YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

23 Aralık 2015 Çarşamba

Dr. TUĞRUL PIRNAR...


Bir Öğrenci Değişim Programıyla.
Gidecektim Büyük Britanya'ya.
Gençliğimin baharında, 1969 yılında.
Hacettepe'deki İntörnlük yılımda...

Bristol Üniversitesi'nde.
Radyoloji Bölümü'nde.
3 ay kalacaktım.
Bir de araştırma yapacaktım...

Doğru dürüst Röntgen bilgim yoktu.
Bu konuda eksiklerim çoktu.
Deplasmana çıkacaktım.
Oralarda mahcup olmamalıydım...

Birazcık bilgimi arttırayım istedim.
Hocalarıma danıştım.
Tuğrul Bey'i önerdiler.
"Git bir konuş" dediler...

Gittim, konuştum.
"Yarın, saat 16.00'da gelirsin".
"Ben, raporları yazdırırken".
"Sen de bir şeyler öğrenirsin" dedi...

Sonrasında tam 3 ay boyunca.
Her gün saat 16.00'da.
Röntgen'in karanlık bir odasında.
Negatoskop'un karşısında yan yanaydık Hocam'la...

Bu nasıl bir Röntgen'ciydi.
Bu nasıl bir Tıp bilgisi'ydi.
Bu nasıl bir eğitici'ydi.
Bu nasıl bir öğretici'ydi...

O'ndan aldığım iyi bir Röntgen donanımıyla.
Gittim Bristol'a.
Hocamdan edindiğim bilgiyle, irfanla.
O'nun yüzünü kara çıkartmamıştım oralarda...

Değerli bir insandı.
Muhteşem bir aydındı.
Hoşgörülüydü, çalışkandı.
Kibardı, örnek bir Hoca'ydı...

Önce Doçent, sonra Profesör oldu.
Hacettepe ve Bilkent Üniversite'lerinde.
Rektörlük'lere kadar yükseldi.
Uluslararası önemli görevlerde bulundu...

Bilgisayarlı Tomografi.
Ve Magnetik Rezonans görüntüleme.
İlk kez onun girişimleriyle.
Geldi Hacettepe'ye ve Türkiye'ye...

Yine Türkiye'de.
Röntgen'in Radyoloji'ye dönüşmesinde.
Onun önemli çaba ve emekleriyle.
Gelindi bugünkü çağdaş düzeye...

İyi bir insandı.
İyi bir aile babasıydı.
İyi bir Hekim, değerli bir aydındı.
Gerçek bir Atatürkçü, iyi bir eğitimciydi...

Geçen hafta yitirdik bu değerli Hocamızı.
Çelenklerle doluydu mezarı.
Binlere ulaşıyordu.
Türk Eğitim Vakfı'na yapılan bağışların sayısı...

Hocam, yürekten inanırdı eğitimin önemine.
Sonsuz yolculuğa çıkarken bile.
Katkıda bulunuyordu.
Bir şekilde yine eğitime...


Bahar gelmiş yine karanlık odalarına 
Radyoloji'nin Hocam...


Dr. Tuğrul Pırnar'ın fotoğraflarla Yaşam Öyküsü 
Dokuz Eylül Üniversitesi Radyoloji ABD Öğr. Üyesi 
Dr. Oğuz Dicle'nin sunumuyla (slideları ilerletiniz lütfen):
https://photos.google.com/share/AF1QipPfPcj-ff3fvRZbC9BOA19zXegvhPN12JGpJbz5aQMmjNU9IIQTmFkUz998Bqy3SQ/photo/AF1QipNV72nUhjGWwpggpBE9B6KxDsOyHkecbsqegRkl?key=LUExQlZKaU1YbFh6ZU42OTRPd3lKRUNWQ1RYS1JR
.

.

21 Aralık 2015 Pazartesi

MÜCTEBA BEY...


Mücteba, Arapça bir kelime.
Bir erkek ismi gerçekte.
Hz. Peygamber'in isimlerinden birisi.
Anlamı da "Seçilmiş" ya da "seçkin" kişi...

Mücteba Bey'i şimdiki gençler.
Pek bilmezler.
Hatta hatta.
Hiç tanımazlar...

Mücteba Bey
1950-1973 senelerinde.
Ankara'nın en tanınmış kişisi. 
Ve çok muhterem birisiydi...

Evlendirme Memuru'ydu.
Ankara'da tüm evlilikleri o yapardı.
O dönemde Belediye Başkanları.
Evlendirme işlerine hiç karışmazlardı...

Nikâhlar ve evlilik törenleri.
Gençlik Parkı'nda yapılırdı.
Her 15 dakikada bir.
Nikâh kıyılırdı...

O dönemlerde nikâh törenleri için.
Güzel elbiseler giyilirdi.
Gençlilk Parkı'na gidilirdi.
Parkın içindeki köprünün üstünden geçilirdi...

Bir önceki nikâhın bitmesi beklenirdi.
Önce Mücteba Bey gelirdi.
Özenle masasına oturur, evrakları incelerdi.
Gelin ve damat komparsita müziği ile içeriye girerdi...

Mücteba Bey kıvırcık beyaz saçlarıyla.
Ve elindeki mikrofonuyla.
Her defasında adayların gözlerine baka baka.
Şöyle başlardı konuşmasına:

"Birbirinizle evlenmek için vermiş olduğunuz kararınızı bize yazı ile bildirdiniz. 
Bu isteğiniz üzerine gerekli incelemeleri yaptık. 
Medeni durumlarınızı araştırdık. 
Evlenmenize herhangi bir maniniz yok. 
Kanunen evlenmeye ehil olduğunuz anlaşılmıştır. 
Şimdi bize yazı ile bildirmiş olduğunuz isteğinizi, benim ve şahitlerinizin önünde sözle de söyleyiniz.  Birbirinizle evlenmek istiyor musunuz..."

Önce gelin.
Ve sonra da damat adayı.
Yumuşak bir sesle "evet" diye yanıtlardı.
Ve ardından da bir alkış kopardı...

Mücteba Bey tekrar konuşurdu:

"Benim önümde ve şahitlerin huzurunda birbirinizle evlenmek istediğinizi söylediniz. 
Evliliğinizin kanunen akt edilmiş olduğunu haiz olduğum selahiyete binaen sizlere bildiriyorum. 
Evliliğinizi evlenme siciline tescil ettim. 
Nüfus kütüğüne de kaydedilmek üzere nüfus idaresine ayrıca bildireceğim. 
Hayırlı ve uğurlu olsun".

Bu konuşmadan sonra.
Gelin ve damat. 
Davet edilirdi imzaya.
Şahitlerin huzurunda...

İmzaların atılmasından sonra.
Mücteba Bey kalkardı ayağa.
Yeni evliler.
Ve konuklar da hep birlikte uyardı buna...

Mücteba Bey konuşmasını bu kez ayakta sürdürürdü:

"Bu tören ile şu dakikadan itibaren evlilik birliğiniz kurulmuştur. 
Birbirinize karşı bu birliğin devamını ve saadetinizi temin etmekle, karı koca yekdiğerine karşı sadakat ve müzaharetle mükellefsiniz. 
Çocuklarınızın iaşe ve terbiyesine beraberce özen gösterme sorumluluğunu taşıyacaksınız. 
Koca, birliğin reisidir. Kadın müşterek saadeti temin hususunda gücü yettiği kadar kocasının muavini ve müşaviridir. 
Eve kadın bakar. Birliği koca temsil eder. 
Evin daimi ihtiyaçları için koca gibi kadın dahi birliği temsil hakkını haizdir. 
Evlilik birliğinizin vücut bulduğu bu andan itibaren Medeni Kanunumuzun tahmil ettiği bu mükellefiyetleri sizlere hayatınız devam ettiği müddetçe uyulması lazım gelen vecibeler diye hatırlatır, sizlere sıhhat ve saadetler dilerim...

