YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

3 Eylül 2008 Çarşamba

FÜSUN...

Füsun, Arapça kökenli bir kelime. 
Efsun” kelimesinden kaynaklanıyor. 
Bu da “büyülü, sihirli” anlamını taşıyor. 
Gerçekten de “büyüleyici, ışıltılı” bir arkadaşımızdı Füsun. 

Hacettepe’den 40 yıllık arkadaşımdı. 
 Acı bir kahve bile 40 yıl hatırlanırken, bizler onu hep sevgisiyle ve güler yüzüyle hatırladık. 
 Altında ezilirdiniz onun sevgisinin ve de güler yüzünün… 

Gülmeyi sevdiği kadar şiiri de, öğretmeyi de çok severdi Füsun. 
Şairin dediği gibi; Bilim gitmeliydi, bilenden bilmeyene Ve varlıklı olmalıydı bilen Karanlığı delen ışıklar gibi Hep gülmeliydi öğreten… 

Zaten öyle birisiydi Füsun
Gülümseme hiçbir zaman eksilmezdi yüzünden. 
Öğretmeyi sevdiği kadar, yemek yapmayı da yemek yemeyi de çok severdi.
Örneğin ona bir kap yemek yap deseniz olaylar şöyle gelişirdi : 

Önce, masmavi bir gökyüzü altında "güleryüz"le işe başlardı. 
Hiç kuşkusuz pembe bir tencere seçerdi. 
Bu tencerenin alt kısmını çiçeklerle doldurur, rengârenk sebzeleri içine atardı. 
Bir bardak dolusu gülümseme koyardı. 
İrice bir parça coşkunluk alıp, kocaman bir kap da dostluk ilave ederdi. 
Bir tutam yumuşaklık, bir bölüm sürpriz, bir kaşık ümit, bir büyük yardımlaşma
bir kısım alçak gönüllülük’le bunları çırpardı. 
Kendi sıcaklığı ile bunları eritir, bir tutam da güzellik serpiştirirdi. 
Tüm bunları kuvvetlendirmek için bir çorba kaşığı güven eklerdi. 
Bir ölçü inanç, iki ölçü aklıselim ve bol miktarda hoşgörü’ü katar ve bolca sevgi ile karıştırırdı. 
İki kaşık gülücük, bir kaşık sabır ve çokça da övgü ilâve ederdi. 

Bunları şevkle karıştırır, bir müzik eşliğinde pişirir ve şükranla tatlandırır, soğuduktan sonra üzerine bol şiir sosu dökerdi. 
Bunun üzerine bir avuç iyilik ve kalın bir tabaka neşe sürer ve güler yüzüyle dostlarına, sevdiklerine servis yapardı...

Böyle bir arkadaş, böyle bir dosttu Füsun

Bedri Rahmi Eyüpoğlu, sanki onu anlatmıştı şiirinde :

İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı 
Esti mi rüzgâr, bir değil milyonlar için esmeli 
Bir tek meyve veren dalı, kesmeli 
İnsan dediğin derya misali 
Üstünde milyonlarca dalga, 
İçinde kıyametler kopmalı. 
İnsan dediğin derya misali 
Uçsuz bucaksız olmalı. 

Çok özleyeceğiz onu…
 
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder