YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

14 Ocak 2016 Perşembe

DORANDO PİETRİ...

Muhtemelen tanımazsınız.
Babalarımız da tanımazdı.
Dorando Pietri’yi.
20. yüzyılın başlangıcındaki bu atleti…

1885 senesinde İtalya’da dünyaya gelmişti.
Çocukluğu Carpi’de geçmişti.
Küçücük boylu bir atletti.
Boyu sadece 159 cm  idi…

1904 yılında İtalya’nın en iyi atleti.
Pagliani’yi.
Hem de üzerindeki  günlük kıyafetiyle.
Bir yarışmada geçmişti…

Bir yıl sonra 1905 yılında.
Paris  Fransa’da.
Uluslararası bir yarışmada.
Birinci olmuştu 30 km koşusunda…

Bir yıl sonra da 1906'da Maraton dalında.
Birinci olarak seçilmişti  İtalyan Olimpik Milli takımına.
Ancak Atina  Olimpiyatları'nda.
Hastalığı nedeniyle bitirememişti  yarışı bitime 5 dakika kala…

1908 Olimpiyat Oyunları.
Londra’da yapılacaktı.
Pietri çok sıkı çalışıyordu.
40 km’yi 2 saat 38 dakikada koşuyordu…

1908 Londra Olimpiyat Oyunlarında.
Maraton yarışı yapılacaktı 24 Temmuz’da.
Ve  bir Maraton  yarışmasında.
42 km 198 m’lik bir mesafe koşulacaktı ilk defa

Yarış başladı güzel bir havada.
56 koşucuyla.
Windsor Şatosu’ndan verilen startla.
Yarış bitecekti  70 bin kişilik 
White City Stadyumunda…

Pietri oldukça yavaş bir tempoyla.
Başladı Maraton koşusuna.
Koşunun yarısından sonra da.
Kalktı bir atağa ve başladı daha hızlı koşmaya…

32. km’de Güney Afrika’lı atlet bulunuyordu önde.
Pietri ise koşuyordu  4 dakika onun gerisinde.
Pietri biraz daha süratlendiğinde.
Yakaladı onu 39. km’de…

Yarışın bitimine 2 km kala.
Pietri  başlamıştı savaşmaya.
Aşırı yorgunlukla.
Dehidratasyon yani  susuzlukla…

Girdi sonunda 70 bin kişilik Stadyuma.
Büyük bir yorgunluk ve şaşkınlıkla.
Bilinçsizce yanlış kulvara doğru yönelince.
Yönü değiştirildi hakemlerce…

Stadyum içindeki  son turda.
Bilinçsizce yürüyordu  adeta.
Yere yığıldı  dörtten fazla.
Hakemler yardımcı oldu kendisine her defasında…

Yarışın bitiminde hakemlerin desteğiyle.
Pietri  4 saat 54 dakika 46 saniyede.
Bilinçsizce varmıştı Finish çizgisine.
Tam 10 dakika geçirmişti son 350 metrede…

Seyirciler bu gayreti çok sevmişti.
Bir bölümü göz yaşlarıyla sonucu izlemişti.
Pietri’nin yarışı bitirdiğine.
Ve de birinciliğine çok sevinmişlerdi…

Ancak yarışı tamamlayan 2. sırada.
Amerikan atletin itirazıyla.
Pietri, hakemlerden yardım aldığı için  diskalifiye edildi.
Ve dereceye bile giremedi…

Altın madalyanın yerine.
Atlet Dorando Pietri’ye.
İnanılmaz gayretleri nedeniyle.
Kraliçe Alexandra tarafından gümüş bir kupa verildi…

1942 senesinde Pietri.
56 yaşında San Remo’da vefat etti.
Abebe Bikila’dan çok önceleri.
Dünyanın en iyi uzun mesafe atletiydi…

Dorando Pietri Fotoğrafları:

.

7 Ocak 2016 Perşembe

SON KARATABAK...


Pırıl pırıl banyosunu yapmıştı.
Traşını olmuştu.
En güzel elbisesini giymişti.
Kravatını da takmıştı...

Jüri Özel Ödülü'nü alacaktı.
Anadolu'nun son Karatabağı'ydı.
"İnsan Hazinesi" dalında.
İzmir Belediyesi "Tarihe Saygı Ödülleri" başlığında...

Çoğu kimse bilmez.
Karatabak'lığı.
Anadolu'nun bin yıllık geçmişindeki.
Bu zanaatın zorluğunu, inceliğini...

