2005 yılının Ağustos ayında bir Doğu Karadeniz gezisi yapmıştım.
O yolculuk sırasında tesadüfen tanıdım Azmi Aytekin’i…
O yolculuk sırasında tesadüfen tanıdım Azmi Aytekin’i…
Artvin Borçka’dan başlamıştık geziye.
Çoruh vadisini boydan boya geçmiş, Torul’da soluklanmıştık.
Biraz sonra nostaljik bir yola girecektik.
Eski yolu tırmanarak Hamsiköy üzerinden Trabzon’a inecektik.
Bu yol artık pek fazla kullanılmıyordu.
Çünkü onun yerine Zigana dağını tünelle geçen bir yol yapılmıştı.
Sürücüler artık bu asrî, duble yolu tercih ediyordu.
Haliyle diğer yol atıl kalmıştı.
Belki üzerinde kuş uçuyor ama bırakın kervanı doğru dürüst bir araç bile geçmiyordu artık bu yoldan…
Defalarca geçtiğim bu yolu tekrar görmek güzel olacaktı.
“Vira bismillah” diyip yolu tırmanmaya başladık.
Çoruh vadisini boydan boya geçmiş, Torul’da soluklanmıştık.
Biraz sonra nostaljik bir yola girecektik.
Eski yolu tırmanarak Hamsiköy üzerinden Trabzon’a inecektik.
Bu yol artık pek fazla kullanılmıyordu.
Çünkü onun yerine Zigana dağını tünelle geçen bir yol yapılmıştı.
Sürücüler artık bu asrî, duble yolu tercih ediyordu.
Haliyle diğer yol atıl kalmıştı.
Belki üzerinde kuş uçuyor ama bırakın kervanı doğru dürüst bir araç bile geçmiyordu artık bu yoldan…
Defalarca geçtiğim bu yolu tekrar görmek güzel olacaktı.
“Vira bismillah” diyip yolu tırmanmaya başladık.
Etrafa göz gezdirirken bir tabelâ dikkatimi çekti.
Bir köy evinin duvarında “Güneş Sanat Merkezi” yazıyordu.
Gözümü ovuşturup bir kez daha baktım.
Evet, “Güneş Sanat Merkezi” yazıyordu.
Rüya filan değildi.
Gözden uzak, gönülden ırak böyle bir köyde Sanat Merkezi vardı.
Açık kapısından içeri baktığımda, karanlık, tozlu geniş bir oda ile karşılaştım.
Köy evi şeklinde düzenlenmiş ve birçok sanatsal obje ile bezenmişti.
Sonra da bu güzelliğin sahibi olduğunu öğrendiğim 70 yaşlarındaki ressam Azmi Aytekin ile tanıştım.
Gönülden sunduğu sıcak çayını, kilimlerle döşeli sedir üzerinde yudumlarken daha yakından tanıma sevincine ulaştım onu…
Doğduğu köyde yıllar önce bir sergi açmıştı.
Köy evi şeklinde düzenlenmiş ve birçok sanatsal obje ile bezenmişti.
Sonra da bu güzelliğin sahibi olduğunu öğrendiğim 70 yaşlarındaki ressam Azmi Aytekin ile tanıştım.
Gönülden sunduğu sıcak çayını, kilimlerle döşeli sedir üzerinde yudumlarken daha yakından tanıma sevincine ulaştım onu…
Doğduğu köyde yıllar önce bir sergi açmıştı.
Zigana dağlarını dolaşarak ağaç köklerini toplamış ve birçok somut figürü sergilemeye başlamıştı. Bu akıma da “köküizm-köklerin dili” ismini vermişti. Üç boyutlu bu ilginç figürlerin arasına da kendi yaptığı tabloları yerleştirmiş, pencere camlarını dekoratif biçimde boyamış, şiirlerle bezemiş, düşüncelerini yazarak yerleştirmiş ve bir “Sanat Merkezi” oluşturmuştu. Mütevazi bir de kitaplığı vardı bu köy odasının.
Birilerinin gelip, takdir etmesi pek önemli değildi onun için.
Köyün çocuklarına biraz yol gösterse yeterdi…
Köyün çocuklarına biraz yol gösterse yeterdi…
Beş dakikalığına uğradığımı bu ufak köyde bir saatten fazla kalmış, şaşırmış, “sanat, sanat için mi yoksa toplum için midir” sorusunu sorgulamıştım.
Dönüş yolu, Azmi Aytekin’in galerisinin duvarlarında yazılı olan “sen Bulgar kaşkavalı ben köy çökeleği, nasıl anlatabilirim sana kimsesizliğimi…” sözlerinin anlamını yorumlayarak geçti Zigana dağlarının doyumsuz güzelliği arasında…