Sonrasında cüzdan damada verilir.
Tebrikler kabul edilir.
Takılar takılır.
Ve fotoğraflar çektirilirdi...

Mücteba Bey bir günde.
Belki de.
20 nikâh kıyardı.
Evlilikleri onaylardı...

O dönemlerde.
Mücteba Bey, Ankara'nın.
En tanınan, en sevilen.
Kişilerinden birisiydi...

O hep Mücteba Bey olarak bilinirdi.
Soyadı kimsenin aklına gelmezdi.
Yıllar sonra soyadının.
"Yetişen" olduğu öğrenilecekti...

23 senede çok tanınmıştı.
Muhterem ve sevilen bir zat'tı.
Ankara'da çok kişinin nikâhını kıymıştı.
13 Şubat 1973'de aramızdan ayrılmıştı...

Rivayetlere göre.
1970'li senelerde.
Fotoğrafı en çok çekilen.
Kişilerden birisiydi...

Hatta hatta o yıllarda. 
Fotoğraflarının Başbakan
Süleyman Demirel'den bile fazla.
Çekildiği söylenirdi... 

Gel gör ki günümüzde.
Arasanız da Google'da ya da İnternet'te.
Bir tane bile.
Rastlayamıyorsunuz Mücteba Bey'in resmine...


Mücteba Bey'in imzası, 16.7.1954
(Düşhekimi Yalçın Ergir'e teşekkürlerimle)

Mücteba Bey, arkadaşım Yalçın Özgül'ün Nikahında

Lütfiye ve Yalçın Özgül'ün evlenme cüzdanı ve Mücteba Bey'in imzası, 10.10.1970

Okul arkadaşım Nail Attila Renkmen'in Nikâh Töreni
.


19 Aralık 2015 Cumartesi

ANKARA'NIN GEZİNEN HEYKELİ...


Ankara'da çok kişi gelmiştir.
Hacettepe Hastanesi'ne tedaviye.
Bunların çok az bir bölümü de.
Gelmiştir Hacettepe Parkı'nı görmeye...

Hacettepe'de öğrenciliğimizde.
1964-70 senelerinde.
Bu Parkın içindeki.
Bir kafeteryada yerdik öğlen yemeklerimizi...

Kısa öğlen molasında.
Hızla giderdik bu Kafeterya'ya.
Karnımızı doyururduk. 
İki tost, bir ayranla...

Parkın kapısından geçerdik.
Yüksek ağaçların arasında yürürdük.
Küçük ve şirin Kafeteryamıza giderdik.
Sigara dumanı içinde sohbetimizi ederdik...

Parkın ortasında.
Büyük bir havuz vardı.
Havuzun ortasında da.
Bir heykel, alımlı mı alımlı...

O kadar güzel bir heykeldi ki.
Dört yanı güzel kızlarla çevrili.
Kaidesi de dört tane.
Eros heykeli ile süslü...

Bu kadar güzel bir heykel.
Ne arardı ve niçin dururdu.
Merak ederdim bu izbe ve yalnız parkta.
Gözden ırak, insanlardan uzakta...

İşe güce karıştık daha sonra.
Heykeli de unuttuk Parkı da...
Uzun bir zaman sonra.
Rastladım ona Tandoğan Meydanı'nda.

İnsanlarla daha iç içe.
Görünür ve kalabalık bir yerde.
Yerini bulmuş diye düşünsem de.
Heykel oradan da kayboldu birden bire...

Kentin yeni Şehreminisi.
Çok erotik bulmuştu heykeli.
Heykel, sökülmüş parçalanmıştı.
Ve bir depoya kaldırılmıştı.

En son onu gördüğümde.
Yeri yeniden değişmişti.
Heykel tamir edilmişti.
Ve CerModern'e yerleştirilmişti...

Aslında bu onun.
Üçüncü yeri de değildi.
Daha öncesinden de yeri.
İki kez değişmişti...

Cumhuriyet kurulduğunda.
1924 yılında.
Şehremini Asaf Bey.
İtalya'dan getirtmişti bu heykeli...

Herkes görsün amacıyla.
Oturtmuştu onu Kızılay Meydanı'na.
Riyaseti Cumhur Orkestrası da.
Konserler vermişti havuzun yanında...

1930'lu yıllarda.
Bu kez de konulmuştu.
Yeni yapılan. 
Gençlik Parkı'na...

Orada da.
20 sene kaldıktan sonra.
1950'li yıllarda.
Getirilmişti Hacettepe Parkı'na...

On senelik bir zaman aralığında.
Güzel anılarımız vardı.
Hacettepe'deki bu havuzun başında.
Ve de heykelin etrafında...

Bir süre de.
Anılar birikecek CerModern'de.
Heykel ayaklanacak yine.
Sanırım günün birinde...


Superisi Heykeli fotoğrafları:
.


4 Aralık 2015 Cuma

RENKLER...


İFOD yani İzmir Fotoğraf Derneği'nin bir üyesiyim. 2015 yılı Mart ayında İFOD'da, gazeteci ve fotoğraf sanatçısı sayın Lütfü Dağtaş ile birlikte "İzmir'in Renkleri" başlıklı bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide ben fotoğraf çekmeye nasıl başladığımı ve fotoğrafa bakış açımı anlattım. Konuşmamdan sonra da kendi çektiğim fotoğrafların bir bölümünü "Renkler..." başlıklı bir müzikli sunum halinde izleyicilere sundum. Aşağıda kendi fotoğraflarımdan oluşan bu sunumu izleyeceksiniz.

İyi seyirler...

.

25 Kasım 2015 Çarşamba

ANILAR HAYALLERDEN FAZLA YAŞAR...


Osman Gürsoy.
Ordu'da.
81 yaşında.
Evi Toptepe'de...

150 cc'lik ve 6 beygir'lik motoruyla.
Maksimum hızı 80 km olan Vespa'sıyla.
99999 km yapmış.
Ne yapsın daha...

Atlamış bu Vespa'sına.
Eyvallah demiş Ordu'ya.
Gitmiş taa Londra'ya.
1960 yılında...

Sonrasında.
Tam 19 defa.
Gidip, gelmiş bu yolu her defasında.
Farklı farklı rotalarda...

Gezmediği,  görmediği.
Bir tek ülke kalmış o da.
Finlandiya.
Tüm Avrupa'da...

Vespa'sının kilometre sayacı.
99999 km gösterdiğinde.
Çakmış bir asker selamı Vespa'sının önünde.
Söküp, çıkartmış onu şimdi kendi Müzesinde...

Ardından da kalkmış bir tur'a daha.
Bu kez de Amerika ve Kanada'ya.
Turlamış iki ülkeyi de.
Baştan başa...

Müthiş bir gezgin.
Yapmış bunca yolu.
150 cc'lik minik bir Vespa'yla.
Ve de küçük bir çadırla...

Çocukluğunda başlamış.
Önce kendine demirden bir bisiklet yapmış.
Sonra ona el yapımı bir motor takmış.
Ve bu bisikletli motorla 40 bin km yapmış...