Karatabaklık işi.
Anlatır bir deri işleme biçimini.
Hayvanların soyulan derisini.
Tümüyle el maharetiyle işlenmesini...

Hiçbir biçimde sanayi gücü kullanmaksızın.
Karatabak'lık tümüyle insan gücüyle.
Ve uzun bir dizi işlemlerle.
Emek verip, hazırlamaktır deri'yi...

Deri'nin işlendiği yere.
Denilir Tabakhane.
Tabakhane'nin kökeni de.
Aslında bağlıdır debbağhane'ye...

Bunu yapan zanaatkâr'a, emekçiye.
Deri'yi bu biçimde işleyene.
Yani Tabakhanede deriyi işleyen kişiye.
Debbağ ya da Karatabak denilir bir biçimde...

Zor zanaattır karatabak'lık.
Çalışmak ister biteviye.
Suyun, kirin, kokunun içinde.
El emeğiyle ve bin bir güçlükle...

İsmail Araç bir deri ustasıydı.
Bergama'lıydı.
Tam 75 yaşındaydı.
Anadolu'nun son Karatabağı'ydı...

Koca bir hayatı.
Dericiliğe adamıştı.
Bu işe 15 yaşında başlamıştı.
60 yıl emek yoğun çalışmıştı...

Onu gazeteci arkadaşım.
Lütfü Dağtaş keşfetmişti.
Bergama'da fotoğraflamıştı.
Bir de belgesel filmini yapmıştı...

İzmir Büyükşehir Belediyesi.
2015 "Tarihe Saygı Ödülleri".
Yaşayan İnsan Hazinesi Ödülü'nü de.
Karatabak İsmail Araç'a lâyık görmüştü...

İsmail Araç ödülünü 2015'in son günlerinde.
Düzenlenen büyük bir törenle.
İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı'ndan.
Aldı hakkıyla ve onurla Aziz Kocaoğlu'ndan...

Bergama tarihi kadar eskiydi.
Mesleğinin neferi, doğru bir kişiydi.
Karatabak çok şeyler anlatıyordu.
Sözüne, sohbetine doyum olmuyordu...

75 yaşındaydı.
60 yıldır karatabak'lık yapıyordu.
Halâ soğuk, kar, kış demeden çalışıyordu.
Ölene kadar da bu işi yapacağını söylüyordu...

İsmail Usta'nın bildiği tek iş buydu.
Zaten.
Yapacağı başka bir iş de.
Yoktu...


Karatabak İsmail Araç fotoğrafları:

"Anadolu'nun Son Karatabağı İsmail Araç" belgesel filmi:

4 Ocak 2016 Pazartesi

SAMOS


Samos adası.
Ya da Türkçe ismiyle Sisam.
Kuşadası'ndaki Dilek yarımadası'na.
Ülkemizden yalnızca 1.5 km uzaklıkta...

Güçlü bir vapurla bile.
Kuşadası'ndan hareketle.
Ulaşılabiliyor adanın liman kenti.
Vathi'ye ancak 1.5 saatte...

Temelde bir filozoflar yatağı.
Felsefeci Pisagor, Aristarkhos.
Ezop ve Epikuros'un.
Yaşadığı bir yer burası...

Bu adanın bir diğer ünlüsü. 
Bizde Misket denilen.
Burada ise Muskat olarak bilinen.
Üzümünden yapılan Samos şarabı...

Yılın son günü.
Gittik işte bu ada'ya.
Yeni Yıl'ı kutlamaya.
Bir grup arkadaşla...

Mevsim nedeniyle.
Ada oldukça tenha.
Hava soğuk olunca da.
Kimsecikler yoktu ortalarda...

Samos'u gezdik. 
Dar sokaklarını dolaştık.
Araba kiraladık.
Bir de ada turu yaptık...

Güzel, sevimli bir ada.
Masmavi deniziyle.
Güzel koylarıyla.
Görkemli dağlarıyla...

Eski yılda buradaydık.
Yeni Yıl'a da burada girdik.
Dimitri'nin gitarıyla.
Sevgili Yetgin'in şarkılarıyla...

Belli ki güzel bir ada.
Ama çok tadı yok Ocak ayında.
Ve de soğuk havalarda.
Tekrar geleceğiz yaz aylarında buraya...


Samos adası fotoğraflarım:

.


23 Aralık 2015 Çarşamba

Dr. TUĞRUL PIRNAR...


