YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

29 Temmuz 2024 Pazartesi

MONTERIGGIONI...

 

- 10 Ekim 2016, Monteriggioni-Siena -

Gitmiştik İtalya'ya.
2016 yılı Ekim ayında.
Cupolone Fotoğrafçılarıyla.
Gezmiştik Toscana'yı doya doya:

İlginç yerlerden birisi.
Monteriggioni idi.
Minicik bir Toscana beldesi.
Etrafı surlarla çevrili...

Burası İtalya'nın ortasında.
15 km Siena'ya, 
50 km Floransa'ya.
250 km de Roma'ya uzaklıkta...

Geniş bir düzlükte.
Doğal bir tepe üzerinde.
Büyücek bir kale.
8 bin kişi yaşıyor içeride...

Surlar, 1213 yılında.
Floransa-Siena arasında.
Savaşlarda.
Siena'yı korumak amacıyla.
Başlanmış yapımına...

Surların toplam uzunluğu 570 m.
Elipsoid biçimde.
14 Kulesiyle.
Yapılmış Ortaçağ döneminde...

Buranın iki tane de.
Kapısı var bu Kalede.
Bizdeki Edirnekapı gibi.
Mardinkapı gibi.
Porta Fiorentina.
Ve Porta Romana adında...

Siena, korunmuş iyice.
Monteriggioni kalesince.
Tam 350 sene süre.
1554 senesine gelindiğinde.
Bir sürgün gelmiş Kale'ye...

Adı, Giovanni Zeti imiş.
Floransa'dan geliyormuş.
Kaledekiler onu çok sevmiş.
Kalenin korunması ona verilmiş...

Aradan bir yıl geçmiş.
Zeti, uzlaşma yapalım istemiş.
Floransa ile anlaşalım demiş.
Şehrin anahtarını almış.
Floransa'ya gitmiş.
Medici Ailesi'ne teslim etmiş...

Neyse, Surlarla çevrili.
Bir yerleşim yeri.
Monteriggioni.
Şehrin tüm yerleşimi.
Surların içiyle limitli...

Taşıtlar kalenin dışında bırakılıyor.
İki kapıdan birisiyle giriliyor.
İçeriye yalnızca yürüme kalıyor.
Küçük bir meydan, bir minik Kilise.
Ortaçağ biçimi taş evleriyle.
Ortaçağı yaşıyorsunuz bu yerde...

İçeride çok sayıda ziyaretçisiyle.
Sadece bir iki küçük Kafe.
Bir de Şaraphane
Başka hiçbir şey yok 10 km çevrede.

Bizde olsa, çevrede Oteller.
Kale içi Motel ve Pansiyonlar.
Sur içinde Otolar, Motorlar.
Adım başı Sucular, Turşucular.
Kokoreççiler, Kebapçılar, Balıkçılar.
Dönerciler, Köfteciler, Lahmacuncular.
Pizzacılar, Makarnacılar.
Simitçiler, Tavukçular.
Kilimciler, Halıcılar.
Şekerciler, Tatlıcılar...

Olmaz dediniz değil mi?
İnanmayan Antalya'ya gitsin.
Kaleiçi'ni şöyle bir gezsin
Notunu versin, yanıma gelsin...


Monteriggioni Fotoğraflarım:



25 Temmuz 2024 Perşembe

Dr. ŞEVKET UĞURLU...

- Dr. Mahmut Şevket Uğurlu, 1927-2016 -

"Profesör Mahmut Şevket Uğurlu, annesinin değimi ile 5 çocuğun en küçüğü olarak "vişne zamanı" 1927 senesinde Samsun'da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Samsun'da tamamladıktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi'nde Yüksek Öğrenimine 1945'de başladı ve 1951yılında mezun oldu. Mecburi Hizmet görevi nedeniyle Trabzon ili Tonya kazasının  ilk Doktoru olarak atandı.

Hacettepe'de bizlerin öğrenci olduğumuz dönemde erişkin Kardiyoloji Bölümünde çok sevdiğimiz Hocalarımızdan birisi olan Dr. Şevket Uğurlu ile Tonya'nın "Kalandar" dergisinde kendisi ile yapılmış olan söyleşiden alıntıdır:
....................

