YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

31 Mart 2015 Salı

NİĞDE GEZİSİ (1)...


Daha önce Niğde'den geçmiştim.
Niğde Gazozu'nu içmiştim.
(http://yucel-tanyeri.blogspot.com.tr/2008/02/yerli-mali-yurdun-mali.html)
Aladağlar'a tırmanmıştım.
Ama Niğde'yi hiç görmemiştim...

Geçen hafta Niğde'ye gidecektik.
Bu kez bir kültür gezisi yapacaktık.
Soğuk ve kar nedeniyle bir hafta erteledik.
Ve geziyi bu hafta yapmaya karar verdik...

Sabah önce Strabon grubumuzla  Müze'yi gezdik.
Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik.
Çağlara ait Köşk Höyük eserlerini.
Beğeniyle izledik...

Geç Hitit ve Frig kalıntılarını.
Helenistik, Roma ve Bizans buluntularını.
Etnografik yapıtları gördük.
Niğde hakkında ilk bilgileri edindik...

Sonrasında.
Yolculuk Andaval'a.
Burası Niğde'ye.
8 km mesafede...

Niğde'nin bir köyü.
Günümüzde Aktaş olarak geçiyor ismi.
Aslında Andabalis isimli.
Şirin bir Rum yerleşimi...

Andaval köylüleri.
Aslında konuksever insanları.
Öylesine misafirperver ki.
Kendileri yemez, doyururlarmış misafirlerini...

Konukseverliğini her duyan.
Andaval'a gelirmiş heman.
Yer, içer, yatar.
Beslenirlermiş uzun zaman...

Kötüye kullanılmış bu iyilikleri.
Ve misafirperverlikleri.
Andavallı'ların bu özelikleri.
Saflıklarını ve içtenlikleri...

Bu nedenle ve de zamanla.
Çıkmış adı "Andavallı"ya.
Ve söylenir olmuş "andavallı" terimi.
Ahmak ve aptal insanlara...

Günümüzde.
Andaval da yok.
Anabalis de.
Kala kala kalmış bu deyim dilimizde...

Bir de.
Yıkık bir kilise.
Anabalis'ten kalan bize.
6. yüzyıldan önemli bir dinsel harabe...

Bu kilise Haç yolu üzerinde.
Önemli bir yerde.
İmparator Konstantin'in anası adına.
İnşa ettiği sanılıyor Helena'ya...

Günümüzde yarı yıkık biçimli.
Konstantin Helena Kilisesi.
Anabalis'ten kalan bu tek abideyi.
Restore etmiş Hacettepe Üniversitesi...



Niğde Müzesi ve Konstantin Helena Kilisesi fotoğraflarım:
https://photos.google.com/share/AF1QipOUYLwHeuzUvqMLWUyqxeiF1dPMQodT91gz0G7Hw3Hnzvx_nmJcz05aHJP6Xn0Eow/photo/AF1QipNJ4213IAUH4PN4OnOX2-FIlfGpH2nCBumdb3Xa?key=d3dVNFB3OElQZDJxOXpNZ3BnODNxbzZGeG9FektR

.

29 Mart 2015 Pazar

GÜRBÜZ DOĞAN EKŞİOĞLU'YLA...


Eskiden beri.
Eserlerini keyifle izlerim.
İllustrasyonlar'ının hemen hepsini.
Bir yerde biriktiririm…

Gürbüz Doğan Ekşioğlu.
Ordu doğumlu.
Birçok ortak arkadaşımız var Ordu’dan.
Ben de arkadaşım onunla Facebook’tan…

Ressam desen, ressam değil.
Karikatürist desen, o da değil.
Grafiker desen, hiç değil.
E” şıkkı “hepsi” dersen, yanıt evet’tir…

İnşaat Mühendisliği okumuş.
Ardından.
Güzel Sanatlara Merak salmış.
Art Direktör olarak çalışmış…

Marmara Üniversitesi.
Güzel Sanatlar Fakültesi.
Grafik Tasarım Bölümü.
Mezunu ve tam 71 ödüllü…

Çalışmaları 15 ülkede yayınlanmış.
Birçok ödül almış.
The Newyorker Dergisinde.
Tam yedi kez kapak olmuş…

Bir Sergi açtı.
Ankara’da.
Taurus AVM’de.
Platform A Galerisi’nde…

Çok güzel düşünülmüş.
Çok güzel resmedilmiş.
Çok güzel ifade edilmiş.
Biri birinden güzel eserler hazırlamış…

Bu güzel sergiyi.
Ben geçen hafta gezdim.
Büyük keyif aldım.
Ve yine çok etkilendim…

Siz de gezin.
Tabloların felsefesini değerlendirin.
Bu renkli sergiyi.
Sakın pas geçmeyin derim…

Gürbüz Doğan Ekşioğlu Sergisinden:

.

