YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

7 Ekim 2017 Cumartesi

MAÇ SEYRİ...



Aslında.
Bu yeni açılan Arena'larda.
Maç seyretmenin kalmadı tadı da.
Tuzu da...

Eskilerde.
50 sene öncelerinde.
Futbol maçına girmenin bile.
Bir kıymet-i harbiyesi vardı...

Bilet almak zordu girilecek stada.
Sabah horoz ötmeden daha.
Gişe önlerinde olunurdu.
Hatta yatağıyla gelenler bile olurdu...

Güneşte, yağmurda, soğukta.
Giderek artan kalabalıkta.
Üçerli, beşerli.
Sıraya girilir ve beklenirdi...

Arkadaşını bulanlar.
Araya kaynak yapanlar.
Dövüşler, bağıranlar, kavgalar.
Yine de mutluydu biletini alanlar...

Stad çevresinde turşucular, simitçiler.
Lahmacuncular, tükrük köfteciler.
Bir lira'ya ekmek arası balıklar.
"Fazla bilet, fazla bilet" diye gezinen karaborsacılar...

Acıkan karınlar doyurulurdu.
Taş betonda oturmak için gazete bulundurulurdu.
Yavaş yavaş stada duhul olunurdu.
Kale arkasında bile güzel bir yere oturulurdu...

Giriş kuyruğunda ezilenler, dövülenler.
Turnikelerden içeriye beleş girebilenler.
Sanki dünyanın.
En mutlu insanları gibiydiler...

Uzun süre beklenirdi stadyumda.
Sıcakta, soğukta hatta yağmurun altında.
Hoparlörlerden gelen cızırtıyla.
Ve de "ne günah etse açılmaz" şarkısıyla...

Seyircilerin dörtte bir'i ayrıcalıklıydı.
Kapalı tribünde keyif yaparlardı.
Dörte üç'ü ise zavallıydı.
Güneşte pişer, yağmurda ıslanırdı...

Gazete kağıdından şapkalar yapılırdı.
Naylon torbalarla yağmurdan korunulurdu.
Gazoz içilir, ay çekirdeği çıtlatılırdı.
Maça tam konsantre olunurdu...

Maçlara alınmayan taraftar olmazdı.
Taraftar tribünü filan bilinmezdi.
Gassaraylısı, Fenerlisi, Hacettepelisi.
Karışık oturur, maçını izlerdi...

Takımların ayrı ayrı.
Koşarak sahaya çıkışları.
Ayrı bir olaydı.
İşte o an heyecan ve coşku başlardı.

Sahaya çıkarken takımlar alkışlanırdı.
"Ya, ya, ya-şa, şa, şa" en büyük tezahürattı.
Oyuncuların sırt numaraları 1'den 11'e kadardı.
Formalara reklam filan da alınmazdı....

Metin'ler, Kadri'ler, Lefter'ler.
Turgay'lar, Varol'lar, Basri'ler.
Can'lar, Necmi'ler, Recep'ler. 
Şenol'lar, Birol'lar, Naci'ler.
Fikri'ler, Hayri'ler, Zeynel'ler...

Cumartesi ve Pazar günlerinde.
Oynanırdı iki maç peş peşe.
Örneğin ilk gün Gençlerbirliği-Vefa'yla.
Ankaragücü de Galatasaray'la...

Ertesi gün Pazar'da.
Ankaragücü oynarken Vefa'yla.
Gençlerbirliği de karşılaşırdı.
Galatasaray'la... 

150 kuruş verilirdi.
İki maç üst üste seyredilirdi.
Genellikle İzmir Bölgesi hakemleri.
Ve Hakkı Gürüz maçı yönetirdi...

Sevgi vardı tüm futbolculara.
Hepsi izlenirdi saygıyla.
Üzülünürdü gol kaçtığında.
Ya da beğenilirdi kaleci topu kurtardığında...

Maçlarda kötü tezahürat olmazdı.
En fazlası.
Hakemin cinsel tercihi.
Dile getirilirdi...

Maçlarda oturanlar arasında.
Zaman zaman kavga çıkardı.
Herkes maçı bırakıp oraya bakardı.
Olay hemen kapatılırdı... 

Kaleciler simsiyah forma giyer, kasket takardı.
Altı pas içinde ayağıyla orta yeri ayarlardı.
Elle değiştirilen skor tabelaları vardı.
Görevli bazen hata da yapardı... 

Ne maçlar seyredilirdi.
Metin'in kafa golü, Lefter'in frikiği.
Turgay'ın uzun degajı.
Can Bartu'nun ara pası... 

Ne goller seyrederdik keyifle.
Transistörlü radyolar ellerde.
Golün tekrarı olamadan.
Golün tadını bir kez daha yaşayamadan...

Bir bakın yukarıdaki resme.
Girmeye çalışanlara Dolmabahçe'ye.
Ya da aşağıda Beleştepe görüntüsüne.
Maçın ancak 1/3'ini seyretmeye gelenlere...

Anlarsınız.
Futbol sevgisini.
Can, TurgayMetin, Lefter özlemini.
Maçların güzelliğini, keyfini...

Ben yıllardır artık maça gitmiyorum.
TV'dan seyretmekten de keyif almıyorum.
Şimdi ya yıllık kombine bilet alıyorsun.
Ya da Biletiks'ten PasoLig'den alıp maça giriyorsun...

Toyota Jip'le Arena'ya gidiyorsun.
Girmeden önce Storelar'a uğruyorsun.
Pahalı formalar alıyor, üzerine giyiyorsun.
Lüks Lokantalarda yemek yeyip, içiyorsun...

Anlamlı renkli; anlı-şanlı formaları.
Takımının geçmişini bilmeyen paralı.
Bir sürü Yeni Zelanda'lı. Afrika'lı.
Kolombiya'lı, Uganda'lı, Zambiya'lı...

Eski çam'lar bardak oldu.
Ya da tam tersi.
Eski maç'lar.
Hayâl...

Dolmabahçe Stadı'nda Beleştepe'den maç seyredenler


Yıl 1965, 19 Mayıs Stadyumu Saatsiz kale arkası tribünü.
Bir Hacettepe maçını izleyen Hacettepe Tıp Fakültesi ilk sınıf öğrencileri.
Soldan ikinci halen İstanbul Amerikan Hastahanesi Vasküler Cerrahi şefi Dr. Cihangir Çelik, 
onun yanında KBB Prof. Dr. Cem Keçik, onun yanında Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü 
yapacak olan Prof. Tuncalp Özgen, arkasında siyah gözlüklü 
Üroloji Prof. Dr. İlhan Erkan, en solda fakir-i pür taksir bendeniz...
(Maçlara bile kravatlı giden bir öğrenci grubu, 1965'ler)
.