1945 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitime başladığımda annem “Samsun’da iş mi bulamadın?” diye serzenişte bulunmuştu ama o zamanlar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ülkenin tek Tıp Fakültesiydi. Ağabeylerim içinde mühendis olan vardı, hatta  DSİ (Devlet Su İşleri), Çarşamba’daki baraja, vefatından sonra mühendis olan ağabeyim Hasan Uğurlu’nun  adını vermişti. O zaman ki  inanışa göre ya Mühendis çıkacaksın ya da Doktor. Ben de Mühendis olamadığım için Doktor oldum. Bizim zamanımızda kendi imkânlarınla okumak mümkün değildi. Devlet babanın okuttuğu öğrencilerdenim.

Okul bitince mecburi hizmetle Trabzon Tonya’ya, oranın ilk Tabibi olarak atandım. Kurada çıkınca hiç unutmam, hemen Sağlık Bakanlığında Müsteşarın odasında haritayı önüme alıp “Tonya nerede” diye bakmıştım. Sonradan öğrendim ki Malatya Pötürge’den sonra ülkede kan davasının en çok görüldüğü yer Tonya imiş. Samsun'dan oraya 2 günde gittim. Yarı yolu kamyonla, yarısını ise yürüyerek sisli puslu bir havada, tam kurt havasında Tonya’ya vardım. Tonya’nın ilk Hükümet Tabibiyim ya krallar gibi karşıladılar, şaşırdım açıkçası. Ama sonra yaylalarda gördüm ki, o zamana kadar devlet oralara sadece seyyar tahsildar Ali Efendi ve Jandarma eri ile gitmiş. Devletin D’si yok. Köylerde Türkçe bilen pek yoktu, askerde Türkçe öğreniyorlardı. Hatta doğru dürüst Okul da yoktu. Bana “Sen Devletin misyoneri olacaksın” demişlerdi.

İlk hastamı da çok iyi hatırlıyorum. 10-12 yaşında ateşler içinde yanan bir çocuktu. Daha bavulum kamyonun sırtındayken köylüler aldılar, götürdüler beni. Hikaye ve bulgularına göre antibiyotik tedavisine başladım. Sonra bu çocuk iyileşip, elimi öptü. Gittiğimde Tonya’da Hükümet Tabipliği için yer yoktu. Kapatılmış bir kahveyi 180 lira tamiratla Hükümet Tabipliği yaptık. Ben de yer olmadığı için aynı yerde yatıyorum, binanın altı da ofis, buğday deposu. Göreve başladım; ama bu arada bir Doktor Salih adı söyleniyor ortalarda, kendisini buldurtup çağırttım, konuştuk. Askerde sıhhiye neferiymiş, hastalara ilacını verip, iğnesini yapıyor. “Söz, seni yakalatmayacağım; ama tedavi edemediğin hastaları bana gönder” diye anlaşma yaptım ki hastalar gelsin.

Kaymakamla birbirimize kenetlenmiş, çalışıyorduk. Yol yapımında vergisini ödeyecek güçleri olmadığı için köylüler işçi gibi çalışırdı. Dört saatlik mesafeden yürüyerek gelir, dört saat çalışıp, aynı yolu yürüyerek dönerlerdi. Biz de Kaymakamla birlikte bazen kasketleri takıp, yolda çalışmaya giderdik. Köylüler karınca gibi çalışıyorlardı. Sorduğumda, “Müsaade et de çalışalım, sadece vergi için değil, Allah rızası için de çalışıyoruz. Bu yolları bizler kullanacağız” derlerdi.

Bir gün köylüler kapıma geldiler. “Tonya-Kozyatağı arasındaki yolu lütfen siz belirleyin, çok “kıvrışık” geliyor” dediler. Hakimden de söz almışlar. “Ben Doktorum ne anlarım" dediysem de dinletemedim. "Siz gelip çizerseniz şu yoldur diye kimse ses çıkaramaz. Ama mühendis falan gelse 70-80 kafadan ses çıkacak, ortalık karışacak” dediler. Hakim ve Doktora olan bu güven belki de dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur.