25 Mart 2015 Çarşamba

NURİ BİLGE CEYLAN'LA...


Nuri Bilge Ceylan bir fotoğrafçı.
Ve sinema yapımcısı.
Ama aslında kendisi.
Bir Elektrik ve Elektronik Mühendisi

Eğitim görürken Boğaziçi Üniversitesi’nde.
Fotoğrafla da ilgilendi Fotoğraf Kulübü’nde.
Sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde.
Sinema eğitimi aldı iki sene süresince…

Kısa metrajlı.
Uzun metrajlı.
Filmler yaptı.
Yarışmalara katıldı…

1980 yılında.
Kısa metrajlı.
Koza” başlıklı.
Filmiyle adını duyurdu…

Sonra “Kasaba”yı.
Daha sonra.
Mayıs Sıkıntısı”nı.
Yaptı…

2002 yapımı.
Uzak” başlıklı.
Drama filmiyle ikincilik ödülüyle.
Döndü yurduna Altın Palmiye ile…

2006’da “İklimler” filmiyle.
Sinema Yazarlarının “Fipresci Ödülü"yle.
Ve “Üç Maymun” filmiyle de.
En İyi Yönetmen ödülü aldı Cannes Film Festivali’nde…

Ödülünü Faye Dunaway’den alan.
Nuri Bilge Ceylan.
Bu ödülünü, “tutkuyla sevdiği
yalnız ve güzel ülkesine” getirdi…

2014 Cannes Film Festivali’nde.
Kış Uykusu” filmiyle.
Lâyık görüldü bu kez 1. Ödülüne.
Türk Sineması’nın 100. kuruluş yıl dönümünde…

Adı ve başarıları.
Hep sinema ile anılsa da.
Nuri Bilge Ceylan aslında.
Çok başarılı Fotoğraf sanatı alanında…

Cermodern Galerisinde.
Dün gezdim keyifle.
Onun “Panoramik Bakış” fotoğraf sergisini.
Ve muhteşem görüntülerini…

Yalnızca "yalnız ve güzel ülkesini.
Tutkuyla seven bir insan".
Bu kadar güzel görüntüleyebilir ancak.
Ülkesine panoramik bir açıdan bakarak…


Panoramik Bakış Sergisi fotoğraflarım:

.

13 Mart 2015 Cuma

ÖNCE PERKÜSYON BOZULDU...



Vücudu öğrettiler bize.
Tıbbiye’de, en önce.
Öğrenciliğe  başladığımızda.
Doğrularıyla ve ayrıntılarıyla...

Sonra sıra.
Geldi hastalıklara.
Anlatıldı yavaş yavaş ve de.
Sindire sindire…

Karşılaştık insanla.
Yani hastayla.
Sonraki yıllarımızda.
Heyecanla…

İlk  ve en önemli konudur.
Bu aşamada.
Hastanın hikâyesini  almak.
Ve onun şikâyetlerini sorgulamak…

Ama yetmez dinlemek.
Bir de hastayı muayene ederek .
Organları dikkatle inceleyerek.
Bunları değerlendirmek gerek…

İnspeksiyon, Palpasyon.
Perküsyon sonra da Oskültasyon.
Değişmez sıralamasıdır.
İyi bir tıbbî muayenenin… 

Önce özenle bir bakı yapılır.
Sonra gereken bölgeler el ile yoklanır.
Parmakla vurularak yansıyan ses değerlendirilir.
Steteskopla dinleyerek var olan sesler işitilir…

Sonra geçilir lâboratuara, gerek varsa.
Bakılır kana, idrara, dışkıya.
Çok gerekliyse de.
Hasta belki gönderilir Röntgen’e…

Son aşamada hasta, hikâyesiyle.
Muayenesiyle.
Ve  tetkikleriyle.
Değerlendirilir bir bütün halinde…

Bulguların tümü  zihinde bir araya getirilir.
Düşünülür, bir daha düşünülür
Sonunda bir teşhise karar verilir.
Ya reçete yazılır, ya da ameliyat önerilir…

