YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

13 Haziran 2016 Pazartesi

YAVUTHANE...


İzmir'lilerin ad verdikleri.
Bir mekân.
Yahudihane.
Ya da Yavuthane'ler...

16. yüzyıldan itibaren.
İzmir'e gelmişler.
Kadifekale eteklerine yerleşmişler.
Yahudiler...

Yavuthane'ler.
18. ve 19. yy'dan itibaren.
Yoksullaşan Musevi vatandaşlarımızın.
Özel bir yerleşim birimi...

Önceleri.
Bekârları barındıran.
Tek odalı.
Yerleşim yerleri buraları...

Sonraları.
Bekârların ve yoksulların.
Yerleşim alanları.
Ya da toplu konutları...

1918 yılında.
Musevilere ait.
78 tane.
Bekâr odası varmış...

Ayni yıllarda.
Müslümanlara, Rumlara.
Ve Ermeni vatandaşlara.
Ait "aile evleri" de var Smyrna'da...

Yoksul Musevilere.
Ait bu evlere.
"Kortejo" denilmekte.
Bu da "avlu" anlamında bir kelime...

Sosyal bir mesken aslında Yavuthane.
Tek kapıyla girilen içeriye.
Ortak bir avlu etrafında sıralanan.
Oluşuyor tek odalı barınaklardan...

Yavuthanelerde.
Isınma da, yemek içmek de.
Temizlik de, ibadet de.
Karşılanıyor ortak yerlerde...

İşte, bu Yavuthane'lerin son örneğinde.
Basmane'de.
Manisa-Akhisar Oteli'nde.
Bir Fotoğraf Sergisi açıldı bu ay içinde...

İzmir Fotoğraf Derneği'nden.
Değerli Gazeteci arkadaşım.
Lütfü Dağtaş önderliğinde.
"Yavuthanede Yaşam Var" başlığı ile...

Sevgili Lütfü Dağtaş.
İki yıl çalışmış.
71 kültür insanını.
Bu mekâna taşımış...

Onları görüntülemiş.
Eski Yavuthane'de.
Şimdiki Manisa-Akhisar Oteli'nde.
150 yıllık bir yapının içerisinde...

Tiyatro'dan, sinema'dan, edebiyatcılardan.
Fotoğraf sanatçılarından, yazarlardan.
Müzisyenlerden, karikatür sanatçılarından.
Oluşuyor bu sergi birçok kültür insanından...

Kaybolmaya yüz tutmuş bir mekânda.
Yavuthane denilen bir binada.
Birçok sanatçının fotoğraflarıyla.
Geçmişe kısa bir yolculuk yapılmakta...

Sevgili Lütfü Dağtaş'ın.
Sanat fotoğraflarıyla...



Yavuthanede Yaşam Var fotoğrafları:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/6294584731290519681#6294594616701729906

Lütfü Dağtaş "Yavuthanede Yaşam" TV sohbeti:
https://www.youtube.com/watch?v=lWeve1b0r3U&feature=youtu.be
.


9 Haziran 2016 Perşembe

ULUCANLAR CEZAEVİ'NDE...


bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...
                             Nazım Hikmet
……………

Ulucanlar Cezaevi.
1925 senesinin.
Türkiye Cumhuriyeti’nin.
İlk Hapishanesi…

Askeri Depo olarak inşa edilmiş önce.
1923 senesinde.
İki yıl içinde.
Çevrilmiş bir Hapishaneye…

81 yıl geçmiş.
2006 yılında kapatılmış.
4 yıl sonra da.
Müze olarak yeniden açılmış…

Buranın son 50 yılını.
Üç aşağı, beş yukarı.
Biliyorduk.
Üzüntüyle uzaktan izliyorduk…

Bu hafta sonunda da.
Dr. İlhan Erkan’la.
Ulucanlar’ın karanlık koridorlarında.
Volta attık üzüntüyle, sıkıntıyla…

Gazeteciler, askerler, siyasiler.
Dinciler, şairler, kürtçüler
Sinemacılar, yazarlar, sağcılar, solcular.
Adi suçlardan yatanlar hep buradalar…

Dar ve karanlık koridorlar.
Ranzalar, geniş  geniş koğuşlar.
Tek kişilik daracık hücreler.
Özel odalarda eziyet görenler…

Necip Fazıl’lar, Muhsin Yazıcıoğlu’lar.
Osman Bölükbaşı’lar, Fakir Baykurt’lar.
Hüseyin Cahit Yalçın’lar, Yusuf Aslan’lar.
Cevat Şakir Kabaağaçlı’lar, Hüseyin İnan’lar…