Yıllar sonra sorduğumda, “Hâlâ sizin çizdiğiniz yol kullanılıyor” dediler. Kan davaları yüzünden çok fazla Otopsi yapıyordum. Can o kadar bedavaya gidiyordu ki… Hiç unutmam Osman diye askerden yeni gelen bir çocuğu, kendi amcazadeleri akan suya kestirmeden gideyim derken akrabaların mısır tarlasını çiğnedi diye vurmuşlardı. Rapor hazırlarken gözdağı veriyorlardı bana. Ama benim gözümü hiç yıldıramıyorlardı. İki sene Tonya’daki mecburi hizmetimden sonra Trabzon Belediye Tabipliğine atandım. Bir seferinde 3 ayrı  Partinin adamları toplanıp gelmişti, o Raporu öyle yazma böyle yaz diye. “Şu an durduğunuz yerde hakkında konuştuğunuz adamın kanını çiğniyorsunuz” dedim. Celal Bayar’dan, Cumhurbaşkanlığından hakkımda dilekçe yazılmış Kaymakamlığa, beni sürdürmek için. Kaymakam Bey gülerek getirdi verdi dilekçeyi, “ister yırt at, ister hatıra olarak sakla. Onun cevabı verilmiştir” diye de ekledi. Tonya Kaymakamlığından 30 yıl sonra bir mektup geldi. Bir teşekkür mektubu…Siz nasıl çalıştınız ki halk hâlâ sizi hatırlıyor” diye yazmış. Vatan çok önemlidir, vatan için tabii ki çalışmalıyız. Vatan anamdan da ötedir. Vatan olmazsa, ne anam olur ne de ben olurum. Biz bu bilinçle çalıştık. Gençlerimizin de böyle çalışması lazım".

Tonya’dan sonra Sıtma ile Mücadele ve Belediye Doktoru olarak Samsun ve Ankara’da çalıştı. Uzmanlık eğitimi için 1958 yılında ABD’ne gitti. İlk olarak 1958-1959 yıllarında New York’da Radyoloji asistanı olarak sonra Minneapolis Minnesota ve sonra Virgina eyaletlerinde Dahiliye sonra yan dal olarak Kardiyoloji eğitimlerini tamamladım.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinin kuruluşu nedeni ile 1966 yılında ABD’deki Uzmanlık tekliflerini kabul etmeyerek Türkiye'ye “Vatanıma borcum var diyerek” dönerek Hacettepe Hastanesinin İç Hastalıkları bölümü ve Kardiyoloji Ünitesinin kurucuları içinde yer aldım.  ABD’de kalması için teklif edenler vatana olan borcunu ödemeyi önerdikleri zaman “Bu borç öyle para ile ödenecek borç değil” demiştir. Kardiyoloji Ünitesi'nin kurucularından biri olarak Türkiye’ye ilk olarak kalp kateterizasyon (invazif kardiyoloji /kardiyak anjiografi) Laboratuvarını da kurarak Türkiye’deki “Girişimsel Kardiyoloji'nin ilk kurucusu olarak Kardiyak Anjiografi ve diğer invazif kardiyolojik işlemleri tüm Türkiye’ye verdiği özverili eğitimler ile yayılmasını sağladı.  Öğretim görevlisi olarak 1968-1972 yılları arasında çalışarak 1972 yılında Doçentlik ünvanını kazandı. ABD’den gelen davet ile Üniversiteden 1976-1977 yılları arasında St. Louis Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Bölümü'nde misafir Öğretim Üyesi olarak çalıştı. 1978 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Kardiyoloji Profesörlüğüne yükseldi.

Profesör Mahmut Şevket Uğurlu, kolay sinirlenmez, olaylara hep olumlu tarzda yaklaşan, sakin, sabırlı, hoşgörülü ve alçakgönüllü tavrıyla Türk Kardiyoloji camiasına büyük hizmetler vermiş, çok sayıda öğrenci ve asistan yetiştirmenin gayreti içinde olmuştur. Özverili çalışmalarını 1994 yılında emekli olduktan sonra bir süre daha hizmet vermiş ve 5 Kasım 2016 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. Dr. Uğurlu, evli ve 3 çocuk babası idi...

Prof. Dr. Şevket Uğurlu hocamız 1951 yılında
Mecburi Hizmet için atandığı ve 
Samsun'dan iki günde ancak gidebildiği Trabzon'a, 
30 yıl sonra  bu kez KTÜ Tıp Fakültesi Dekanı
olarak  gittiği 1980 yılında. 
.

19 Temmuz 2024 Cuma

JUSTİNYANUS KÖPRÜSÜ...