Zamanla sıra değişti, önce  dışlandı perküsyon.
Sonra da bozuldu oskültasyon.
Yapılmaz oldu sonunda palpasyon.
Ve önemsenmez oldu  enspeksiyon

Dinlenmez oldu artık hastanın hikâyesi.
Yapılmaz oldu kişinin muayenesi.
Günümüzde başvuruluyor hemen asrî  yöntemlere.
Hastalar  gönderiliyor muayene etmeden  tetkiklere…

Yavaş yavaş öncelikleri unutuyoruz.
Hastayı bir robot gibi görüyoruz.
Halini, hatırını hiç sormuyoruz.
Artık nabzını bile tutmuyoruz…

14 Mart bugün.
Bayram yapıyoruz.
Çağdaşlaştığımıza inanıyoruz.
Tıp Bayramımızı kutluyoruz…


.

8 Mart 2015 Pazar

DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE...

MORDOĞAN'LI DEMOKRAT MEDİHA

İzmir demokrattır, özgürlükçüdür denir ya, boşuna değildir böylesine taçlandırma. Buna ilişkin pek çok olay tarihte yer alır. Ama almayanlar da vardır. Onların da notu bir yerlere düşülmüştür. Uzun yıllardır İzmir'de yaşayan, şair ağabeyimiz, cumhuriyet savcılığı yapmış olan Berin Taşan'ın, 'Bir Tanığım Kalsın' adını taşıyan, Ümit Yayıncılık'tan 2005 yılında çıkmış olan kitabında, böylesi tarihe not düşülmüş kısa bir yaşanmışlık metni karşısında heyecanlandım, yüreğimin vuruş sayısı arttı ve doğal olarak övünç duydum.
     
Berin Taşan'ın kitabında yer alan ilgili bölüm, 'Mordoğan'da Bir Mediha Hanım' adını taşıyor. Berin Taşan, Şiran'da Cumhuriyet Savcısı olarak görevli bulunduğu sıra, genel hastalığımız olan politikacı hışmına uğrar, 1957 yılında İzmir'in deniz kıyısı ilçesi Karaburun'a sürgün olarak tayin edilir. Karaburun dediğin yer, Batı Anadolu'nun en ucunda, Sakız ile Midilli adalarına, bir de maviden yeşile değişen berrak Ege Denizi'ne bakan 'iki kahve bir fırın yer'dir o zamanlar. İzmir'in en küçük ilçesidir. İzmir ile ulaşımı günde bir kez kalkan otobüs ile sağlanmaktadır. Neyse. Biz gelelim Berin Ağabeyin bir öldürme olayının soruşturması için o yıllar Karaburun'a bağlı Mordoğan'a gitmesine. Berin Ağabey, Mordoğanlıları, köylerinin adli bir olayda adının geçmesi karşısında canları sıkkın görür. Çünkü bu olay Mordoğan tarihinde yaşanmış 'ikinci adli olay'dır.
-Birincisi neydi? diye sorar Berin Ağabey.
-Mediha Hanımın işi, der muhtar ve anlatmaya koyulur.

Mordoğanlılar, tek parti döneminde uzun yıllar muhtarlık yapan kişiden çok çekmişlerdir. Arkasında parti ve hükümet olduğundan değiştirmeye güçleri yetmemiştir. 1946'da çok partili döneme giriş, muhtarlık seçimlerinin yenilenecek olması fırsat yaratır. O yılın ilkyazında yapılacak seçim dolayısıyla kendi adaylarını belirlerler. Ancak eski muhtar yine adaydır. Üstelik arkasında il, ilçe tüm parti yönetimlerinin desteği vardır. Jandarma da eski muhtarın seçilmesi yönünde konuşlandırılır. Seçim sandığı köy odasına konur. Sandığın başında bir tek eski muhtar, eski muhtarı tutan köy ihtiyar heyeti vardır. Oyunu atan Mordoğanlı odadan çıkar, dışarıda beklemeye koyulur. Jandarma, sandığın bulunduğu köy odasını silme çevirdiğinden içeri kimse girememektedir. Oy kullanma biter, sandıktaki oylar sayılır, ihtiyar heyetinden bir kişi kapının önüne çıkar, 'Sayım sonucu eski muhtarımız kazandı' açıklamasını yapar. Ortalık bir anda karışır. Köylülerle jandarma birbirine girer. Köylüler, 'Seçime hile karıştırdınız. Yeniden seçim istiyoruz. Sandık yanımızda açılsın. Sayımda biz de bulunacağız' diye bağırmaya koyulurlar.
     