Bir Öğrenci Değişim Programıyla.
Gidecektim Büyük Britanya'ya.
Gençliğimin baharında, 1969 yılında.
Hacettepe'deki İntörnlük yılımda...

Bristol Üniversitesi'nde.
Radyoloji Bölümü'nde.
3 ay kalacaktım.
Bir de araştırma yapacaktım...

Doğru dürüst Röntgen bilgim yoktu.
Bu konuda eksiklerim çoktu.
Deplasmana çıkacaktım.
Oralarda mahcup olmamalıydım...

Birazcık bilgimi arttırayım istedim.
Hocalarıma danıştım.
Tuğrul Bey'i önerdiler.
"Git bir konuş" dediler...

Gittim, konuştum.
"Yarın, saat 16.00'da gelirsin".
"Ben, raporları yazdırırken".
"Sen de bir şeyler öğrenirsin" dedi...

Sonrasında tam 3 ay boyunca.
Her gün saat 16.00'da.
Röntgen'in karanlık bir odasında.
Negatoskop'un karşısında yan yanaydık Hocam'la...

Bu nasıl bir Röntgen'ciydi.
Bu nasıl bir Tıp bilgisi'ydi.
Bu nasıl bir eğitici'ydi.
Bu nasıl bir öğretici'ydi...

O'ndan aldığım iyi bir Röntgen donanımıyla.
Gittim Bristol'a.
Hocamdan edindiğim bilgiyle, irfanla.
O'nun yüzünü kara çıkartmamıştım oralarda...

Değerli bir insandı.
Muhteşem bir aydındı.
Hoşgörülüydü, çalışkandı.
Kibardı, örnek bir Hoca'ydı...

Önce Doçent, sonra Profesör oldu.
Hacettepe ve Bilkent Üniversite'lerinde.
Rektörlük'lere kadar yükseldi.
Uluslararası önemli görevlerde bulundu...

Bilgisayarlı Tomografi.
Ve Magnetik Rezonans görüntüleme.
İlk kez onun girişimleriyle.
Geldi Hacettepe'ye ve Türkiye'ye...

Yine Türkiye'de.
Röntgen'in Radyoloji'ye dönüşmesinde.
Onun önemli çaba ve emekleriyle.
Gelindi bugünkü çağdaş düzeye...

İyi bir insandı.
İyi bir aile babasıydı.
İyi bir Hekim, değerli bir aydındı.
Gerçek bir Atatürkçü, iyi bir eğitimciydi...

Geçen hafta yitirdik bu değerli Hocamızı.
Çelenklerle doluydu mezarı.
Binlere ulaşıyordu.
Türk Eğitim Vakfı'na yapılan bağışların sayısı...

Hocam, yürekten inanırdı eğitimin önemine.
Sonsuz yolculuğa çıkarken bile.
Katkıda bulunuyordu.
Bir şekilde yine eğitime...


Bahar gelmiş yine karanlık odalarına 
Radyoloji'nin Hocam...


Dr. Tuğrul Pırnar'ın fotoğraflarla Yaşam Öyküsü 
Dokuz Eylül Üniversitesi Radyoloji ABD Öğr. Üyesi 
Dr. Oğuz Dicle'nin sunumuyla (slideları ilerletiniz lütfen):
https://photos.google.com/share/AF1QipPfPcj-ff3fvRZbC9BOA19zXegvhPN12JGpJbz5aQMmjNU9IIQTmFkUz998Bqy3SQ/photo/AF1QipNV72nUhjGWwpggpBE9B6KxDsOyHkecbsqegRkl?key=LUExQlZKaU1YbFh6ZU42OTRPd3lKRUNWQ1RYS1JR
.

.

21 Aralık 2015 Pazartesi

MÜCTEBA BEY...


Mücteba, Arapça bir kelime.
Bir erkek ismi gerçekte.
Hz. Peygamber'in isimlerinden birisi.
Anlamı da "Seçilmiş" ya da "seçkin" kişi...

Mücteba Bey'i şimdiki gençler.
Pek bilmezler.
Hatta hatta.
Hiç tanımazlar...

Mücteba Bey
1950-1973 senelerinde.
Ankara'nın en tanınmış kişisi. 
Ve çok muhterem birisiydi...

Evlendirme Memuru'ydu.
Ankara'da tüm evlilikleri o yapardı.
O dönemde Belediye Başkanları.
Evlendirme işlerine hiç karışmazlardı...

Nikâhlar ve evlilik törenleri.
Gençlik Parkı'nda yapılırdı.
Her 15 dakikada bir.
Nikâh kıyılırdı...