- 9 Haziran 2024, Adapazarı -

Şimdi, taşkın suları bu sütunların arasından geçen ey köprü. Sen de artık bir hükümdarın eliyle, onun kulu olmuş ve onun istediği gibi akıyorsun. Tıpkı mağrur Hespera ve Med halkları ve tüm Barbar yığınlar gibi. Bir zamanlar gemilere baş kaldıran, bir zamanlar dindirilemeyen sen, şimdi geçit vermez taşların vurduğu prangaların arasındasın.

Agathias, MS 536-582
Bizansli Şair ve Tarihçi 
Justinyanus Köprüsü için yazıtı

.................... 

I. Justinyanus.
Doğu Roma.
Ya da Bizans İmparatoru'ydu.
MS 527-565 arasında yaşadı...

Roma İmparatorluğunu.
Yenileyen İmparatordu.
"Son Romalı" olarak anılıyordu.
Roma Hukukunda.
Yaptığı Reformlarla tanınıyordu...

İstanbul'daki.
Ayasofya Kilisesi.
532-537 senelerinde.
Onun zamanında inşa edilmişti...

İmparator Justinyanus zamanında.
Başlandı bir köprü yapımına.
Antik Bithinya'da.
Günümüzde Kocaeli yarımadasında...

Sapanca gölünden başlayan.
Ve Sakarya nehrine açılan.
Antik adı Melas olan.
Geniş Çark deresi.
Kolay geçit vermezdi...

Justinyanus işte burada.
558-560 yılları arasında.
Yaptı tam iki yılda.
365 m uzunluğunda.
10 metre genişliğinde.
Ve toplam 12 kemeriyle.
Bir köprü Melas çayı üzerinde.
Anıtsal görünümüyle...

Kireçtaşı'ndan yapılmıştı.
Görünüşü ihtişamlıydı.
Ayasofya ile yaşıttı.
1500 yıldır ayakta kalmıştı.
Onca depremlere dayanmıştı...

Justinyanus'un esas amacı.
Bir Kanal yapmaktı.
Sapanca ile Sakarya nehri arası.
Melas çayı kanalı yapılacaktı.
Marmara ile Karadeniz arası.
Birbirine bağlanacaktı...

Bunun için devasa Köprü yapıldı.
Ama plan tutmadı.
Kanallar yapılamadı.
Köprü de ortada kaldı...

Zaman ilerledi Melas çayı kurudu.
Köprü fonksiyonsuz kaldı.
Ama ihtişamı ortadaydı.
UNESCO Dünya Mirası.
Geçici Listesine alındı...

Justinyanus Köprüsü şu anda.
Adapazarı'nın tam ortasında.
D-100 karayolunun hemen yanında.
Uzun yıllardır da.
Restorasyon yapılmakta.
Ve ziyarete kapalı durumda...

Köprünün yapımından sonra.
1500 yıl geçti ama.
Marmara ile Karadeniz arasına.
Bir Kanal düşünülmekte hala...


Justinyanus Köprüsü Fotoğraflarım:

.

16 Temmuz 2024 Salı

ACARLAR LONGOZU...

 

- 2 Haziran 2024 Karasu-Sakarya -

Sakarbaşı'nı.
Sakarya nehrinin kaynağını.
Ve Frigya topraklarını.
Anlatmıştım Bloğumda.
2020 yılında:

Eskişehir'in Çifteler kazasında.
Sakarbaşı'nda doğduktan sonra.
824 km gider Sakarya.
Üçüncü büyük nehir vatanımızda...

Açılır denize Sakarya'da.
Karasu'da dümdüz bir kumsala.
Genişçe bir ağızla.
Yapmadan hiç bir delta...

Kızılırmak ya da.
Yeşilırmak Deltalarına.
Benzer bir Delta.
Yok Sakarya ırmağında...

Sakarya nehri Karadeniz'e.
Doğrudan açılıyor denize.
Karasu'da.
Uzun bir kumsalın ucuna...

Ama Sakarya nehri yakınında.
Hemen 6 km batısında.
Acarlar Longozu adında.
Bir su basar ormanı bulunmakta...

Genişliği 250-1000 metre.
Uzunluğu ise 7.5 km.
1562 hektar yüzeyiyle.
Suları dökülmekte.
Okçu deresiyle Sakarya nehrine...