1960'larda İngiltere'ye gitmiş.
Motosiklet tamircisi Harry Pendir ile tanışmış.
Ondan çok şey öğrenmiş.
Ve motosiklet tutkusu böyle başlamış...

Kendisi iyi bir usta.
Kaskına kulaklık ve mikrofon takmış.
Bunları bir teyp'e bağlamış.
Gezi anılarını yolda teyp'e aktarmış...

Hoovercraft'a da merak salmış.
Atölyesinde çalışmış, çabalamış.
Bahçesinde bir Hoovercraft yapmış.
Gölde, çayırda bu Hoovercraft'ı ile dolaşmış...

Beraberdik geçen hafta.
Ordu'da.
Boztepe'deki evinde.
Sevgili Osman Gürsoy ile...

O anlattı, biz dinledik.
Minik bir Vespa ile gezgincilik neymiş.
Macera ne demekmiş.
Öğrendik...

Ordu'nun renkli bir siması.
Heykeli dikilesi.
Üzerine kitaplar yazılası.
Belgeseli yapılası, müzesi açılası...

Şimdilerde ziyarete geliyor gençler.
Görmeye Osman Amcalarını.
Kawasaki'li, BMW'li, Honda'lı.
Suzuki'li, Yamaha'lı...

Hepsi dinledikçe şaşıyor.
Osman Amca'larının 1970'li yıllarda.
6 beygir, 150 cc'lik bir Vespa'yla.
60-70 km hızla onca yolu nasıl yaptığına...


Osman Gürsoy Fotoğrafları:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/Vespa#6221008304920919778

Osman Gürsoy'un Ordu-Texas Videosu:
https://vimeo.com/77748199

.

4 Kasım 2015 Çarşamba

LÜBNAN...


Nüfusu 5 milyon olan Lübnan.
Cumhuriyet'le yönetiliyor.
Cumhur Başkanı da Başbakan da.
Ayni kişi Tammam Salam...

Lübnan'ın ilk yerleşimcileri Fenike'liler.
Sonrasında Mısır'lılar, Asur'lular.
Babil'liler, Pers'ler, Roma'lılar.
Bizans'lılar, Osmanlı'lar ve Fransız'lar...

Burada birçok din ve inanıştan insanlar var.
Müslüman'lar, Hıristiyan'lar.
Dürzi'ler, Şii'ler, Maruni'ler.
Ortodoks'lar, Musevi'ler, Katolik Ermeni'ler...

Lübnan hayli karışık bir ülke aslında.
1517-1918 yılları arasında.
Tam 400 yıl yaşamışlar huzurla.
Çünkü Osmanlı'lar egemen burada...

1918 yılından sonra.
Fransızların egemenliği altında.
Kavuşmuşlar bağımsızlıklarına.
Lübnan'lılar 1943 yılında...

Sonrasında İsrail, Filistin derken.
1970'lerde yapılar değişmiş birden.
Müslüman ve Hıristiyanlar iç savaşa girerken.
150 bin kişi ölmüş savaş biterken...

Refik Hariri'nin barışa yönelmesiyle.
Ancak onun da 2005 yılında öldürülmesiyle.
Ve bir ay süren iç savaşla.
Beyrut harabeye dönmüş bir anda...

Neyse ki son 10 yılda.
Huzur var, barış var buralarda.
Yapılan imar çalışmalarıyla da.
Savaşın yıkımı kaldırılmış büyük oranda...

İşte gittik böyle bir ülkeye.
Gezdik tamamını dört günde.
Beyrut'unu da, Doğu'sunu da.
Kuzey'ini de, Güney'ini de...

İlk gün Beyrut'da idik.
İkinci gün Zahle ve Baalbek'e gittik.
Üçüncü gün güneye indik, Saida ve Tyre'yi gördük.
Dördüncü gün de kuzeyde Tripoli'ye kadar uzandık...

Sizler bakarken kısaca fotoğraflara.
Ben de başlayayım hazırlıklara.
Beyrut'u anlatacağım ilk aşamada.
Hem de ballandıra ballandıra...

Lübnan Gezisi fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/Lubnan#6212961533890603186

.

2 Kasım 2015 Pazartesi

BEYRUT'TA ZAMAN...


70 yaşına gelip saçlar beyazlandıktan sonra
Kalkıp gidecek olursan Beyrut'a
Belki ben dile getiremiyorum hislerimi ama
Bakın Yahya Kemal nasıl anlatıyor duygularını ustalıkla:

......

Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyahatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Mısır ve Suriye, pek genç iken, hayâlimdi;
O ülkelerde gezerken kayıdsızım şimdi.
Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,
Beş on yıl önce, görür müydü, böyle taş yığını?
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî.
Demek ki alemin artık göründü serhaddi.

Ne Akdeniz'de şafaklar, ne çölde akşamlar,
Ne görmek istedim Nil, ne köhne Ehrâmlar,
Ne Bâlebek'te Latin devrinin harâbeleri.
Ne Biblos'un Adonis'ten kalan sihirli yeri,
Ne portakalları sarkan bu ihtişamlı diyâr,
Ne gül, ne lale, ne zambak, ne muz, ne hurma ne nar,

Ne Şam semasını yalel'le dolduran şarkı,
Ne Zahle'nin üzümünden çekilmiş eski rakı,
Felekten özlediğim zevki verdiler, heyhat!
Bu hali, yaşta değil, başta farzeden bir zat
Diyordu: "İnsana çarmıhta haz verir iman!"
Dedim ki: "Hazreti İsâ da genç imiş o zaman."

                           Yol Düşüncesi, Yahya Kemal Beyatlı

"Beyrut, Akdeniz’deki  bütün şehirlerin en güzeli. Avrupa şehirlerinin hepsini  gezdim,  gördüm.  Napoli’yi hele Nis’i avcumun içi gibi bilirim. Hiçbiri Beyrut’la güzellik yarışına giremez. Baalbek harabelerine de uğradım. Akıllara hayret verecek yapılarmış bunlar. Ne muazzam ve muhteşem eserler meydana getirdiler.
Suriye’de her şey Osmanlı’lığı hatırlatıyor. Peçeli kadınlar, fesli erkekler, minareli camiler… Sanıyorsun ki hükûmetin kapısından Osmanlı valisi çıkıverecek. Camiler, sadece camiler tek başına  orayı Türk yapmaya kafi geliyor. Maahaza oradaki camiler bizimkilerle kıyas kabul etmez. Bizimkilerde, güzellik, zarafet bir İstanbul hanımının zarafeti gibidir. Halkı Türk sevgisiyle dolu. Gayet iyi hatırlarım. Kaç defa sefaret otomobilimizdeki bayrağı öpenler olmuştur. Bir Müslüman:
Ben camiye Türkleri hatırlamak için gidiyorum, dedi. Oradaki camilerde Cuma günleri  müthiş cemaat toplanıyor. Gülüyor, söylüyor, münakaşa ediyor ve yemek yiyorlar.
Şam’a giderken Zahle’ye de uğradık. Ama buranın rakısı ne berrak, ne kokulu şey. Dünyanın hiçbir içkisi bu kadar keyif verici değildir".    Yahya Kemal Beyatlı, 3 Aralık 1959
.




26 Ekim 2015 Pazartesi

BU KEZ LÜBNAN'A...


Abbas yine yollarda.
Bu kez Orta Doğu'ya.
Savaşın kenarına.
Lübnan'a...