Haber önce Karaburun'a, ardından da İzmir'e ulaşır. İzmir valiliği olay çıkmasından çekinerek muhtar seçiminin yenilenmesine karar verir. Muhtarın tek güvendiği jandarmadır. Karaburun ve İzmir'den destek birlikleri gelir. İkinci kez yapılacak seçimde de sandık yine köy odasına konur, jandarma köy ihtiyar heyetinin dışında kimseyi içeri bırakmaz. Bunun üzerine köylüler kapıya yüklenirler, jandarma havaya ateş açar. Yaralananlar olur. Yaralananlardan birisi bir kadındır. Jandarma dipçiği, omurlarını 2 yerinden kırar. 

Tüm yaşananlara karşın Mordoğanlılar arasında yılgınlık, korku, dağılma görülmez. İstekleri nettir; sandığı odadan alıp cami avlusuna koymak. 'Seçim orada olacak. Oylar gizli kullanılacak, sayım açık olacak', diye isteklerini bildirirler. Yoksa oy moy kullanmayacaklardır. Jandarmanın başındaki komutan kalabalığı dağıtamayacağını anlayınca isteği kabul eder, oy sandığı köy odasından çıkartılır, caminin avlusuna konur. Jandarmayla itiş kakış sırasında en önde direnen genç bir kadına yaşlı komşusu kadın, 'Evde küçük çocuğun beşikten düştü. Daha burada ne işin var!' diye çıkışacak olur.
Genç kadının yanıtı çok nettir:
-O dokuz ayda, bu dört yılda bir olur. Şimdi işim var, eve gelemem!
Böyle konuşan ve ardından da jandarma dipçiği yiyerek omurlarından ikisi kırılan genç kadının adı Mediha Aşık'tır. Köy okuluna devam etmiştir. Başkaca da ilçeye gidip gelmişliği bile sayılıdır. Aldığı dipçik darbesi sonucu uzun süre yatan Mediha Hanım, ayağa kalktığında artık dik duramayacak, yaşama gözlerini kapayıncaya değin çenesi yere değecek denli eğik yürümek zorunda kalacaktır. 
     
Seçim sonuçları Mediha Hanımla Mordoğanlıların istediği gibi olur ve eski muhtarın yerine Mordoğanlıların belirledikleri kendi adayları kazanır.
Dahası, bu olay 1946-1950 yılları arasında bütün 'muhalif' parti toplantılarında iktidara karşı örnek bir demokratik direniş olayı olarak anılır, 16 Şubat 1950 günlü ilk demokratik seçim yasasında, 'gizli oy, açık sayım ve oy sandıklarının okul ve mabet avlularına konulmasına' ilişkin hükümlerin alınmasında etkili olur.
Olayı öğrenen Demokrat Parti yöneticileri (*), Mediha Aşık'ı, altın saatle ve zincirle ödüllendirir. Bunun üzerine köy kurulu toplanarak şu kararı alır:
'Bu altın saat her nişanlanan genç kızın kolunda bir hafta dursun!' Bu karar, uzun yıllar uygulanarak geleneğe dönüşür ve altın saat, nişanlı kızların kollarında özgürlük simgesi olarak taşınır.
     
(*) Ne yazık ki çok partili dönemimizin başında seçimle işbaşına gelen yani sandıktan çıkarak iktidar olan Demokrat Parti, tarihe demokrasinin gereğini yerine getirmeyen parti olarak geçti ve varlığı 27 Mayıs 1960 darbesi ile noktalandı.  
................ 
NOT: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, Gazeteci arkadaşım sayın Lütfü Dağtaş'ın bir yazısını aynen ilettim. Mordoğan'lı Demokrat Mediha'nın şahsında tüm kadınlara saygıyla...
.

7 Mart 2015 Cumartesi

İZMİR'İN RENKLERİ...


Kısaltılmış  adıyla İFOD.
İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği.
1986 senesinde.
Kurulmuş İzmir'de...

Geçen sene.
Kabul edildim üye.
Ben de bu Derneğe.
500. sırada üyeliğe...

Her Perşembe bir araya gelinir.
Üyeler bilgilendirilir.
Fotoğraflar değerlendirilir.
Dost bir ortamda tartışılır...

