Hekimdi.
30 yıl öncesi.
Öğrencimizdi...
1985 yılı.
Böyle bir Haziran ayı.
O'nu Hekim olarak yetiştirmiştik.
Ve Diplomasını vermiştik...
Sonrasında zorlu yıllar.
Mecburi Hizmet'ler.
Uykusuz geçen nöbetler.
Asistanlık'lar, Uzmanlık'lar...
Gece, gündüz çalışmıştı.
Göğüs Cerrahisi Uzmanı olmuştu.
Pek çok can kurtarmış, iyi bir Hekimdi.
Efendi'nin de önde geleniydi...
Kıydılar ona.
Yaşamına.
Geçen hafta.
Üç kurşunla...
Sebepsiz yere.
Keyif olsun diye.
Bir serseri'ce.
Boş yere...
Cenazesinde meslektaşları.
Bir pankart taşıdı.
"Gülen Yüzümüzü Soldurdunuz".
Başlıklı...
Gerçekten gülen yüzlüydü.
Sessizdi.
Sevimliydi.
Neşeli ve bol espirili birisiydi...
İki yıl süreyle.
OMÜ Tıp Fakültesi'nde.
Kılçık isimli gülmece dergimizde.
Çalışmıştık birlikte...
Ben Dergi'nin Yönetmeni.
Kâmil de, Dönem V talebesi.
Ve Espiri Üretim Merkezi.
Sorumlu Öğrencisiydi...
Derginin ilk sayfasını.
Kâmil kaleme almıştı.
"Kılçık Nasıl Çıktı" başlıklı.
Bir yazı yazmıştı...
İşte Kâmil'in.
Kılçık Dergisi.
1984 senesi.
O sevimli derlemesi:
Kılçık bu sene kolay çıktı. Daha önceki yıllarda yaşanan deneyimler sonucu Yücel Bey yeni formüller hazırlamış, her dönemden bir temsilci yerine o dönemin yarısı hatta mümkün olduğunca tamamının Yayın Kuruluna seçilmesi sağlanmıştı. Bu formülle dergi Yayın Kurulu isim listesinin her ne kadar derginin yarısını götüreceği düşünüldüyse de ilk heyecanla fazla üzerinde durulmadı.
İlk toplantının yapılacağı gün, Yücel Bey fırıl fırıl dönüyor, sağa sola telefon ediyor, top sahasını o da olmazsa kapalı spor salonunu ayarlamaya çalışıyordu. Öyle ya bu insan seli nereye sığacaktı. Telefonlardan sonuç çıkmayınca toplantının Cerrahi Dersanesinde rotasyon yöntemiyle yapılmasına karar verildi. Fakat toplantı saatinde görüldü ki seçilen Dönem temsilcileri Yücel Bey'i zor durumda bırakmamış büyük bir anlayış göstererek, ya hiç ya da birer kişi ile toplantıya katılmışlardı.
Kadro tamamen yeniydi. Dönem I'den Derya, Dönem II'den Cengiz, Afet, Dönem III'den Oğuz, Ali, Erdal, Fatih, Dönem IV'den Aziz ve Lale, Dönem V'den Kâmil ve Dönem VI'dan da Selahattin mizah dünyasının bir karikatür, bir yazı diye peşinden koştuğu kişilerdi. Yücel Bey de 1 yıl aradan sonra ısrarlara dayanamıyark mizah dünyasına yeniden dönmüştü. Fakat kondüsyonu yetecek miydi? Eğer kondüsyonu yetmezse bastonla o da olmazsa omuzlarımıza alarak mutlu sona ulaşacaktık. Yücel Bey açılış konuşmasında "Oğuz Aral'ın boyu uzun, demek ki mizah uzun boyluların ürünü, fakat Muhlis de süper güldürüyor demek ki süper zeki olmakta gerekli, işte siz bu özellikler göz önünde bulundurularak seçildiniz" diyerek hepimizin göğsünü kabarttı. Henüz ilk toplantıda büyük bir inançla kanımızın son damlasına kadar, dergi için mücadele yemini ederken herkesin tek ayak üzerinde durmakta zorluk çektiği görülüyordu. Hatta bazı arkadaşlar dengelerini kaybederek kafalarını birbirine vurdular, Acil'e zor yetiştirdik. İlk günden hasar büyüktü...