27 Ekim'de çıkıyoruz yola.
40 kişilik bir grupla.
Dönüşümüz kısmetse.
1 Kasım'da...

Önce Beyrut'u tanıyacağız.
Panoramik bir şehir turu yapacağız.
Güvercin kayalıkları, Yıldız Meydanı.
Sonra görülecek Beyrut'un her yanı...

623 m uzunluğuyla.
Devasa boyutta.
Jeita Grotto mağarasında.
İçindeki gölde gezeceğiz kayıkla...

Sırada var Fenike kenti Saida.
Bir Liman aslında Lübnan'da.
İskender Lahdi çıkartıldı burada.
Osman Hamdi Bey zamanında...

Bir başka kent sırada.
Asur Kralı Nabukadnezar.
Ve Büyük İskender kalmış burada.
Tyre (Sur) kentinde yıllarca...

Sonra Chouf (Çuf) dağlarına gidiş.
Lübnan Sedir ağaçlarını inceleyiş.
Ardından rota Bekaa Vadisi'ne.
Asi nehri'nin doğduğu yere...

Burada Baalbek görülecek.
İşlemeleri ile ünlü.
Jüpiter, Baal ve Venüs Mabetleri.
Görülerek incelenecek...

Ardından Emevi şehri.
Anjar'ın gezilmesi.
Emevi Halifelerinin.
Yazlık Saraylarının görülmesi...

Sonunda Osmanlı kenti Trablusşam'a.
Sultan Süleyman'ın kalesi ve Hanına.
İncil'in ilk okunduğu yer olan topraklara.
Gezegenin en eski kenti Biblos'a...

Yalnızca gezmeyeceğiz.
Arada bir yemek de yiyeceğiz.
Tabule, Lebeniyye, Semsek.
Ve de Kıbbeh bizleri bekliyor olacak...

1 Kasım sabah erkenden hareketle.
Döneceğiz Türkiye'ye.
Ulaşıp ülkemize.
Koşa koşa gideceğiz oy vermeye...


Bu kez fotoğraf yok ama Fairuz'dan Le Beirut var:

.

23 Ekim 2015 Cuma

MÜKEMMELLİK ÖDÜLÜ...


Nobel Ödülleri.
Belirlendi.
Ekim ayında.
İsveç'in başkenti Stockholm'da...

Türk kökenli.
Bir Tıp Hekimi.
Aziz Sancar.
Kimya dalında aldı Nobel'i...

Çok gururlandık.
Ziyadesiyle memnun kaldık.
Meslektaşımız Aziz Sancar'ı.
Yürekten alkışladık...

Nedendir bilmiyorum ama.
Görsel Sanatlar dalında.
Vermiyorlar hiçbir sanatçıya.
Aday bile olamıyorlar Nobel Armağanına...

Ardından bir haber daha.
Geldi yine bu yıl  Ekim ayında.
Kimse pek duymadı ama.
Çok da önemliydi aslında...

Levent Efe adında.
Bir Hekimimiz daha.
Üstün Başarı Ödülü'ne atmıştı imza.
Tıp Çizimi dalında...

Bu ödül, kimsenin haberi olmasa da.
Eşdeğerdi aslında.
Tıp Sanatı dalında.
Nobel Armağanı'na...

Öncelikle belirtelim.
Tıbbî İllüstrasyon'la.
Ya da Tıbbî Çizim sanatıyla.
Çok kimse uğraşmıyor dünyada...

Levent Efe.
1959 yılında.
Doğdu.
Malatya'da...

Çok fazla resimler çizerdi daha.
Çocukluğu sırasında.
Özellikle de insan konusunda.
Sonrasında da okudu Cerrahpaşa'da...

Hekim oldu 1982'de.
Gitti Mecburi Hizmet'e.
Girdi Marmara Tıp Anatomi Bölümü'ne.
Ardından da Johns Hopkins'e, ABD'ye...

Kimsenin yapmadığı.
Bir işi yaptı.
Tıbbî Çizim dalında.
Uzmanlığını aldı...

Dr. Levent Efe.
1990 yılından sonra.
Yerleşti.
Avusturalya'ya...

O zamandan beri hiç durmuyor.
Profesyonel çalışıyor.
Sürekli tıbbî çizimler yapıyor.
25 yıldır...

İnanılmaz güzel çizimleri.
Çizimlerinin Anatomisi, Fizyolojisi.
Tıbbî olayları çizimlerle anlatımı.
Ve ameliyatların yapılışı...

İncelerseniz aşağıdaki bağlantıları.
Göreceksiniz Levent'in başarılarını.
Doğru çizimlerini, özlü anlatımlarını.
Ve tanıyacaksınız farklı bir meslektaşımı...


Levent Efe Web Sitesi:  http://www.leventefe.com.au/

Levent Efe Çizim Bankası:  http://medicalartbank.com/

Levent Efe:  http://www.leventefe.com.au/credentials/
.

21 Ekim 2015 Çarşamba

FOTOİZM...


Yapılmıştı daha önce.
Hem de iki kere.
Fotoğraf Günleri.
İzmir'de...

Her iki yılda.
Yapılıyor bir defa.
Geniş bir katılımla.
Fotoğraf alanında...

İzmir Fotoğraf Derneği.
Dokuz Eylül Üniversitesi.
Güzel Sanatlar Fakültesi.
Fotoğraf Bölümü üyeleri...

İşbirliği yaptılar.
El ele verdiler.
80 sanatçıyı.
Bir araya getirdiler...

22 Ekimde.
İzmir'de.
3. İzmir Fotoğraf Günleri'nde.
Olacağız birlikte...

Yarın açılıyor.
Ekim'in sonuna kadar da sürüyor.
Fotoğraf Sanatçılarını.
Ve dostlarını bir araya getiriyor...

80 Fotoğraf Sanatçısı.
21 Fotoğraf Sergisi.
32 Fotoğraf Söyleşisi.
Bir de Fotoğraf Gezisi...

Fotoğraf her şeyi ile İzmir'de.
Beş ayrı Merkez'de.
Renkli'siyle Digitali'yle.
Tam on gün süreyle...

EFİAP'tan Sanatçılar.
Üniversite'lerden Hoca'lar.
TFSF'den, Dernekler'den  Katılımcılar.
Hepsi Fotoğraf'ın içinde olacaklar...

İzmir Fotoğraf'la buluşacak.
Hep Fotoğraf konuşulacak.
Fotoğraf'ın kalbi.
On gün süreyle İzmir'de atacak...

Program ekte.
Vaktiniz müsaitse.
Kaçırmayın derim.
İzmir'de iseniz katılın hepsine...

3. İzmir Fotoğraf Günleri Programı:
http://izmirphotodays.com/program/



.

19 Ekim 2015 Pazartesi

ANIT AĞAÇ'LA...


Oleacea (zeytingiller) familyasından.
Ve meyvesi yenilebilen.
Bir ağaç.
Zeytin ağacı...

Yaprağının üstü.
Koyu gri-yeşil ve tüysüz.
Alt yüzü.
Mavi-gümüşi renkte ipeksi tüylü...

Meyvesine zeytin denilir.
Yeşil, siyah renktedir
Kahvaltılarda.
Zevkle tüketilir...

Yağı bakımından da.
Çok değerlidir.
Yenilir, içilir, sabun yapılır.
Temizlikte de kullanılır...

Kutsal bir ağaç olarak.
Kabul edilir.
Zeytin dalı ayrıca.
Barış'ın da simgesidir...

