YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

24 Şubat 2009 Salı

SAMSUN FOTOĞRAFÇILARI...


1950'li yıllarda Samsun'daydım.
23 Nisan İlkokulu öğrencisiydim.
O dönemde hiç kimsede fotoğraf makinası yoktu.
Dolayısıyla fotoğraflarımız da...

Fotoğraf çekilmesi gerektiğinde fotoğrafçılara gidilirdi.
Bunların sayıları da çok değildi.

Foto Adil Uçkan, Foto Venüs, Foto Soley vardı o dönemlerde.
Foto Paris gibileri daha sonraki dönemlerdendir.
Foto Hakkı, Foto Şevket ve Foto Halil ise daha öncelerdendir.
İsimsiz, ucuz sokak fotoğrafçıları da cabası tabii...

Ne kadar özenle, ne güzel fotoğraflar çekerlerdi bu stüdyolar.
Büyük spot ışıkları altında, poz vererek.
Belirli bir yere bakarak ve nefesimizi tutarak...

Fotoğrafçı ortho veya panchromatik filmini seçerdi.
Sonra da ayaklı Leica'nın arkasına geçerdi.
Kafasını makinanın arkasındaki torbaya sokardı.
Kocaman objektifin önündeki kapak kaldırılırdı.
3 saniye sonra flaş patlardı.
Birkaç gün sonra da alırdık 6X9'luk vesikalıklarımızı.
İlford, Ferrania veya Forte kartlara tab edilmiş olarak.

Bazen de bayramlarda fotoğraflarımız çekilirdi.
Bunlar küçük kartlara basılır ve vitrinde sergilenirdi.
Yüzlerce resim arasından kendinize ait olanları bulurdunuz.
Özel numaralarını belirler, siparişinizi verirdiniz.
Kenarları kırtişli kesilmiş resimler elinizde olurdu.
En geç bir-iki gün içinde.
İpek kartlara basılmış olarak...

Kolay değildi fotoğrafçılık.
Bir fotoğrafçının yanına çırak olarak girerdiniz.
Önce ayak işlerini yapardınız.
Mesleği giderek ustasından öğrenirdiniz.
Birçok kimyasalı sırasıyla seçmesini.
Uygun ölçekte su ile karıştırmasını.
I. ve II. banyoların hazırlanmasını.
Karanlık odada kırmızı ışık altında çalışmasını.
Filim çıkartmasını, filim takmasını.
Kart seçmesini, agrandisörde büyütmesini.
Uygun pozlamayı, kontrast vermeyi.
Filmleri yıkamayı, kurutmayı.
Sonrasında da rötuşlamayı.
Kartlara basmayı, kenarlarını kesmeyi...

Eskiden sayılıydı bu mesleği hakkıyla yapan ustalar.
Günümüzde ise herkes fotoğrafçı oldu.

Makinayı açmadan, bir kez olsun filim takmadan.
Filimin ASA'sını bilmeden, enstantenesini seçmeden.
Vizör'den hiç bakmadan, kadraj ayarlamadan, netlik ayarı yapmadan.
Fotoğrafın gizemini tatmadan ve o zevki yaşamadan...

Bu nedenle tadı da yok, ruhu da yeni resimlerin.
Yüksek çözünürlüklü, 8-10 megapikselli görüntülerin.

Eski fotoğraflar ise halâ duruyor albümlerimizde.
Olanca eskiliğiyle ve olanca güzelliğiyle...