İskilipli Atıf Hoca’lar, Sırrı Sakık’lar.
Leyla Zana’lar, Necdet Adalı’lar.
Mustafa Pehlivanoğlu’lar, Mahmut Alınak’lar.
Daha bir sürü ismi unutulanlar…

Bülent Ecevit’ler, Cüneyt Arcayürek’ler.
Metin Toker’ler, Hatip Dicle’ler.
Nazım Hikmet’ler, Yılmaz Güney’ler.
Yaşar Kemal’ler, Kemal Tahir’ler…

Deniz Gezmiş’ler, Yüksel Serdengeçti’ler.
Talat Aydemir’ler, Erdal Eren’ler.
Dövülenler, küfredilenler, eziyet edilenler.
Kazara öldürülenler hepsi bu cezaevindeler…

Suçsuz olup yatan da, cezasını çekip bırakılan da.
Boynuna idam fermanı asılan da.
Dövülerek yaşamı sonlandırılan da.
Cumhuriyetle yaşıt Ulucanlar’da…

Türk siyasi tarihimizin.
Kısa bir özeti burada.
Ulucanlar'da.
Halâ ibret alınmasa da...

Şu dünyada.
Keşke suç da olmasa.
Ceza da.
Ulucanlar da…


Eski Ulucanlar Cezaevi Fotoğraflarım:
.

5 Haziran 2016 Pazar

TÜREV BERKİ İLE...


Cumhuriyetin başlarıdır.
Olay yeri İnebolu’dur.
Olay arazi ihtilâfıdır.
Vatandaş Mahkemeye başvurur…

Mahkeme sonlanır.
Vatandaş haklıdır.
Vatandaşın hakkı gözetilir.
Haksızlığın giderilmesi yönünde karar verilir…

Zaman geçer.
Günler, aylar, haftalar geçer.
Bugün git, yarın gel” derler.
Vatandaşın hakkını bir türlü ödemezler…

Vatandaş bıkar.
Tekrar Hâkimin huzuruna çıkar.
Malmüdürü ödeme yapmıyor” diye yakınır.
Hâkim hemen karar alır…

Ertesi gün olur.
Hâkim yanına İcra memurunu alır.
Sabah erken Malmüdürlüğü kapısına varır.
Aldığı karar gereği kapıya kilit vurdurur…

Malmüdürlüğü memurları gelir.
Kapıda haciz mührü vardır.
Bu karar hayret ve şaşkınlık yaratır.
Devlet’in haczedilmesi olacak iş midir…

Haber Ankara’ya ulaşır.
Yer yerinden oynar.
Devletin Hâkiminin, Devleti haczetmesi.
O dönemde olacak bir iş değildir…

Konu Atatürk’e kadar gider.
Atatürk, Adalet Vekilini arar.
Mahmut Esat Bozkurt’un.
Fikrini sorar…

Mahmut Esat Bozkurt :
Efendim, hadise genç bir Hâkimin”.
Acemi bir kararıdır”.
Gereğini yapıyoruz” der…

Atatürk konuyu bilmektedir.
Adalet Vekiline:
Esat, bence Hâkim”.
Doğru karar vermiş” der…

Ve ilâve eder:
Ben senin yerinde olsam”.
O Hâkimi ödüllendirir”.
Ankara’da Yüksek Mahkemenin başına getiririm” der…

İnebolu’nun genç Hâkiminin ismi.
Ali Himmet Bey’dir.
Ali Himmet Bey ödüllendirilir.
Şura-yı Evkaf Başkanlığı’na getirilir…

Ali Himmet Bey sonrasında İstanbul’da.
Asliye Hukuk Mahkemesi Reisliği.
Ve Temyiz Mahkemesi (Yargıtay) üyesi.
Görevlerine getirilir…

Yargıtay üyesi Ali Himmet Bey.
Soyadı Yasası sırasında “Berki” soyadını aldı.
İki oğlu Hukuk Profesörü oldu.
Diğer oğlu da Hâkim olarak görev yaptı…

Ali Himmet Berki’nin.
Torunlarından birisiyle.
Sevgili Türev Berki ile.
Bir sunum yaptık birlikte…

Başkent Üniversitesi.
3. Otoloji-Odyoloji Kongresi.
Ankara’da yapıldı.
Geçen hafta içinde…

Yaşlılarda İşitme Kayıpları’nın tartışıldığı bu Kongrenin.
Açılışında “Beethoven’in Sağırlığı”nı inceledik.
Onun hastalıklarına değindik.
Müziğindeki etkilerini dile getirdik…

Prof. Türev Berki.
Hacettepe Üniversitesi.
Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik Teorileri.
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi…

Sevgili Türev, mesleğinin ehli.
Genç ve iyi bir Öğretici.
Mükemmel bir icracı.
Ve sunumumuza büyük bir renk kattı…

Nereden nereye.
Osmanlı Devletinin saygın bir Kadısı'ndan.
Cumhuriyete ve onun yetiştirdiği Hâkimlere.
Ve oradan çağdaş bir Müzisyenine…


Beethoven'in Sağırlığı sunumu Fotoğraflarımız:

.

22 Mayıs 2016 Pazar

PİLOT ALİ DALGIÇ...


Talya Oteli'nin olduğu yerdeydi.
1900'lerde arazisi.
Ve de bahçevanlıkla geçinirdi.
Antalya'lı Ahmet Çavuş ve Eşi...

1915'te bir oğulları oldu.
Adını Ali koydular.
Ali büyüdü, okudu.
Çiftçilik yapmak istemiyordu...

Ali gitti İstanbul'a.
Kaydoldu Askeri Makinist Okulu'na.
Okulda birinci olunca da.
Alındı Pilot Okulu'na...

1935'de Pilot oldu, brövesini aldı.
Ve yıllarca görev yaptı.
Merzifon, Eskişehir'de.
Afyon ve Kayseri'de...

Uçuş Öğretmenliği yaptı önce..
Oldukça uzunca bir süre.
Cumhuriyet kutlamalarındaki uçuşu ile.
Gurur duydu 10. yılda, 1933 senesinde...

1937'de.
Bu kez de.
Gönderildi göreve.
Dersim hareketinde...

Devlet Hava Yollarına.
Yani DHY'ye.
Pilot olarak girdi.
1953 senesinde...

3 yıl sonra.
1956 yılında.
DHY dönüştü.
THY Anonim Ortaklığı'na...

Uzun yıllar uçtu THY'de.
C-47'lerde.
Dakota tayyareleriyle.
10 bin saatin üzerinde...

Havadan.
Avucunun içi gibi.
Bilmekteydi.
Anadolu'nun her bir köşesini...

THY'ye Pilot Eğitimi yaptıran.
PAN-AM tarafından.
4 saatlik bir eğitimden sonra.
Geçti başka uçaklara...

İngiltere'ye gitti.
Eğitimini geliştirdi.
4 motorlu Heron uçaklarıyla.
Uçmayı öğrendi...

Sonra da sırasıyla.
F-27, F-28.
Ve DC-9 uçaklarıyla.
Başladı uçmaya...

Devlet erkânı.
Ve Hükümet büyüklerinin.
Seyahatlerinde.
Arzu edilen Kaptan Pilot'tu...

Meslek yaşamında disiplinliydi.
Olağanüstü titizdi.
Her uçuş öncesinde.
Hazırlanırdı bir sporcu heyecanı ile...

Ali Dalgıç, 43 yıl Pilotluk yaptı.
30 bin saatin üzerinde uçtu.
Hiç bir kaza-kırım olayı.
Yaşamadı...

1973 yılında THY'dan.
Görkemli bir törenle ayrıldı.
Emekli olduğunda.
Dünyada en çok uçan 4. Pilot ünvanı vardı...

Türkiye'nin ilk Bröveli Pilotlarından.
Ali Uçal 2008 yılında.
93 yaşında.
Vefat etti Antalya'da...

Yenimahalle'den Lise arkadaşımız.
Uçal Dalgıç, Ali Kaptan'ın oğluydu.
Uçal da Yöneticilik yapmıştı THY'da.
Uzun yıllar boyunca...


Pilot Ali Dalgıç Fotoğrafları:

.



16 Mayıs 2016 Pazartesi

CANDOSTLARLA MUDANYA'DA...


Ankara Yenimahalle'liydiler.
Mustafa Kemal Lisesi'ni bitirdiler.
50 yılı aşkın bir sürenin ardından.
Mudanya'da tekrar bir araya geldiler...

Barışın ve kardeşliğin.
Başkentiydi Mudanya.
1922 yılında.
Barış Antlaşması imzalanmıştı burada...

1918 senesinde.
Mondros Mütarekesi ile.
İtilâf Devletleri gelmişti.
Memleketimizi işgal etmişti...

"Geldikleri gibi giderler" denmişti.
Aradan dört yıl geçmişti.
1922'de Mudanya Mütarekesi ile.
Geldikleri gibi gitmişlerdi...