Efsaneler Nuh Peygamber.
Ve Tufan'dan bahseder.

Yarattığı insanların.
Yeryüzüne.
Kötülük tohumları ektiğine.
İnanır Tanrı günün birinde...

İnsanoğlunu.
Bir Tufanla.
Cezalandırmaya.
Karar verir Tanrı...

Hazreti Nuh'a.
Bir büyük gemi yapmasını.
Söyler her hayvandan 7'şer tane.
Erkek-dişiyi bu gemiye almasını...

Yağmur yağar.
Sular birikir, taşar.
Gemidekilerin dışında.
Her canlı ortadan kalkar...

Tufan biter.
Nuh Peygamber.
Suların çekilip, çekilmediğini.
Merak eder...

Geminin penceresinden.
Bir güvercin uçurur.
Güvercin ağzında yeşil bir.
Zeytin dalı ile geri gelir...

Nuh Peygamber.
Suların çekildiğini fark eder.
Simgesidir ağzında, dalı ile güvercin.
Bundan böyle barışın ve ümidin...

Ege ve Akdeniz bölgemizde.
Çok sayıda.
Zeytinlikler.
Ve zeytin ağaçları var...

Yalnızca Manisa'nın.
Akhisar kazasında..
12 milyon tane.
Zeytin ağacı bulunmakta...

Geçen hafta Manisa'daydık.
Kırkağaç ilçesinde.
Bakır beldesinde.
Bir zeytinlikte...

1650 yaşında.
Ulu bir zeytin ağacı'nın altında.
Yan yanaydık Anıt bir ağaçla.
Meslektaşım Ümit Evran'la...

Manisa'daki.
Celal Bayar Üniversitesi.
Fen ve Edebiyat Fakültesi.
Ölçmüş bu ağacın yaşını...

Tam 1650 yıllık olduğu bildirilmiş.
Denizli Tabiat Varlıkları Komisyonu.
25.01.2013 tarih ve 64 sayılı kararıyla.
Bu ağacı "Anıt Ağaç" olarak tasdik etmiş...

2000 yıl gibi.
Uzun ömürlü.
Ve güzel görünümlü.
Bir ağaç Zeytin ağacı...

Yolunuz düşerse.
Kırkağaç yöresine.
Gidin, dinlenin bir süre.
Bu ağacın gölgesinde...


Zeytin Ağacı Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipNxtBFGTsxcbnSLx9mUL3aJ_8nfOPaHJN-ZiAGF8J2QYWm-B_gOZPJHmPmot2t_fQ/photo/AF1QipMOhE8LxTYeWJf4uprhEX_XN7RIwMdxeiYwmX4d?key=cF9feFQ4ZTZkMnRQa05xSk5ObUxSSDd0M0F2ZVNR

.


15 Ekim 2015 Perşembe

SIKKIM'DAN PORTRELER...


Gitmiştik Hindistan'a.
Mayıs ayında.
Önce Kalküta'ya.
İnsan kalabalığına...

Caddelerinde, sokaklarında.
14 milyon nüfusuyla.
Oldukça kalabalıktı.
Kalküta...

Kalküta'nın insanlarını görüntülemiş.
Fotoğraflamıştım.
Ve anlatmıştım kısaca.
İki yazıyla bloğumda...

Gitmiştik sonrasında.
Yukarılara.
Çin sınırına.
Sıkkım'a...

Sıkkım en küçük Eyaleti.
Hindistan'ın.
Nüfusu da.
600 bin civarında...

Nüfusunun azlığı nedeniyle fazla. 
Portre fotoğrafı çekebileceğimi. 
Sanmıyordum daha.
Başlarken Sıkkım yolculuğuna...

Ama öyle değilmiş.
Onbir'den fazla..
Resmî dil konuşulmakta.
Sıkkım topraklarında...

Etnik gruplar da fazla.
Tibet'ten, Çin'den, Nepal'den.
Değişik kökenlerden.
Farklı kişiler var gerçekten...

Nevari'ler, Bhuti'ler, Chhettri'ler.
Lephça'lar,  Şerpa'lar, Tamang'lar. 
Brahman'lar, Pradhan'lar, Limbu'lar.
Mangar'lar, Guru'lar, Gurka'lar...

Hepsi buradalar.
Bu küçücük eyalette toplanmışlar.
Barış içinde, sessizce.
Yaşamlarını sürdürmekte...

Değişik kişiler.
Güler yüzlüler.
Sevecenler, hoşgörülüler.
Sizin için görüntülendiler...

Sıkkım'dan Portreler fotoğraflarım:

.



13 Ekim 2015 Salı

ŞAİR EŞREF'LE...


Şair Eşref, Kırkağaç'lıdır.
Asıl ismi Mehmet Eşref'dir.
1846'da doğmuştur.
Çeşitli yerlerde Kaymakamlık yapmıştır.
19. yüzyılın en önemli Hiciv şairidir...

"Kahr içün hısmımı bir rad'ı kazadır kalemim
Lekeler zalimi, püsküllü belâdır kalemim" 
şeklinde kendini tanımlayan ve eserlerinin tümünü Hiciv şeklinde yazan ve Türk Edebiyat Tarihi'nin en sivri dilli şairi olan Eşref:

Eylemem  ölsem de kizbi ihtiyar
Doğruyu söyler-gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca Eşrefâ
Kendimi hicv eylemezsem kâfirim!

diyerek kendisini bile hicvetmekten çekinmeyen bir Heccav'dır..

Arap yazısının özelliği nedeniyle Eşref  e, ş, r, f  harfleriyle yazılır. Ancak baştaki ve sondaki harfler atılınca ş ile r kalır ve “şerr” (şer) olarak okunur. Şair Eşref  kendisi için:

Emr-i hizmetlerini canıma minnet bilerek
Cümle ahbabıma bir bende-i ahker olurum
İsmimin evvelini, ahirini tayy ederek
Eşrafa, düşmana doğrusu bir şerr olurum!

Sultan II. Abdülhamit döneminde çeşitli yerlerde Kaymakamlık yapmıştır.

Padişahım verdiğin valilik olsa istemem
Adem olmak sadrıazamlıktan â’lâdır bana
Kadr-i namusumla ahrârâne imrar-ı hayat
Sen gibi bir padişah olmaktan evlâdır bana!

diyerek memuru olduğu Abdülhamit'e bile karşı hiciv yapabilmiştir. Ayni Padişahın zekî kimseleri tutuklatması üzerine:

Ey padişah-ı alem düşman mısın zekâya
Erbab-ı iktidarı gördünmü saldırırsın
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız
Havf eylerim yakında Kur’anı kaldırırsın!

O devir Jurnalcilik devri. Bakın Abdülhamit'in jurnalcilerini nasıl hicvediyor:

Korkarım jurnal ederler herkesin namusu var
İstemem devlet aleyhinde evimde kıyl-u kaal
Askerden, şeyhten, kıssisten, küttaptan
Hazret-i şah-ı cihanın it kadar casusu var!

Şair Eşref, II. Abdülhamit'in hayatını anlattığı "Gibidir" isimli kasidesinde Padişahı bakın nasıl tanımlıyor:

Zulm-ü sultana sükut etmemek isyan gibidir
Çok yiyip "of" dememek nimete şükran gibidir
Şol kadar terbiyesizdir ki ayı oğlu ayı
Ona nisbetle eşşekler bile insan gibidir!

