YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

14 Mart 2008 Cuma

KEFELİ APARTMANI...


Kefeli Apartmanı, çocukluğumuzda Samsun’un en görkemli yapısı idi.
1950’li yıllarda Samsun’un tümü 2-3 katlı evlerden oluşuyordu.
Apartman olarak 7 katlı bir tek “o” vardı...

Başkaca büyük yapı görmediğimiz için bizi çok etkilerdi.
Her önünden geçişimizde başımızı göğe kaldırır hayranlıkla incelerdik.
Benzerlerinin İstanbul’da olduğu söylenirdi.
Kentin ana geçiş yolu olan Irmak caddesi üzerinde bulunurdu...

Önünde şehir parkı vardı.
Görkemli Atatürk heykeli tam önünde bulunurdu.
Atatürk heykelinin en güzel resimleri hep Kefeli Apartmanına çıkılarak çekilmişti.
Atatürk heykelinin fotoğrafı deniz tarafından çekildiğinde ise tüm görkemiyle arkasında muhakkak Kefeli Apartmanı çıkar, sağındaki solundaki tek katlı lokantalar, pastaneler, dükkânların arasından tüm heybetiyle görüntü verirdi...


Yapı, 1930’lu yıllarda Hakkı Kefeli tarafından yaptırılmıştı.
Cumhuriyet döneminin Samsun’daki ilk görkemli binasıydı.
Samsun’un ilk apartmanı idi...

İlginç bir mimari yapısı vardı.
Ancak mimarını da, ustasını da, kalfasını da kimse bilmiyordu.
Yapının cephe düzeni, süsleme ve ayrıntıları 1920’lerin özelliklerini yansıtırdı.
Girişi ana cadde üzerinde değil bir arka sokaktaki Orhaniye geçidindendi.
Yüksek demir kapıdan içeri girildiğinde yan duvarlarda bal rengi ve lacivert karo seramikler karşılardı sizi…

Girişin iki yanında, duvara resmedilmiş 1934 tarihli büyük boy renkli iki tablo vardı.
Mozaik tabanlı merdivenler kıvrılarak sizi yukarı katlara taşırdı.
Birinci katta Avukat Cemalettin Bulak’ın yazıhanesi vardı.
Babam, emekli olduktan sonra bir süre burada çalışmıştı.
Bu nedenle büyük siyah deri koltuklarla döşeli bu katı iyi bilirdim.
Daha üst katlar o zamanlar ev olarak kullanılırdı.
Önünde manolya ağaçlı geniş bir park, Avusturya'lı heykeltraş Krippel tarafından 1933 yılında yapılmış olan görkemli Atatürk heykeli ve onun da önünde deniz bulunurdu.
O dönemlerde liman yapılmamış olduğu için sahil çok yakınındaydı.
Samsun’un o dönemde her halde en değerli yeri olmalıydı.

20 yıl sonra Samsun’a geldiğimde onun zavallı haline çok üzülmüştüm.
Yaşlanmıştı.
Bakımsız kalmıştı.
Yanında kendisinden büyük, kendisinden daha kalın gövdeli birçok binalar zuhur etmişti.
Onların arasında bir kibrit kutusu gibi kalmış, tüm görkemini yitirmişti.
Sanki bir gecekondu yapısı gibi kalmıştı.
Büyüteçle arasanız kendisini zor bulurdunuz...

İçinde barınan aile de kalmamıştı.
Tüm katları iş yeri olmuştu.
Girişteki tabloların boyaları dökülmüş, tozlanmıştı.
Merdivenler yıpranmış, mozaikler dökülmüş, merdiven demirleri ortaya çıkmıştı.
Bu taş bina, yılların yorgunluğuna yine de taş gibi dayanıyordu.

Önünden geçenler bu apartmanı artık fark etmeseler de.
Geçmiş görkemini bilmeseler de…




.