O dönemlerde nikâh törenleri için.
Güzel elbiseler giyilirdi.
Gençlilk Parkı'na gidilirdi.
Parkın içindeki köprünün üstünden geçilirdi...

Bir önceki nikâhın bitmesi beklenirdi.
Önce Mücteba Bey gelirdi.
Özenle masasına oturur, evrakları incelerdi.
Gelin ve damat komparsita müziği ile içeriye girerdi...

Mücteba Bey kıvırcık beyaz saçlarıyla.
Ve elindeki mikrofonuyla.
Her defasında adayların gözlerine baka baka.
Şöyle başlardı konuşmasına:

"Birbirinizle evlenmek için vermiş olduğunuz kararınızı bize yazı ile bildirdiniz. 
Bu isteğiniz üzerine gerekli incelemeleri yaptık. 
Medeni durumlarınızı araştırdık. 
Evlenmenize herhangi bir maniniz yok. 
Kanunen evlenmeye ehil olduğunuz anlaşılmıştır. 
Şimdi bize yazı ile bildirmiş olduğunuz isteğinizi, benim ve şahitlerinizin önünde sözle de söyleyiniz.  Birbirinizle evlenmek istiyor musunuz..."

Önce gelin.
Ve sonra da damat adayı.
Yumuşak bir sesle "evet" diye yanıtlardı.
Ve ardından da bir alkış kopardı...

Mücteba Bey tekrar konuşurdu:

"Benim önümde ve şahitlerin huzurunda birbirinizle evlenmek istediğinizi söylediniz. 
Evliliğinizin kanunen akt edilmiş olduğunu haiz olduğum selahiyete binaen sizlere bildiriyorum. 
Evliliğinizi evlenme siciline tescil ettim. 
Nüfus kütüğüne de kaydedilmek üzere nüfus idaresine ayrıca bildireceğim. 
Hayırlı ve uğurlu olsun".

Bu konuşmadan sonra.
Gelin ve damat. 
Davet edilirdi imzaya.
Şahitlerin huzurunda...

İmzaların atılmasından sonra.
Mücteba Bey kalkardı ayağa.
Yeni evliler.
Ve konuklar da hep birlikte uyardı buna...

Mücteba Bey konuşmasını bu kez ayakta sürdürürdü:

"Bu tören ile şu dakikadan itibaren evlilik birliğiniz kurulmuştur. 
Birbirinize karşı bu birliğin devamını ve saadetinizi temin etmekle, karı koca yekdiğerine karşı sadakat ve müzaharetle mükellefsiniz. 
Çocuklarınızın iaşe ve terbiyesine beraberce özen gösterme sorumluluğunu taşıyacaksınız. 
Koca, birliğin reisidir. Kadın müşterek saadeti temin hususunda gücü yettiği kadar kocasının muavini ve müşaviridir. 
Eve kadın bakar. Birliği koca temsil eder. 
Evin daimi ihtiyaçları için koca gibi kadın dahi birliği temsil hakkını haizdir. 
Evlilik birliğinizin vücut bulduğu bu andan itibaren Medeni Kanunumuzun tahmil ettiği bu mükellefiyetleri sizlere hayatınız devam ettiği müddetçe uyulması lazım gelen vecibeler diye hatırlatır, sizlere sıhhat ve saadetler dilerim...

Sonrasında cüzdan damada verilir.
Tebrikler kabul edilir.
Takılar takılır.
Ve fotoğraflar çektirilirdi...

Mücteba Bey bir günde.
Belki de.
20 nikâh kıyardı.
Evlilikleri onaylardı...

O dönemlerde.
Mücteba Bey, Ankara'nın.
En tanınan, en sevilen.
Kişilerinden birisiydi...

O hep Mücteba Bey olarak bilinirdi.
Soyadı kimsenin aklına gelmezdi.
Yıllar sonra soyadının.
"Yetişen" olduğu öğrenilecekti...

23 senede çok tanınmıştı.
Muhterem ve sevilen bir zat'tı.
Ankara'da çok kişinin nikâhını kıymıştı.
13 Şubat 1973'de aramızdan ayrılmıştı...

Rivayetlere göre.
1970'li senelerde.
Fotoğrafı en çok çekilen.
Kişilerden birisiydi...

Hatta hatta o yıllarda. 
Fotoğraflarının Başbakan
Süleyman Demirel'den bile fazla.
Çekildiği söylenirdi... 