O dönemde halk Abdülhamit'e bir türlü ulaşamamaktadır. Bakın bunu da nasıl yeriyor:

Cihan müştakın amma olmayınca meblağ-ı malûm
Gelip de hâk-i pây'a yüzlerin kabil mi sürsünler
Çıkar tasvirini binlerce tevzi et vilâyata
Ahali suret-i matbuana bari tükürsünler!

O dönemin Vekilleri için de:

Vükelâ kabrine heykel dikelim şöyle yazıb
Ki, bunun hâl-i hayatında yeri münhal idi
Sanmayın yevm-i vefatında bilindi kadri
Sağlığında yine bu böylece bir heykel idi!

II. Abdülhamit devrinde İstanbul Valisinin halka kızarak  "eşşek millet" demesi üzerine Vali'ye hemen şu cevabı düzmüştür:

Millete erbâbı mensuptan biri eşşek demiş
Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar
Olsa da millet eşşek, eşşek diyen bilmez mi ki
Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar!

O devir nezâket devri. Örneğin bir kimseye kızıldığında en fazla "senin izzetlû anandan , babandan başlarım" şeklindeymiş. Resmî  yazışmalarda da kişinin makamına göre "izzetlû", "devletlû", "Rif'atlû" gibi hitaplar kullanılırmış. Şair Eşref'e kasten "Rif'atlû Eşref " diye düşük dereceden bir hitapla başlayan bir yazı gönderen Vali'yi aynen şöyle yanıtlamış:

Etme izzetlû efendim su-i zan
Sanma ben her ferdi her dem taşlarım
Sen bana "rif'atlû" yazsan tınmam
Ben sana "izzetlû" der de başlarım!

Bu ateş gibi Heccav, 1912'de doğduğu Kırkağaç'ta yaşamını yitirdi. Ölümünden önce bir dörtlük yazarak bunun mezar taşına yazılmasını vasiyet etti:

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için 
Gelmesin reddeylerim, billahi öz kardaşımı 
Gözlerim insanlardan o kadar yıldı ki
İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı!

Bu vasiyet yerine getirildi ve bu dizeler mezar taşına yazıldı.
Ancak taşı iki kez çalındı...

Geçen hafta Kırkağaç'ta idim. 
Bu Heccav'ın kabrini ziyarete gittim. 
Bir Fatiha okudum, duamı ettim.
Mezar taşı, şükür yerli yerinde.
Ama bu dev şair hicivleriyle.
Kırkağaç kavunu kadar bile tanınmıyor fikrimce...



.

4 Ekim 2015 Pazar

KARADAN MAVİ YOLCULUK...


Doymamıştım denize.
Aklım kalmıştı lacivert ve mavi'de.
Yenilen pehlivan.
Doymazmış zaten güreşe...

Mavi yolculuk bitmişti.
Bodrum'da bir gece kaldım.
Kararımı verdim.
Bu kez karadan mavi'ye gidecektim...

Sabah erkenden kalktım.
Arabama atladım.
Sakar virajlarından.
Gökova'ya bu kez yukarıdan baktım...

Aşağılara indim.
Sedir Adası ayrımına girdim.
Tekneye bindim.
Sedir Adasına geldim...

1970 yılında da gelmiştim.
Bu Kleopatra adasına.
Kimsecikler yoktu o sıralarda.
Nefis kumsalında, benden başka...

Öyle değil şimdilerde.
Bu adaya bir günde.
Binlerce turist geliyor teknelerle.
Kumsalına basmak artık men edilse de...

Ardından Marmaris üzerinden Datça'ya.
Balıkaşıran'da.
Kalıyor Gökova sağınızda.
Hisarönü solunuzda...

Aktur'da veriyorum mola.
Konuk oluyorum.
Menekşe villalarında.
Mahir abi ile Saliha abla'ya...

Bir günlüğüne kara yoluyla..
Geçiyoruz Datça'ya.
Başka bir Lise'li kardeşimiz.
Engin Şenol'la buluşmaya...

Kısa bir mola geri dönüşte.
Hisarönü Körfezi'nde.
Körfezi havadan gören.
Muhteşem D-Marin Otel'de...

Sonra Akyaka.
Ve Gökova'nın kuzey kıyılarında yolculukla.
Ulaşıyorum Akbük koyu'na.
Deniz ve orman burada kucak kucağa...

Ayni yoldan geri dönüş.
Akyaka'da geceleyiş.
Azmak suyu'nun berraklığı.
Temizliği ve de saflığı...

Tekrar Bodrum'a.
Samsun'dan eski dostlarla.
Villa Rustica Otel'de buluşmaya.
Ve Gündoğan koylarında dolaşmaya...

Tilki'nin gidip döneceği yerdeyiz.
Sonunda İzmir'deyiz.
Önümüzde olsa da deniz.
Bu mavileri daha çok özleyeceğiz...


Karadan Mavi Yolculuk fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipNCk7iVoxRkwYR7tyJ8Oaug0CJPfkufT1Ot0omyZKqXgyFOA4Dj58-7BeqIo5JfnQ/photo/AF1QipOiL5nb0FHHdykAXQ1bFx4M927RvszPCl58IGNn?key=bDBXbmhyR2ZTcm9qdHhMUk5rOGo0d1lDa2hDeGNn

.



30 Eylül 2015 Çarşamba

MAVİ YOLCULUK...


Tekne limanda güvendedir ama 
teknenin amacı bu değildir.
Paulo Coelho

...............

"Mavi yolculuğa" çıkmıştık.
Geçen sene.
Hisarönü Körfezi'nde.
Arasbey teknesiyle...

Sevgili Aytaç.
Yine teknesinde topladı bizi.
Yenimahalle'nin eski gençlerini.
Mustafa Kemal Lisesi kardeşlerini...

Beş can.
Bir de kaptan.
Vira bismillah deyip.
Demir aldık Bodrum Marina'dan...

Karaada'yı sancakta.
Orakadası'nı iskelede bıraktık.
Gökova Körfezi'nde yol aldık.
İlk koyda kısa bir mola verdik...

Yediadalar geçildi.
Küfre Koyu'nda gelindi.
Akşam yemeği yenildi.
Sohbet edildi, demlenildi...

Sabah kahvaltı edildi.
Göl gibi durgun denizde seyredildi.
Koyunburnu Feneri dönüldü.
İngiliz Limanı'na gelindi...

Sabah balık avlandı.
Okluk Koyu'na demir atıldı.
Sadun Boro saygıyla anıldı.
Akbük Koyu'na yol alındı...

Akbük'de deniz safası yapıldı.
Sonra demir alındı.
Çökertme'ye varıldı.
Halilim ve İbrahim Çavuş hatırlandı...

Çökertme'den çıktık da Halilim.
Aman başımız selâmet.
Bitez Yalısı'na varmadan Halilim.
Aman koptu kıyamet...

Dalgalarla boğuşup.
Orak adası'na varıldı.
Durgun ve masmavi sularına.
Kargıcık Koyu'nun demir atıldı...

Sabah Kargıcık Koyu'ndan hareket edildi.
Kıstak Adası geçildi.
Karaada boğazı aşıldı.
Akvaryum Koyu'nda karar kılındı...

Son duraktı burası.
Bundan sonrası.
Bodrum Marinası'ydı.
Mavi Yolculuk burada sonlanacaktı...

Gökova Körfezi'nde.
Beş günde.
Yaptığımız Mavi Gezi'de.
Rotamız böyleydi özetle...