Son toplantımızda.
Üyelerimizden Lütfü Dağtaş.
"İzmir'in Renkleri" başlıklı.
Bir sunum yapacaktı...

Çıkacak kitabını tanıtacaktı.
İzmir'den anılar anlatacaktı.
Bizlere İzmir'i yaşatacaktı.
Çok güzel bir sunum olacaktı...

Sunuma az bir zaman kalmıştı.
Bana bir teklif yaptı.
Benim de katılmamı istedi.
Sen de bir anını anlat dedi...

İzmir'e daha yeni gelmiştim.
İzmir'in yabancısıydım.
İzmir hakkında ne anlatacaktım.
Bir anda şaşırmıştım...

Sevgili Lütfü açıkladı.
Bloğumda bir anımı okumuştu.
Onu anlatmamı istiyordu.
Bayağı da ısrar ediyordu...

Hikaye eskiydi.
Aradan 45 yıl geçmişti.
İzmir ile ilgiliydi.
Konusu da Adnan Süvari'ydi...

Sevgili Lütfü toplantıyı açtı.
Güzel bir sunum yaptı.
İzmir'i anlattı.
Renkli insanlarını tanıttı...

Kültürpark'ın kuruluş öyküsü.
Oradaki üç bronz atın bilgisi.
Ada Gazinosu'nun hikâyesi.
I. Kordon'dan kimlerin gelip geçtiği...

Fuat Göztepe.
Vahap Özaltay.
Sait Altınordu.
Ve İzmir futbolu...

Troleybüs işletmesi Hat Şefi.
Vehbi Bey'i.
Ve Beş kızına Sabahat, Melahat, Nebahat. 
Nezahat , Vecehat isimleri verdiğini...

Dario Moreno'yu.
Sarı Yaşar isimli amigoyu.
Ve onun "Milli takım formasına.
Reklam alınmaz" diye isyanını...

Tayyareci Vecihi Bey'i.
Sanat güneşimiz Zeki Müren'i.
Şair Atilla İlhan'ı.
Mordoğan' Demokrat Mediha'yı...

Yamanlar'ın domatını.
Saip Köyü'nün nergis kokulu sokağını.
Öylesine güzel anlattı.
Ve İzmir'i bize bir kez daha yaşattı...

Sonrasında sözü bana bıraktı.
Ben de anlatmaya çalıştım Hacettepe yaşantımı.
Göztepe-Cardiff City maçını.
Ve Adnan Süvari ile ilgili anımı...
(http://yucel-tanyeri.blogspot.com.tr/2007/12/o-gece-hepimiz-gztepeliydik.html)

Sonrasında da.
10 dakikalık bir zaman aralığında.
Bir sunum yaptım fotoğraflarımla.
"Renkler" başlığıyla...

Farklı bir sunumdu.
İFOD'un bu oturumu.
İzmir'in renkli insanlarının.
Anlatıldığı ve hatırlandığı...


"İzmir'in Renkleri" toplantı Fotoğraflarımız (fotoğraflar üyemiz Kemal Okul'a aittir):
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/IzmirinRenkleri#6123258767514324146

Toplantıda yaptığım "Renkler"  başlıklı sunumum:

.

4 Mart 2015 Çarşamba

BOZBAŞ...


"Iğdır'ın al alması".
İle yazmıştık ilk Iğdır anılarmızı.
Iğdır'ın Bozbaş'ısı.
İle kapatalım Iğdır ile son yazımızı...

Iğdır'a özgü, yöresel bir aş.
Bozbaş.
Ancak yapılıyor yakın komşularda da.
İran'da ve Azerbaycan'da da...

Oldukça doyurucu Iğdır'ın bu aş'ı.
Yapılışı farklı.
Sunumu farklı.
Yemesi farklı...

Kemikli kuzu eti (incik) kullanılıyor.
Bu soğanla iyice kavruluyor.
İçine bir miktar salça konuluyor.
Tekrar kavruluyor...

Üzerine sıcak su dökülüyor.
Ve önceden ıslatılmış nohut konuluyor.
Bir miktar tuz ve kuyruk yağı ilave ediliyor.
Bir çay kaşığı zerdeçal (sarıkök) ekleniyor...

Bir saat pişiriliyor.
Dörde bölünmüş patateslerden.
İki tanesi ilave ediliyor.
Patatesler de pişince yemek tamam oluyor...

Bozbaş'ın servisi de farklı.
Önce bir maşrapa gerekli.
Bozbaş emaye maşrapa'lara konuluyor.
Herkese ayrı ayrı servis yapılıyor...