Gittik buraya baharda.
Haziran ayında.
Ankara Üniversitesi Gezginleriyle.
Aykut Hocamızın önderliğinde...

Güzel düzenlenmiş.
Yemyeşil bir alan.
Yürüyorsunuz 1.5 km uzunluğunda.
Suyun üzerinde.
Ahşap bir köprü üstünde...

Geziyorsunuz kayın ağaçları arasında.
Kelebek, kuş ve sincaplarla.
Kurbağa, balık, su yılanlarıyla.
Nilüfer ve zambaklar arasında...

Girişte Sakarya Belediyesi.
Bakımlı ve temiz bir işletmesi.
Burada dinlenebilirsiniz.
Karnınızı da doyurabilirsiniz...


Sakarya gezisi Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipOsSe_p31aW0LphiYQ3zGFQSBqEvKe82ocXYccWznzCaDsjyCKR_X87qAQeTJgUYQ/photo/AF1QipMy0saA3ap_r28WaapvzQYccb8QgFFJ12-QqaGO?key=ZnI5RTl3U1NaUy1WMUhpNHVWWVdBSGdHNk9WQmVn

.

13 Temmuz 2024 Cumartesi

1811 CAVE HOTEL AKSESUARLARI...

 

- 2 Haziran 2024, 1811 Cave Hotel-Ürgüp -


Cave Hotel 1811, dört yıl önce.
Açılmıştı 29 Ekim'de.
Ürgüp'te.
Dostlarla birlikte...

Hüseyin Tokat arkadaşımızdı.
Büyük emek vermiş, oteli açmıştı.
Güzel bir Mağara otel olmuştu.
Sekiz şirin odası bulunuyordu:

Hüseyin çok becerikliydi.
Çok da keyifli biriydi.
Mağara Oteli güzel düzenlemişti.
Pek de şık döşemişti...

O zaman Otel çok yeniydi.
Henüz misafir bile kabul edilmemişti.
Haliyle birkaç eksiği vardı.
Hüseyin bunları zaten tamamlardı...

1811 Otel, şimdilerde.
Çok güzel bir butik Otel.
Dışıyla, içiyle, yönetimiyle.
Hizmetiyle, yemekleriyle...

Farklı kılan bir özelliği de.
İç süslemelerinde.
İnce ve keyifli seçimleriyle.
Çeşitli aksesuarlar her köşede...

Eski yapım aksesuarlarla.
Dantelleriyle, sandıklarıyla.
Demirleriyle, kap-kacaklarıyla.
Seramikleriyle, kapı kulplarıyla.

Hüseyin'in göz nuru, el emeği.
Görmediğiniz bir sürü eseriyle.
Burası sanki bir Müze...


Cave Hotel 1811 Fotoğraflarım:
.

10 Temmuz 2024 Çarşamba

PANCARLIK VADİSİ...

 

- 1 Haziran 2024, Pancarlık Vadisi, Ürgüp -

Çok güzel Vadilere.
Sahiplik etmekte.
Eşsiz güzellikleriyle.
Ve muhteşem doğasıyla.
Kapadokya...

Bir Cumartesi karar verdik.
Pancarlık Vadisi'ne gidelim dedik.
Ürgüp-Mustafapaşa yolunda.
5 km sonra, kıvrıldık sağa...

Birkaç kilometre gittikten sonra.
Görmek umuduyla.
Ulaştık Sarıca Vadisinde.
Sarıca Kilise'sine.
Kapalıydı, giremedik içine...

Hemen pes etmek olmazdı.
Daha vaktimiz vardı.
Hava da çok güzeldi.
Baharın renkleri de pek muhteşemdi...

Burası Pancarlık Vadisiydi.
Yürümek için ideal bir yerdi.
Bir kere "Yürü ya kulum" denmişti.
Otomuzu park ettik, yürüdük gayri...

Dolaştık Peribacaları arasında.
Renkli lav katmanlarıyla.
Güvercinlik yapılarıyla.
Daracık patikalarda.
Eşsiz manzaralarla bir arada...

Sonunda 11. yüzyıl ibadethanesi.
Pancarlık Kilisesi.
Oyulmuş büyük bir kaya içine.
Renkli Freskleriyle.
Ve çeşitli Aziz tasvirleriyle.
İçindeki renkli görüntülerle.
Nadide güzellikte. 
Bin yıllık bir bir Kilise...