"Tanrı dünyayı yaratmış
Gökova'yı nakşetmiş
Cenneti tasvir için de
Kullarına bahşetmiş"

Dört Liseli arkadaş bu cennette beraberdik.
Yedik, içtik, eski günlere gittik.
Sohbet ettik, eğlendik, neşelendik.
Masmavi denizlerde yüzdük, güneşlendik...

Çabucak geçti.
Ve bitti bu güzel gezi.
Tıpkı altmış yılın.
Geçtiği gibi...


Gökova'da Mavi Yolculuk fotoğraflarım:
.




28 Eylül 2015 Pazartesi

YARINLARA BİR MİRAS...


Osmanlı Halıları Sergisi bitti.
Yeni bir sergi açıldı.
İzmir'de.
Arkas Sanat Merkezi'nde...

Karar önceden verilmişti.
Hazırlıklar bir yıl önceden başlamıştı.
Arkas Sanat Merkezi.
Ve İFOD el ele yola çıkmıştı...

Amaç İzmir'in.
Kimliğinin.
Ve günümüz görüntüsünün.
Gelecek nesillere taşınmasıydı...

Bir kentin yapısının.
Mimarisinin, insanlarının, doğasının.
Kültürünün, yaşamının.
En güzel belgesiydi fotoğraf...

Bunun için yola çıkıldı.
9 ayrı ülkeden.
Fotoğraf Sanatçıları.
İzmir'e davet edildi...

Benim de üyesi olduğum.
İzmir Fotoğraf Sanatçıları Derneği.
İFOD'dan.
6 sanatçı dostum da katıldı...

Görüntülendi objektiflerle
Konak, Karşıyaka, Basmane.
Ödemiş, Bergama, Şirince, Tire.
Alsancak, Birgi ve Çeşme...

Belgelendi koz helvacısı, manavı.
Ekmek satıcısı, kasabı.
Camileri, kiliseleri, havraları.
Varyant'ı, Gar'ı, Kemeraltı'sı...

Kaydedildi özenle İzmir'in bugünü.
Hatırlamak için dünü.
Dedelerimizden kalan kültürü.
Ve torunlarımıza bırakacağımız görüntüyü...


Yarınlara Bir Miras Sergisi fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipP1u6QgMgfxjXDvv_CiIf9dEi010YUSNU-UuQJx9oKVyNK8XOLqiFvYtKQiP72jyA/photo/AF1QipNawrTPXQpaPIWkxXrxTkzEOOQ81WxlQSP3SZhE?key=d2xZOGl2MjkwRDNFQkdUdTV5N3hmUkN2NjVCZEFn

.

21 Eylül 2015 Pazartesi

OLEATRİUM...


Olea "zeytin" demek.
Atrium  "avlu" manasında.
Oleatrium da.
"Zeytin Avlusu" anlamında...

Oleatrium bir Müze.
Zeytinyağı Müzesi.
Kuşadası'nda.
Davutlar yolunda, solda...

Diana Turizm'in sahipleri.
Hasan Tonbul ve eşi Gürsel Tonbul.
Tarafından 2012 yılında.
Kurulmuş 30 yıllık bir emek sonunda...

3 dönümlük bir alanda.
Müthiş güzel bir Müze aslında.
11 sergi salonuyla.
Kronolojik anlatımıyla...

Zeytin'in ve Zeytinyağı'nın.
MÖ 6. yüzyıldan.
Urla(Klazomenai)'dan başlayan.
Öyküsünü öğreniyorsunuz...

Ardından zeytinyağı.
Ve geçirdiği safhaları.
Tek tek görüyor.
Ve gelişimini izliyorsunuz...

Sonrasında şahit oluyorsunuz.
Onun yemekte, temizlikte, güzellikte.
Isınmada, aydınlanmada.
Ve hatta sporda kullanımına...

Güzel düzenlenmiş.
İyi tasarlanmış.
Çok güzel sergilenmiş.
Farklı bir Müze bu...

Sonrasında geniş bahçesinde.
Keyifle geziyorsunuz, dolaşıyorsunuz.
Restoranda zeytinyağlı yemekler yiyebiliyorsunuz.
Satış reyonundan kaliteli ürünler alabiliyorsunuz...

Tutkuyla, emek vererek.
Büyük paralar harcayarak.
Bu güzelim Müze'yi oluşturmuşlar.
Elleri dert görmeyesi Tombul'lar...

Bu devirde.
Amatör bir hevesle, emekle.
Çabayla ve ruhla.  
Bundan daha güzeli olamaz da...

Oleatrium Zeytin ve Zeytinyağı Tarihi Müzesi Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPdGSVcBqu9nzEMwZ-EiDEcCUq_I-VgcfyzPOnjp9t1H1od23m1thWF7rrfgKkXug/photo/AF1QipMfaI3uf10ipA3Lh7KJckDaCeqS36oOEduL9wLy?key=N25OOHNuUHhKcjYzMWZsdzVka1N6MUhpbTdvaWtn
.




17 Eylül 2015 Perşembe

İYİ ŞANSLAR SANA...


Deniz.
Dalgalı değil.
Çalkantılıydı.
Dün İzmir Körfezi'nde...

Amacım.
Gün batımını.
Görüntülemekti.
Bu çalkantılı denizde...

Vakit vardı daha.
Gün batımına.
Oturdum bir bank'a.
Biraz soluklanmaya...

Önünde  çantasıyla.
Genç bir adam oturuyordu yanımda.
Dalmış görünüyordu.
Dalgalara bakmış gidiyordu...

Bir süre sessiz kaldık.
Sonra bakıştık.
Adam lâcivert gözlüydü.
Gençti ve beyaz tenliydi...

Öğrenmek istedi.
Güzel bir İngilizce ile.
İzmir'de yaşayıp yaşamadığımı.
Türk olup olmadığımı...

Körfezin karşısını gösterdi.
"Orası da İzmir mi" dedi.
"Karşıyaka" olduğunu söyledim.
"Orası da İzmir'in bir parçası" dedim...

Şaştı.
Gerçekten şaşırdı.
İzmir'in o kadar büyük olduğuna.
İnanamadı...

İstanbul'u sordu.
Merak ediyordu.
"O zaman İstanbul..."
"İzmir'den büyüktür herhalde" dedi...

Sonra.
Arkamızdaki dağları gösterdi.
"Oralar Yunanistan'a mı ait".
Dedi...

Yunanistan'ın buradan görülemeyeceğini.
Buradaki denizin bir körfez olduğunu.
Körfezden çıkıldığında ve koca bir burun dolaşıldığında.
Yunanistan'ın görülebileceğini anlattım kısaca...

Oldukça zayıf.
Ve zarif birisiydi.
Temiz giyimliydi.
Belli ki kültürlüydü...

Sorduğumda.
Söyledi bana.
Suriye'li olduğunu.
Şam'da ekonomi okuduğunu...

Sonra bana Suriye'yi anlattı.
Halep'in.
Ve diğer şehirlerin.
Hemen hemen tümüyle harab olduğunu söyledi...

Yalnızdı.
Şam'dan yola çıkmıştı.
Kamplarda konuk olmuştu.
Sonunda İzmir'e ulaşmıştı...

Arada bir.
Dalgın dalgın.
Dalgalara bakıyordu.
Almanya'ya gitmek istiyordu...

Almanya'dan telefon geldiğinde.
Deniz durulduğunda.
Önce Yunanistan'a.
Sonra gidecekti Makedonya ve Sırbistan'a...

