsunuz görkemli taş evleri arasında...

1890 yılında Hastane olarak yapılan.
Sonra Okul olarak kullanılan.
Şimdi ise Müze olarak görev yapan.
Köyün en büyük taş yapısıylan...

Ve biri birinden güzel taş evleri.
İnişli çıkışlı yolları, ağaçları, bahçeleri.
Doğanbey, sakinliği, dinginliği ile.
Bence Türkiye'nin en güzel köyü...


Eski Doğanbey Köyü Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPPJNJHA8O2xA31TVhyRV0Iso7oYXQA8sOKEkbsJ34tNzb7qKoxlimkwWydUFEUuA/photo/AF1QipN2SZoyFoxBKDg1PZmT8TOzliukNSkNrW_1VjqZ?key=ZmNER0FKSTFfWThUd2hwRXJ0ZmNqX0UyY0lPajZB&hl=tr
.