Gel gör ki günümüzde.
Arasanız da Google'da ya da İnternet'te.
Bir tane bile.
Rastlayamıyorsunuz Mücteba Bey'in resmine...


Mücteba Bey'in imzası, 16.7.1954
(Düşhekimi Yalçın Ergir'e teşekkürlerimle)

Mücteba Bey, arkadaşım Yalçın Özgül'ün Nikahında

Lütfiye ve Yalçın Özgül'ün evlenme cüzdanı ve Mücteba Bey'in imzası, 10.10.1970

Okul arkadaşım Nail Attila Renkmen'in Nikâh Töreni
.


19 Aralık 2015 Cumartesi

ANKARA'NIN GEZİNEN HEYKELİ...


Ankara'da çok kişi gelmiştir.
Hacettepe Hastanesi'ne tedaviye.
Bunların çok az bir bölümü de.
Gelmiştir Hacettepe Parkı'nı görmeye...

Hacettepe'de öğrenciliğimizde.
1964-70 senelerinde.
Bu Parkın içindeki.
Bir kafeteryada yerdik öğlen yemeklerimizi...

Kısa öğlen molasında.
Hızla giderdik bu Kafeterya'ya.
Karnımızı doyururduk. 
İki tost, bir ayranla...

Parkın kapısından geçerdik.
Yüksek ağaçların arasında yürürdük.
Küçük ve şirin Kafeteryamıza giderdik.
Sigara dumanı içinde sohbetimizi ederdik...

Parkın ortasında.
Büyük bir havuz vardı.
Havuzun ortasında da.
Bir heykel, alımlı mı alımlı...

O kadar güzel bir heykeldi ki.
Dört yanı güzel kızlarla çevrili.
Kaidesi de dört tane.
Eros heykeli ile süslü...

Bu kadar güzel bir heykel.
Ne arardı ve niçin dururdu.
Merak ederdim bu izbe ve yalnız parkta.
Gözden ırak, insanlardan uzakta...

İşe güce karıştık daha sonra.
Heykeli de unuttuk Parkı da...
Uzun bir zaman sonra.
Rastladım ona Tandoğan Meydanı'nda.

İnsanlarla daha iç içe.
Görünür ve kalabalık bir yerde.
Yerini bulmuş diye düşünsem de.
Heykel oradan da kayboldu birden bire...

Kentin yeni Şehreminisi.
Çok erotik bulmuştu heykeli.
Heykel, sökülmüş parçalanmıştı.
Ve bir depoya kaldırılmıştı.

En son onu gördüğümde.
Yeri yeniden değişmişti.
Heykel tamir edilmişti.
Ve CerModern'e yerleştirilmişti...

Aslında bu onun.
Üçüncü yeri de değildi.
Daha öncesinden de yeri.
İki kez değişmişti...

Cumhuriyet kurulduğunda.
1924 yılında.
Şehremini Asaf Bey.
İtalya'dan getirtmişti bu heykeli...

Herkes görsün amacıyla.
Oturtmuştu onu Kızılay Meydanı'na.
Riyaseti Cumhur Orkestrası da.
Konserler vermişti havuzun yanında...

1930'lu yıllarda.
Bu kez de konulmuştu.
Yeni yapılan. 
Gençlik Parkı'na...

Orada da.
20 sene kaldıktan sonra.
1950'li yıllarda.
Getirilmişti Hacettepe Parkı'na...

On senelik bir zaman aralığında.
Güzel anılarımız vardı.
Hacettepe'deki bu havuzun başında.
Ve de heykelin etrafında...

Bir süre de.
Anılar birikecek CerModern'de.
Heykel ayaklanacak yine.
Sanırım günün birinde...


Superisi Heykeli fotoğrafları:
.


4 Aralık 2015 Cuma

RENKLER...


İFOD yani İzmir Fotoğraf Derneği'nin bir üyesiyim. 2015 yılı Mart ayında İFOD'da, gazeteci ve fotoğraf sanatçısı sayın Lütfü Dağtaş ile birlikte "İzmir'in Renkleri" başlıklı bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide ben fotoğraf çekmeye nasıl başladığımı ve fotoğrafa bakış açımı anlattım. Konuşmamdan sonra da kendi çektiğim fotoğrafların bir bölümünü "Renkler..." başlıklı bir müzikli sunum halinde izleyicilere sundum. Aşağıda kendi fotoğraflarımdan oluşan bu sunumu izleyeceksiniz.

İyi seyirler...

.