Hayalleri yüksekti.
Umutları dolu doluydu.
Sırbistan'dan Macaristan ve Avusturya'ya.
Oradan da geçecekti Almanya'ya...

Çeşme'yi, Bodrum'u.
Kuşadası'nı biraz biliyordu ama.
Doğru dürüst telaffuz bile edemiyordu.
Buraların isimlerini daha...

Önündeki.
Siyah çantasını gösterdi.
Can yeleği.
Bu çantanın içindeydi...

Önündeki dalgalara bakıyordu.
Dalgaların dinmesini bekliyordu.
Yunanistan çok yakın sanıyordu.
Aradaki denizin nasıl dalgalı olduğunu bilmiyordu...

Körfezde dalgalar oynaşıyordu.
Genç adamın umutları vardı.
Güler yüzüyle benden ayrıldı.
O halâ umutla denize bakıyordu...

Hava yavaş yavaş kararıyordu.
Körfezde güneş batıyordu.
Genç adam güneşin battığı yöne doğru.
Yunanistan'a doğru yürüyordu...

Arkasından baka kaldım.
Şansın bol, yolun açık olsun.
İsmini bile soramadığım.
Umutları hayallerinin ötesinde olan dostum...

.

15 Eylül 2015 Salı

KISMET OTELİ...


Konaklamıştım bir defa.
1970'li yıllarda.
Kısmet Otel'de Kuşadası'nda.
Limanın hemen arkasında...

Beyaz saçlı, zarif ve muhterem.
Yaşlı bir kadın lobi'de otururdu.
Osmanlıların soyundan geldiği.
Rivayet olunurdu...

Sonradan öğrendim.
Hümeyra Hanım.
Son Padişah Vahdettin'in torunu.
Ve son Osmanlı Veziri Tevfik Paşa'nın kızıydı...

Cumhuriyet'ten sonra.
Vatanından ayrılmıştı.
Princeton Üniversitesi'nde okumuştu.
Orada Söke'li Halil Özbaş ile evlenmişti...

Vatana döndükten sonra.
1966  yılında.
Kuşadası'nda Akyar yarımadasında.
Kısmet Otel'i açmışlardı...

O dönemlerde.
Doğru dürüst bir otelin bulunmadığı bu beldede.
Kuşadası gibi bir yerde.
Ünlüler konaklardı bu güzel otelde...

Kuşadası.
Efes antik kentine çok yakındı.
O yıllarda gelen yabancıların çoğu.
Bu otelde kalırdı...

Kimler kalmamıştı ki.
Değişik tarihlerde.
Değişik kimlikleriyle.
Bu Otelde...

İngiltere Prensi Phillip.
Avusturyarşidükü Rudolph von Habsburg.
Malezya Kralı Sultan Azlan Muhibuddin Şah.
ABD Başkanı Jimmy Carter.
Polonya Devlet Başkanı Lech Walessa.
Romanya Devlet Başkanı Jan İliescu.
Dr. Mehmet Öz, Vitali Hakko.
Jules Dassin, Vehbi ve Rahmi Koç.
Yaşar Kemal, Murat Bardakçı.
Ercüment Karacan, M. Ali Birand.
Haydarabad Nizamı Bereket Şah.
Mısır Prensesi İkbal.
Keriman Halis Ece, Kenize Murad.
Prenses Hanzade İbrahim ve Fazıla İbrahim.
Mustafa Sandal, Naim Süleymanoğlu.
Demis Roussos, İlber Ortaylı.
Bedri Baykam, Metin Akpınar.
Sait Sökmen, Zülfü Livaneli.
Timur Selçuk, Joan Baez.
Cemil İpekçi, Sezen Aksu.
Sara Korle, Sakıp Sabancı.
Aydın Doğan, Sedat Simavi.
İspanya Prensi Felipe de Borbon.
İsveç Kralı Karl Gustaf.
Belçika Kralı Albert ve Kraliçe Paola.
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth.
Bulgaristan Devlet Başkanı Georgie Parvanon.
Portekiz Devlet Başkanı Mario Soares.
Hollanda Dışişleri Bakanı Hans van den Broek.
Alman Savunma Bakanı Gerhard Stoolenberg.
Başbakan Bülent Ulusu.
Genel Kurmay Başkanı İsmail Karadayı.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren.
Peppino di Capri.
Ve benzerleri...

2016 senesinde.
Kuruluşunun 50. senesini.
Kutlayacak tarihi..
Kısmet Oteli...

Kısmet Otel tarihi yapısıyla.
Halâ çok güzel  konumuyla.
Limana ve Kuşadası'na.
Yukarıdan bakar durumda...

Bana tekrar kısmet oldu.
Erol Kalkan arkadaşımın konuğu olarak.
Kısmet Otel'de bir gece daha konaklamak.
Ve bu tarihi dokuyu koklamak...


Kısmet Oteli Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipMpRDSQGRJzufQ1ukVVdxofF38kFc-FYUg9zpZAk5_7TLsCLH1LOnW2o4jPgVWHDA/photo/AF1QipMI9oZqP5Hrww3zdp-6B1flCdSFEhl6NmvqpuX6?key=OUtxYUthRFplN0d2RktzM3NKejlTVlNVd0F3U09R

.

1 Eylül 2015 Salı

İZMİR KAĞIT ve KİTAP MÜZESİ...


Kağıdın ve kitabın.
Öyküsünü görebilirsiniz.
Bornova İzmir'de.
Ege Üniversitesi'nde...

19. yüzyıldan kalma.
Balyan binasında.
Sergileniyor kitapla.
Ve kağıtla ilgili ne varsa...

Oldukça tarihi bir yapı.
Balyan binası.
Bahçesindeki modern heykel de.
Kağıt ve kitapları simgelemekte...

İki katlı bu evde.
İlk katta kağıda yer verilmekte.
İkinci katına ise.
Kitapla ilgili eserler sergilenmekte...

Papirus'un öyküsü 5000 yılın üzerinde.
Parşömen ise 2000 yıldır tüketilmekte.
Kağıda gelince.
O da ancak 1000 yıldır gündemde...

Kağıtla, kitapla.
Kağıdın ve kitabın kullanılışıyla.
İlgili yaklaşık 700 obje.
Bu Müze'de sergilenmekte...

Kağıdın üretiminden.
Son ürün olan kitaba değişimine.
Kağıtla ilgili sanatlardan Efemera'dan.
Exlibris'e kadar her şey burada bulunmakta...

Atatürk'ün Büyük Nutuk'unun.
El yazması örneği de burada.
Yalnızca 5 miligramlık.
Dünyanın en küçük kitabı da burada...

Picasso, Miro'dan, Dali ve Kandinsky'e.
Chagal, Matisse'den.
Andy Warhol'e.
Kitapla ilgili eserler de burada görülebilmekte...

Ege Üniversitesi'ne ait bu müze.
Bir ilk Türkiye'de.
Kağıdın, kitabın sonuna gelinen yıllarda.
İlginç bir Müze aslında...


İzmir Kağıt ve Kitap Müzesi Fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipPgV1h-uygGk6WIlo58IjYZCmIsDLE4ramXUaXvGtRoFJ2vSBM8h6rRra_uSLVHqg/photo/AF1QipNg9weyR6KJHHVvDjTgXRXBJvNPq7nFIQmyXkRx?key=VFNqYVBUVmpHMlkyYlVQS1BpMWhpT3pGNFE1Y0dn
.