YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

8 Ocak 2008 Salı

BEDEN EĞİTİMİNDEN İKMÂLE KALIŞIM...


1960 yılında ablamın Yükseköğrenimi ve benim de Lise öğrenimim için Samsun’dan kalkıp Ankara’ya geldik. O dönemlerde ucuz bir memur bölgesi olduğu için Yenimahalle’ye yerleştik. Yenimahalle Erkek Lisesi (ismi sonradan Mustafa Kemal Lisesi) yeni açılmıştı. Bazı dersler boş geçmesine rağmen oraya kaydımı yaptırdık. Benim için yeni ve farklı bir ortamdı.

Beden Eğitimi Hocamız, 1960 lı yıllarda ODTÜ’nün kurucu Rektörü olan Kemal Kurdaş’ın kardeşi Turgut Kurdaş idi. Öğrenciler tarafından sayılan, sevilen, iyi, disiplinli bir Hocaydı. Bizi ilkbahar ve sonbahar aylarında belediye otobüslerine doldurur –o dönemde henüz inşaatı sürmekte olan- ODTÜ Kampüs alanına götürür ağaç diktirirdi. ODTÜ’nün geniş arazisindeki çam ormanlarında MKL öğrencisi olarak benim de bir tutam katkım olduğu için, ODTÜ’deki o ağaçlıkları gördükçe halâ büyük keyif duyarım. 

Turgut Hocamızın en büyük tutkusu “havacılık”tı. Başarılı bir Havacılık Kulübü kurmuş ve Türkkuşu ile müşterek çalışarak genç paraşütçüler yetiştiriyordu. Her öğrencisinin bu Kulübe girmesi en büyük arzusu idi. İnanç ve Kıvanç Ayas kardeşler ile Tuna Atıcı o dönemde bizim Liseden yetişmiş büyük paraşütçülerdi. Turgut Hoca’nın bir diğer tutkusu da Jimnastik ve “kasa atlamaları” idi. Her öğrencisinin sadece düz değil, takla atarak, perende atarak kasadan atlamasını isterdi. Ben sporu çok sevmeme, top oynamama, iyi koşmama rağmen kasadan atlamayı bir türlü beceremezdim. Sonunda Hoca beni ve benim gibi “kasa özürlü” 10-15 öğrenciyi -sanki yazın kursuna gidip kasadan atlamayı becerecekmişiz gibi- ikmâle bıraktı. Bütünlemeler Ağustosta yapılacaktı. 

O dönemlerde öğrenciler bırakın marka spor eşyalar giymesini, üzerimize giyecek doğru dürüst bir eşofman bile bulamazdık. Ayağa geçirilen altı lâstik kaplamalı adi kes’ler vardı. Ayağımıza onu giyerdik. Hemen hepimizin anaları tarafından dikilmiş, beli yuvarlak lâstikli siyah donlarımız vardı. Şort niyetine de onu giyerdik altımıza. Üstümüzde de ya kirli bir fanila veya renkli bir gömlek olurdu en fazlası. Oynadığımız toplar da kalın meşinden yapılmış, dikişli ve bağcıklı toplardı. Kısa zamanda eskir, dikişleri açılır, meşini incelirdi. Yeni alındığında çok ağır, oynadıkça hafifleyip tüy gibi olan toplardı. Ama buna rağmen gece-gündüz mahalle aralarında, arsada, asfaltta top oynar ve büyük keyif alırdık. Sözün kısası yokluk içerisinde kendi çapımızda spor yapardık. 

Sonunda Ağustos ayı geldi, çattı. Sınav günleri açıklandı. Bizler tüm yaz boyu futbolumuzu oynayarak sporumuzu yapmış, bütünleme sınavına bu şekilde hazırlanmıştık. Oldukça sıcak bir yaz gününde Spor Salonunun önünde toplandık. Turgut Hoca da “kasa fobimizi” ve tabii ki kasa çalışmadığımızı biliyordu. Bizleri topladı ve üzerindeki otlar kurumuş, çoraklaşmış bomboş arazideki bir yüksek gerilim hattı direğini işaret parmağı ile göstererek “Oraya kadar koşup, direğin çevresinde döndükten sonra buraya geleceksiniz, ilk üç dereceye girenler sınıfı geçer. Gerisi kalır. Haydi marş, marş !” dedi. Koşacağımız mesafe en azından 6-8 km. kadardı. “Hocam, bizler Muharrem Dalkılıç mıyız o kadar mesafeyi koşalım” dediysek de dinletemedik. Çaresiz, hep birlikte kurulmuş zemberekten boşanır gibi uzun “kır koşusu”na başladık. Fakat gel gör ki daha yarı yola gelmeden susuzluk başladı, enerji depoları tükendi. Başlangıçta hızla başlayıp önde gidenlerin de dilleri dışarı çıkıp yavaşlayınca hep birlikte grup oluşturduk. Sonra aramızda konuşarak “Ulan, gelin finişe hep beraber el ele girelim. Bakalım Turgut Hoca o zaman kimi geçirip, kimi bırakacakmış görelim…” denildi. Öneri büyük tasvip gördü. Bu öğrencilerle başa çıkılmazdı. Ne de olsa “avcı nice yol bilse, tilki de onca hâl bilirdi…” O sıcakta kendimizi fazla sıkmadan, zaman zaman durup dinlenerek parkuru el birliğiyle tamamladık. Turgut Hoca’nın bu ittifak karşısında ne yapacağını da çok merak ediyorduk. Gerçi koşuyu “fair-play” ruhuyla bitirmesine bitirmiştik ama ortalıkta Turgut Hoca filân gözükmüyordu. Araştırdık, soruşturduk “Öğretmen Odasındadır” dediler. Oraya gidip, Turgut Hoca’yı gördüğümüzde Hoca bize “Ben zaten hepinizin o parkuru koşabileceğinizi biliyordum. Hepiniz geçtiniz çocuklar…” diyerek müjdeyi verdi. Sevincimiz sonsuzdu. Bu müjdeli haberi gidip birer şişe soğuk gazoz içtikten sonra o akşam Ankara’nın doyum olmaz gece serinliğinde, mahallenin oğlanları ile sokak lâmbalarının ışığında gece yarısına kadar asfaltta top oynayarak kutladık.

O günden beri “kasa”yı sadece olimpiyat oyunlarından yapılan naklen yayınlarda gördüm. Koşmaktan, top oynamaktan, spor yapmaktan ve seyretmekten halâ büyük keyif alıyor ve Turgut Hoca’mı da hep sevgiyle, şükranla anıyorum…


Turgut Hocamız, 19 Mayıs gösterileri Ankara-1961
.