Yenimahalle'li.
Mustafa Kemal Lise'li.
28 talebe bir aradaydı Mudanya'da.
Bu hafta sonunda...

Montania Otel'de konaklandı.
Önce Mudanya gezildi.
Sıkı tartışmaların yapıldığı.
Mütareke Binası ziyaret edildi...

Güzelyalı Limanında.
Turan Emeksiz vapurunda.
Akşam yemeği yenildi.
Hasret giderildi...

Ertesi gün.
Tirilye'ye gidildi.
Hep birlikte.
Güzel bir gün geçirildi...

Akşam yemeği.
Montania Otel'in bahçesinde yenildi.
Deniz kıyısında sohbet edildi.
Hasret giderildi...

İki gün çok kısa geçti.
Pazar sabahı kuşluk vaktiydi.
Kucaklaşıldı, öpüşüldü.
Dostlara bir bir veda edildi...

Bizler de Mustafa Kemal'li olarak.
Mudanya'da bir araya geldik.
Hür ve bağımsız olarak.
Dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik...

Eğer bu topraklarda.
Dilediğimiz gibi toplanabiliyor.
Bir araya gelebiliyorsak.
Gezip, eğlenebiliyorsak...

Bizleri bu günlere getiren.
Mustafa Kemal Atatürk'e de.
Kurtuluş Savaşı'mızın tüm.
Komutan, Subay ve Erlerine de...

Mudanya'dan.
Bu anlamlı yöreden.
Onlara içten sevgilerimiz.
Sonsuz saygı ve minnetlerimizle...

Şüphesiz onların büyük gayret.
Acı, yokluk, emekleriyle.
Fedakarlık ve gayretleriyle.
Gelmişizdir bu günlere...


Mudanya birlikteliği fotoğrafları:
https://photos.google.com/share/AF1QipODMK4rIkP7mV4_rL_I8yfvyXfF2NEeZljE1GOgIMS7ZP9TD-VfkEJwcMqoRWS8XA/photo/AF1QipNXy-FG8b9yAXNoaA9kx4rZr6ytnBm8atTbc7Ia?key=OGFNY1l0ZWpobmJqZW85Ty1CWUhMWlpHdTNLNFd3

.

10 Mayıs 2016 Salı

YAŞAYAN TANRIÇAYLA...


İster inanın, ister inanmayın ama.
Küçük bir Tanrıça.
Yaşıyor Kathmandu'da.
Kumari Ghar denilen bir Saray'da...

Kumari deniliyor.
Bu Tanrıça'ya.
Sanskritçe Kumaraya'dan geliyor.
Ki bu da "bakire" anlamında...

900 milyon Hindu.
Ve 400 milyon Budist tarafından.
Kutsal kabul ediliyor.
Yaşayan Tanrıça...

2-3 yaşındaki.
Kızlar arasından. 
Özenle seçiliyor.
Kumari denilen bu Tanrıça...

Kız çocuk ailesinden alınıyor.
Çeşitli testlerden geçiriliyor.
Kutsal bir Tanrıça olduğu öğretiliyor.
Zamanı gelince de Tanrıça ilan ediliyor...

İlk genç kızlığına kadar.
Tanrıça olarak kalıyor.
12-13 yaşında bir genç kız olduğunda da.
Tanrıçalığı sonlanıyor...

Kumari, Kathmandu'da.
Kalıyor üç katlı ahşap bir Sarayda.
Günde bir kez ve ancak bir dakika.
Bir pencereden görünüyor Saray'ın avlusuna...

Kumari, yılda birkaç kez.
Özel seremoniler için sarayından çıkartılıyor.
Ayakları asla yere basmıyor.
Hep kucakta veya sırtta taşınıyor...

Hep kırmızı giydiriliyor.
Özel gücünün göstergesi olarak.
Gözleri abartılı boyanıyor.
Ve asla ayakkabı giymiyor...

Her isteği yerine getirilen.
Ailesi ile ancak 1-2 kez görüştürülen.
Bu yaşayan Tanrıça'yla.
Biz de beraber olduk bir dakikalığına...

Sarayının avlusunda.
Bir dakikalık zamanda.
Fotoğraf çekmek yasak aslında.
Sessiz kalınıyor ve size şöyle bir bakıyor Tanrıça...

İnanıştır, pek karışılmaz haliyle.
Ama benim tüm merakım.
Bu çocukların Tanrıçalıkları sona erdiğinde.
Psikolojilerinin nasıl etkilendiğinde... 

Kumari Sarayı fotoğraflarım:

.



9 Mayıs 2016 Pazartesi

MAÇ'TAN ACİL SERVİS'E...


30 yıl kadar önceydi.
Samsun'a geleli 4-5 yıl olmuştu.
Yeni bir Fakülteydik.
Küçük bir Hastanedeydik...

Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin.
O da küçük bir bölümünü.
Kullanıyorduk.
O dönemlerde...

Hastanemiz küçüktü.
Ama yürekler büyüktü.
Gençtik, canla-başla çalışırdık.
Bir şeyler yapmaya uğraşırdık...

Samsun'da zaman zaman aramızda.
Maç yapardık yeni tanıştığımız meslektaşlarımızla.
Eczacılarla,  Devlet Hastanesi veya 
Sigorta Doktorlarıyla.
Kapalı Spor Salonu'nda...

Yine böyle akşamda.
1985 yılı 8 Mayıs'ında.
Çıkmıştık Eczacılarla.
İddialı bir futbol maçına...

Tribünler doluydu.
Stajyerlerimizle, hemşirelerimizle.
Oynamayan Hekimlerimizle. 
Asistanlarımız ve 
Öğretim Görevlilerimizle...

Maç başlamıştı 18.00'de.
Sıkı bir maç oluyordu ilk devrede.
Ben görevliydim kalede.
İzliyordum maçı heyecan içinde...

Arkamdan heyecanlı bir ses işittim.
"Doktor yok mu, Doktor yok mu" diye.
Yanıtladım "ben Doktorum, ne var" diye.
"Abi, kaza olmuş yaralılar var" dedi.
Bir Polis titreyen sesiyle...

1985'lerde.
Bırakın cep telefonunu.
Manyetolu bir telefona bile.
Sahip olmak bir ayrıcalıktı o dönemlerde...

Kısaca konuştum bu Polisle.
Vezirköprü'de kaza olmuş.
Yaralılar Samsun'a getiriliyormuş.
Doktorların maçta olduğu söylenmiş...

Hemen hakeme koştum.
Durumu bildirdim.
Maçı  hemen durdurduk.
Anons yaptırdık.
Kazayı seyircilerimize duyurduk...

Atladık Renault Toros 12'lere.
Ya da Murat 124'lerimize.
Hekim, Asistan, Stajyer ve 
Hemşirelerimizle.
Aceleyle gittik üzerimizde 
Formalarla Hastanemize...

Hızla organize olduk.
Kimin ne yapacağını kararlaştırdık.
Geldi 36 yaralı biraz sonra.
Vezirköprü'den bir kamyon kasasında...

Her kes ayrı bir koldan.
Başlandı yaralılara yardıma.
Durumlar saptandı, acil olanlar ayrıldı.
Diğerlerine hızla mayileri takıldı...

İnanılmaz bir gayretle.
Tüm Hekimlerimizle.
Hemşirelerimizle ve 
Öğrencilerimizle.
Harp Cerrahisi yapıyorduk sedyelerde
Koridorda, yerlerde...

Uğraştık, didindik gece yarılarına kadar.
Hiç zayiat vermemiştik.
Gerekenleri hemen ameliyata almış.
Diğerlerini de bir şekilde yatırmıştık...

Hiç unutamam.
Personelin o günkü halini.
Yürekten çalışmasını, birlikte emeğini.
Yokluk içinde bile nasıl heyecanla görev yaptığını...

Maç kaç kaçtı.
Gol atılmış mıydı.
Ben gol yemiş miydim.
Emin olun halâ hatırlamıyorum...

Ama o günkü çalışmamız.
Heyecanla yaralılara bakmamız.
Tam bir birlik içinde.
Mücadelemiz halâ belleğimde...

Kaza büyüktü.
13 kişi ölmüştü.
Acil Servisi olmayan küçük bir Hastanede.
Çaba göstermiştik amatörce...

Ancak yararı da oldu bu olayın.
O dönemde Sağlık Bakanı Mehmet Aydın'dı.
Samsun-Çarşambalıydı.
Kaza ile ilgilenmiş, bilgiler almıştı...

Bu olaydan sonra.
Onun gayretleriyle.
Önce Alo 112 hattı oluşturuldu.
Zamanla hastanelere Acil Servis kavramı gelişti...

Artık bakımları yapılabiliyor günümüzde.
Acil hastalar donanımlı Acil Servislerde.
Hatta nakledilebiliyorlar günümüzde gerekirse.
Bu hastalar helikopterlerle bile...

.