Amaçladığınız bir yere.
Ulaştığınızda yer kapalı ise.
Hiç üzülmeyin boş yere.
Gördükleriniz yetecektir size...


Pancarlık Vadisi Fotoğraflarım:
.

7 Temmuz 2024 Pazar

CEMİL KİLİSESİ...

 

- 1 Haziran 2024, Cemil köyü-Ürgüp -

Cemil köyü, Nevşehir'de.
Nevşehir'in de Ürgüp ilçesinde.
Ürgüp'e de 15 km mesafede.
Kurulmuş 700 yıl öncesinde...

Köyün adı 1905 yılında. 
Rumca olarak Zalela.
1928 kayıtlarında ise.
Cemil olarak geçmekte...

1924 senesinde.
Mübadele öncesinde.
Nüfusunun % 60'ı da.
Rumlardan oluşmakta.
Zalela'da...

Mübadele öncesinde.
Rumlar ve Türkler birlikte.
Yaşarmış burada kardeşçe.
Bir Cami ve bir de Kilise.
Varmış bu köyde...

Mübadele sonrasında.
Rumlar tümüyle köyden ayrılınca.
Balkanlardan 40 aile.
Gelip, yerleşmiş Cemil köyüne...

Köylerden kentlere.
Nüfus göçüyle.
Köyün nüfusu şimdilerde.
Düşmüş 187'ye...

Köyün daha girişinde.
İki katlı çan kulesiyle.
Var kocaman bir Kilise.
Yapılmış 1882 senesinde...

İsmi Kutsal Haç Kilisesi.
Bazilika planlı mimarisi.
24.5 m uzunluğu.
14.5 m genişliği...

Girişinde bir kitabe yazısı.
İçi geniş ve yüksek yapılı.
İki sıra üçer sütunlu.
Kiremit örtülü, beşik çatılı...

İçi oldukça bakımsız.
Eskimiş, kirli ve yalnız.
Hemen hemen harabe halinde.
Sahipsiz bir Kilise...

Köyün girişinde ise.
Necip Paşa Camisi ismiyle.
Yapımı 1190 senesinde.
Bir Cami görünmekte...

Oldukça temiz ve bakımlı.
Minberi, mihrabı.
Duvarları işlemeli, yazılı.
Minaresi çok yeni ve alımlı...

İkisi de birer mabetmiş.
Amaç cemaatlerine ibadet yeriymiş.
Birinin devam edeni yok olmuş.
Diğerininki de çok azalmış.
Hemen hemen kalmamış...


Cemil Köyü İbadethaneleri Fotoğraflarım:

.

3 Temmuz 2024 Çarşamba

AŞŞAĞI KÜLLÜ CAMİSİ...

 

- 2 Haziran 2024 Küllü, İncesu-Kayseri -

Yazmıştım geçen hafta.
Aşşağı Küllü köyünü Bloğumda.
Kayseri-İncesu'da:

Aşşağı Küllü köyü sessizdi.
Sokaklar boş, kimsesizdi.
Köyün tümü yıkık, haraptı.
Etrafta kimse kalmamıştı...

Köyde kimseyi görmedik.
Kimseden bilgi alamadık.
Bir tek fotoğrafını bulmadık.
Köye ait bir objeye de rastlamadık...

Yalnızca.
Bir tek Minare vardı ortada.
Yöresel Köşk mimari stiliyle.
Binası pek görünmese de...

Köşk Minareye yaklaştık.
Kabaca bir binası olduğunu anladık.
Yarıya kadar açık kapısını bulduk.
Bir mağaradan içeriye girdik...

Duvar örülmüş, mağara girişine.
Bir de kapı konulmuş önüne.
Toprak düz bir zeminde.
Halı filan da yok yerde...

Giriş kapısı karşısında.
Tavana yakın iki pencere bulunmakta.
Basit Minber ve Mihrap da.
Renklendirilmiş basitçe kök boyalarla...

Mağaranın tavanı eğimli.
Düz olmayan duvarları sıvalı.
Sıvalar yeşil-beyaz boyalı.
Duvarlar Siyah boyayla Arapça yazılı...

Köyden geriye kalan tek obje.
İşte bu basit Cami ve Minare.
Kim bilir geçmişte.
Neler neler yaşandı bu ibadethanede...


Küllü Camisi Fotoğraflarım:
.