Önce çok ince ve kuru lavaşlar geliyor.
Çukurca bir tabağa lavaşlar ufak ufak kopartılıyor.
Maşrapanın kapağı aralanıyor.
Ve lavaş ekmeğin üzerine et suyu dökülüyor...

Önce bunu yiyorsunuz.
Ekmeğe ve et suyuna doyuyorsunuz.
Tabağınız boşaldığında.
Geliyorsunuz yemeğin ikinci kısmına...

Et ve kemik birbirinden ayrılıyor itinayla.
Etle nohut boca ediliyor tabağınıza.
Daha sonra ele alınan metal bir tokmakla.
Et ve nohut eziliyor kıvamınca...

Sonrasında.
Başlıyor bir kaşıklama.
Ard arda.
Büyük bir iştahla...

Bu Bozbaş denilen geleneksel aş'ı.
Iğdır'a gelen her kişi mutlaka tatmalı...


Bozbaşı yemeği Fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/Bozbas#6121879973890156850

Bozbaşı yemeğı yapılışı ve sunumu videosu:
http://www.dailymotion.com/video/xou9qg_igdir-bozbas-yemegi_travel

.


2 Mart 2015 Pazartesi

AĞRI DAĞI İLE...


"...kalabalık toptan yüzünü Ağrıya dönüp, 
gözlerini kırpmamacasına dağın doruğuna diktiler. 
Ve hep inatla öyle kaldılar".

Ağrı Dağı Efsanesi'nden, Yaşar Kemal 

...............

Bir gün önce 21 Şubat'ta.
Küçük Ağrı dağını görmüştük zorla.
Gün batımında.
O da bulutların arasında...

Ertesi günü.
22 Şubat.
Benim.
Doğum günümdü...

Yeğenim Tunç, 4 yıl önce.
Kendi doğum gününde.
Ağrı'ya kış tırmanışı yapmıştı.
Bu ulu dağa tek başına çıkmıştı...
http://yucel-tanyeri.blogspot.com.tr/2011/04/tek-basina-agri-dagina.html

Benim öyle bir niyetim yoktu.
Doğum günümde.
Yüce Ağrı'yı görsem bile.
Yeterdi kendime...

Sabah ilk işim.
Hava'ya bakmak oldu.
Günlük güneşlik bir havaydı.
Adeta yaz'dan kalmaydı...

Iğdır'da meslektaşım.
Dr. Yüksel Çavuşoğlu.
Ve arkadaşım Burak Köroğlu ile.
Sözleşmiştik Ağrı'yı görmeye...

Sevgili Yüksel geldi otelimize..
Bizi aldı otomobiliyle.
Iğdır'dan çıktık yola.
Ağrı'nın etrafını dolanmaya...

Yüce bir dağ Ağrı.
5137 metre rakımlı.
Türkiye'nin en büyük dağı.
Başı çoğu zaman dumanla kaplı...

Sabah başı yine hafif dumanlıydı.
Öğlene doğru açıldı.
Dümdüz bir ovanın ortasında.
Sanki mağrur bir yapıydı...

Gittik sonra.
Gürbulak sınır kapısına.
Dura kalka.
Bu muhteşem güzelliğe baka baka...

Dönüşte Doğubayazıt'ta.
Bir restoranda.
Abdigör Köftesi'yle.
Karnımızı doyurduk öğlen yemeğinde...
http://yucel-tanyeri.blogspot.com.tr/2010/09/abdigor-koftesi.html

Yemeğin sonrasında.
Ağrı dağının tabanında.
Dümdüz çimenlik bir merada.
Topumuzu da oynadık kendi aramızda...

Sonra da kuzeyinden.
Ağrı'nın eteklerinden.
Seyreyledik yeniden.
Bu muhteşem dağı gün biterken...

Müthiş bir gezi olmuştu.
Ağrı'nın çevresi dolaşılmıştı.
Dağın güzelliğine hayran kalınmıştı.
Ağrı dağı bol bol fotoğraflanmıştı...

O gün pasta, masta yenilmemişti.
Mum filan da söndürülmemişti.
Caf caflı bir kutlama yapılmamıştı.
Ağrı dağı doğum günüm için unutulmaz bir olaydı...


Ağrı Dağı Fotoğraflarım:
https://picasaweb.google.com/105371707000908378020/AgriDagi02#6121185070328323442

.