Kızım Tuğba, Bilkent Üniversitesinde okudu.
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümünde.
1992-96 yılları arasında...
Lisans tezini Likya'lılar üzerine yaptı.
1996-97 yılları arasında da Master tezini tamamladı.
Sonrasında da Boston Üniversitesi'nde Doktorasını yaptı.
Urartu medeniyeti konusunda...
Arkeoloji öğrencileri her yaz bir çalışma ekibine katılırlar.
Tüm yaz aylarını bu çalışma kamplarında geçirirler.
Arkeolojik bir alanı kazarak incelerler.
Titiz, yorucu bir çalışmadır bu.
Yıllar boyu sürer.
Bilimsel sonuçlara ulaşılması yıllar alır.
Tuğba genç yaşlarda dalgıçlık eğitimi almıştı.
Dalış Brövesi sahibiydi.
1995 yılında Bozburun batığı çalışma ekibine katıldı.
MS 9. yüzyılda batmış bir gemi idi bu.
Yaklaşık 1200 yıldır su altında duruyordu.
Hergün bu gemiye dalıp birşeyler yapılıyordu.
Olayı yerinde görmek istiyordum.
Kazının son günü ziyaret ettim Tuğba'yı.
Kazı kamp alanı Selimiye'ye 2 km. uzaklıktaydı.
Sığ koy denilen dünya güzeli bir koyda.
Sapsarı kumlu, sıcak mavi denizli ıssız bir bölgede.
Ancak bu kamp yeri tam bir "toplama kampı" gibi idi.
32 milletten gençler vardı.
7 tanesi Türk öğrenciydi.
Kazı Teksas Üniversitesi ve Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (INA) tarafından yapılıyordu.
INA Sualtı Arkeolojisinin babası George Bass tarafından kurulmuştu.
George Bass, çok saygın bir bilim adamıydı.
Öğrencisi Fred Hocker bu kazının başkanıydı.
Kamp yeri derme çatma, yarı açık cezaevi gibi barakalardan oluşmuştu.
Gecekondu benzeri basit yapılardı bunlar.
Öğrenciler tarafından imece usulüyle yapılmıştı.
Etrafları çarşaflarla kapatılmıştı.
Çatı olması gereken yerler dallarla örtülmüştü.
Yataklar, yorganlar açıkta duruyorlardı.
Görüntü deprem alanlarından daha feci bir durum arzediyordu.
Alan, her an belediye ekiplerinin baskınına uğrayabilirdi.
Yıkım için belediyeden karar çıkmasına gerek yoktu.
Buldozer filan hiç gerekmezdi.
İki omuz atsanız herşey yerle bir olurdu.
Bu ahval ve şeraitden daha kötüsü yemeklerdi.
Öğünler ikiye indirilmişti.
Ekmek ve beyaz peynir karpuzla karıştırılıp yeniliyordu.
Az miktardaki su, çıkartılan kalıntıların temizlenmesinde kullanılıyordu.
Batığın olduğu yer bu koydan 3-4 km uzaktaydı.
Lacivert bir denizde ve sarp bir kayalığın hemen önünde.
Buraya ulaşım dolmuş misali binilen bir tek zodiak bez motorla sağlanıyordu.
Bu kayalığa üç katlı ahşap bir plâtform yapılmıştı.
Evleri sıvamak için kurulan iskeleler herhalde bundan daha güvenliydi.
Zaten yıkılsa da platformdakiler suya sabuna alışkın gençlerdi.
Batığa kadar bi solukta gidip birkaç kavanoz çıkartırlardı.
Batık yüzeyden 26-30 m derinlikteydi.
20 derecelik bir eğimle kumların içindeydi.
Herkesin çalışma bölgesi belirlenmişti.
Her dalgıç 2X2 metrelik bir alandan sorumluydu.
Kişi buraya günde ancak bir kez dalış yapabiliyorlardı.
25-30 dakika çalışma izinleri vardı.
Genellikle 4 kişilik ekipler halinde dalınıyordu.
Tuğba'nın dalışını platformdan izledim.
Sırası geldiğinde hazırlıklarını tamamladı.
Baş parmağı ile tamam işareti yaptı.
Platform sorumlusu da gladyatörlere yapılan işaret benzeri bir hareket yaptı.
Tuğba lacivert suların içinde kayboldu.
Arada bir hava kabarcıkları yüzeye geliyordu.
Heyecanlı bir 30 dakika geçti.
Sonrasında şükürler olsun tekrar göründü.
O akşam onu alıp beraber bir yemeğe gidelim istedik.
Ama dalış sonrasında 24 saat kamptan ayrılmasına izin yoktu.
Herhangi bir kötü duruma karşı böyle bir önlem alınıyormuş.
Batığa dalışlar birkaç yıl daha sürdü.
1000 civarında anfora çıkartıldı.
Geminin yapısı incelendi.
Bilimsel sonuçların alınması 10-12 yıl sürüyormuş.
Sonuçları bekleyeceğiz...
Selimiye batığı resimleri için :
https://photos.google.com/share/AF1QipMAIQIu3tQhS_j4ulfw1G1I3KLnmrco-B_5a0eWsVhQk1YhEv-hSLpJAw4e5i_ohg/photo/AF1QipMSI-0EN0i30kUe_P3Vji4m28ST49eNVMSbULSi?key=Q0FXdTM1Q19lcHl3LVVrcmFOcWo3bTZXWkVtbmFR
.