Sevgili Orhan Yılmaz, Kanal KBB’nin Sosyal KBB bölümü için benden yazı istediğinde önce nedir bu “Sosyal KBB” diye sayfaya girip, inceledim. Hepsi biri birinden değerli üç meslektaşım Dr. Oğuz Basut, Dr. Cem Saka ve Dr. Esra Eryaman hayli pahalı motosikletleri ile pozlar vermişler ve çok güzel anılarını yazmış, yorumlarını yapmışlardı.
Ne yapacaktım. Ben bırakın motosiklet kullanmayı, daha bisiklete binmeyi bile bilmiyordum. Bizim “yediğimiz pekmez, gördüğümüz Antep”di. Başkaca bir özelliğimiz yoktu. Gerçekten ne yapacaktım…
Birden aklıma evde çamur içinde duran botlarım geldi. Onlar da beni meslektaşlarımınki kadar hızlı olmasa da, o kadar uzaklara götürmese de epey yükümü çekmişti.
Oğuz’un söylediği gibi “hobinin ötesinde bir tutkuydu, bir aşktı” benim için botlarım. Ben de “uzun yıllardır sımsıkı bağlıydım bu tutkuya…” Benim botlarım da “biraz zerafet, belki de biraz hava” değil miydi sevgili Oğuz’un yazdığı gibi. “Yakın uzak demeden, güneş kar çekinmeden yüklenip gezmek” değil miydi benimkisi de… Veya “kamp yapmak” değil miydi “görülesi yerlerde soluk almak, doğa ile iç içe spor yapmak”. “Tanımak” yok muydu “köşe bucak Türkiye’yi” bizim de literatürümüzde.
Cem Saka kardeşimin söylediği gibi bizim “yapmamız gereken de o tehlikeyi bertaraf edip, istediğimiz şeye ulaşmak” değil de neydi. Ben de “hem efendiliğimi bozmayıp, hem de çılgınlığımı korumuyor muydum” botlarımı ayağıma geçirdiğimde. Ya da “botlarım bir isyan aracı” değil miydi yaşamaya. Veya “motosiklet dostluksa” botlarım dost değil miydi bana…
Sevgili Esra’nın yazdığı gibi “trekking” de “is a way of thinking” değil miydi benim için. Yürüyüş de “akıl ve vücudun uyum içinde yolculuğunu” anlatmaz mıydı. Ben de Esra gibi “ruhumu dinlendirmeyi, sükunet ihtiyacımı, özgürlüğümü” yürüyüşle karşılamıyor muydum. “Botların zevki uzun yürüyüşlerde” çıkmıyor muydu.
Genç meslektaşlarımla birçok noktada buluşmuştuk.
Ayağınıza ayakkabı takabiliyorken, giyin botlarınızı yürüyün yürüyebiliyorken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder