YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

23 Aralık 2007 Pazar

CAN'İMASYON...



Prof. Dr. Can Özşahinoğlu Hacettepe KBB'dan uzmanlığını aldıktan sonra uzun yıllar Çukurova Tıp Fakültesinde çalıştı ve bu Üniversitenin iki dönem Rektörlüğünü de yaptıktan sonra 1 Nisan 2006 tarihinde kendisine Adana'da bir tören düzenlenerek emekli oldu.
Emeklilik Töreninde kendisi için hazırlamış olduğum "Canimasyon" başlıklı yazıyı aşağıda sunuyorum :

CANİMASYON

İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim.
Can deyip söylerler idi
Bu Can nedir şimdi bildim.

Değerli Can'lar,

Muhyiddin
Abdal'ın dizeleriyle Can Ağabey'i kısaca tanıtmaya çalıştım.

Can kelimesi; dost, arkadaş, sevgili, insanın iç evreni ve gönül anlamındadır.
Bektaşi ve Mevlevilikte de "Yol arkadaşı" anlamını taşır.

Can Ağabey Hacettepe'de bizlerle birlikte yola çıktı.
Gerçekçi sebeplerle kısa zamanda bizlerden biraz uzak kaldı.
Çoğumuz onu yakından tanıyamadık.
Ama onun başarılarını hep gıptayla, gururla izledik.

Gerçek bağın gonca gülünü
Deren bilir, dermeyenler ne bilir.
Can'ı kurban edip canan yoluna
Veren bilir, vermeyenler ne bilir...

Tadan bilir onun bal'ını
Dahleylemez ehl-i aşkın halini
Can gözünü açıp, dost cemalini
Gören bilir, görmeyen ne bilir...

diyerek Can Ağabeyi sizlere anlatmaya çalışacağım :

"Can" Ağabey 1939 yılında Tarsus'da "can buldu". "Canını sokakta" bulmamıştı. Önce "can derdine" düştü. "Canını dişine takarak", "canla başla" ve "canı çıkarcasına" çalıştı. "Canı gibi sevdiği" Tarsus Kolejinde bir "canlılık" kazandı. Burada; "heyecanlı", "canı tez", "canı tatlı", "babacan" tavırlı, "candan" bir kişilik sergiledi ve birçok kızın "canını yaktı". Tıbbiye'ye girmek için "can atıyordu". "Can çekişenlere" "can vermek" ve "cana can katmak" için Tıp Fakültesini bitirdi. Bu arada "can ciğer" dostu, "can arkadaşı" Safa Kaya idi. "Can düşmanı" ise hiç olmadı.

"Canı istediği" için ve "can boğazdan gelir" düşüncesiyle, "can-ü gönülden" istemesi sebebiyle "can atarak" Hacettepe KBB'a girdi. Burada, "kendisine canım feda" ve "canım kurban" dediği "can" Hocası Nazmi Bey'i "can kulağı" ile dinledi. Ondan mesleğinin "can alıcı" noktalarını öğrendi. Asistanlığında "can verircesine" ve "cans-i perane" çalıştı. Bu arada "canına okundu", "canı yandı", "canı sıkıldı", "canı çıktı" ama "canıma minnet" diyerek "can simidi" gibi mesleğine "candan" sarıldı.

Bu sırada "canı çekti", "can damarından" ve "can evinden" bir "canan'a"vuruldu. "Can havliyle", "cana yakın" birisi "can arkadaşı" ve "can yoldaşı" ile evlendi.

Bu sırada Hacettepe "canına tak" demişti. Adana'dan gelen teklife "vay canına" dedi. "Cana minnet" bu teklife "canı dayanamadı". Hacettepe'nin "canı sağ olsun" diyerek, "canı istemediği" halde, "canı sıkkın" bir biçimde "can aldığı" topraklara geri döndü. Adana, ona bir "cankurtaran" gibi sarıldı. Yeni yeni "canlanan" bir Üniversiteye "can suyu"nu verdi. Burada "canavar" gibi çalışıp, buraya bir "canlılık" ve "can güvenliği" getirdi. İki kez oranın "Baş Canbazı" seçildi.

"Canın sağ olsun" "Can" ağabey !

Her ne kadar "canınızı sıktıysam" da "canıma değsin".
Can ağabeyime "candan" sevgilerimle...