Para meselesinin halledilmesi Sülün Oğuz'a bırakılmıştı. Sahte çek, sahte para ve her türlü üç kağıt hususunda erbab olan bu zat, yeni Fakülte binalarını denize nazır daireler diye bazı vatandaşlara satmış, Fakültenin başına türlü dertlar açmıştı. Yücel Bey'e daha önce klemp diye mangal maşası, laringoskop diye de soba borusu sattığını tanışıklıklarının da bu alış-verişten doğduğunu daha sonra anlayacaktık...
Yücel Bey'in Sülün'ü bize tanıştırırken "aman çocuklar ciğerinizi söker, Röntgensiz anlayamazsınız" demesi üzerine hepimizin içi cızz edip, elimiz cüzdanlarımıza gittiyse de daha sonraki gün toplantıya katılanların, dersten sonra simit satmaya başlamaları dikkat çekecekti...
Yücel Bey'in Dönemlere giderek yaptığı konuşmalar büyük ilgi görüyordu. Öyle ki sınıfları tam dolduramayan Hocalar önce Yücel Bey'i sınıfa sokuyor, 10 dakika sonra aniden bastırarak
dolu bir sınıfla ders yapma mutluluğuna erişiyorlardı. Bu arada Yücel Bey'in Dönem I ve II'de yapacağı konuşmaları kullanıp, çıkartma yapmaya niyetlenen zampara Yayın Kurulu üyelerini Yücel Bey hastane içinde o da olmazsa Cumhuriyet Meydanında otobüs değiştirirken en haşin metodlarla atlatıyordu. Hatta bu iş için özel saçını yaptıran Ali, son taktiklere kurban gitmiş, hastane içinde yolunu şaşırarak 3 gün sonra evine dönebilmişti...
Çalışmalar büyük bir hızla başlamıştı. Yazılar akıyordu. Dönem I ve II'nin yazılarını hastaneye götürmek için elarabası, at arabası aşamaları kısa zamanda geçilmiş, günde 4-5 sefer düzenli kamyon seferlerine başlanmıştı...
Değil bu yazıları değerlendirmek, istif etmek bile dert olmuştu. Hastanenin servisleri dahil her taraf yazı ile dolmuştu. Hatta bu durum üzerine Dekan Bey'in "ya bu Kılçık bir an önce çıkar, ya da bu Fakülte batar" demesi konunun aciliyetini yeteri kadar açıklıyordu herhalde...
Allahım o ne hengameydi. Bir kaçımızın kâğıtlar altında kalarak boğulma tehlikesi geçirmesi üzerine
yazılar arasında oksijen tüpleriyle dolaşmaya başladık. Bu arada Hastane Müdürü'nün biriken kağıtlara bakıp devamlı ellerini oğuşturarak "oh oh yakıt sıkıntısı çekmeyeceğiz" dediğine bizzat şahit oldum...
Bu arada daha önce dergimizde yazıları çıkan Babıalî eşrafından bir dizi yazı üstadı ve bir dizi meşhur olmak için çırpınan namzet-i üstadlar başvurduysa da yazıları bizimkiler yanında yetersiz görülerek kabul edilmedi...
Bazı toplantılar çok sıkıcı geçiyordu. Kaytarmak için uygulanan metotlar dahilinde olan "sigara molası verelim", "çişim geldi" gibi bahaneler pek tutmuyordu. Yalnız, Afet'in uyguladığı "saat 9'da Yurtta olmam gerekiyor" taktiği, kaytarmak için en nefis buluştu. Böyle durumlarda başta Cengiz olmak üzere bütün erkeklerin centilmenliği tutuyor, "Yurda ben götüreyim", "yok sen götür" kavgaları insanın gözünü yaşatıyordu...
Toplantılarda Yayın Kurulu'nda olanların hepsinin kabul edilip, diğer yazıların bir çoğunun kabul
edilmemesi dikkatimizi çekti. Bunun üzerine yazıları, yazanın ismini kapatarak okumaya başladık.
Bu durum da Fatih'in kendi yazısına "yuh ulan, bu da yazı diye gönderilir mi" demesi bizi mübalağasız birkaç gün güldürdü...
Yücel Bey'in kendi yazılarını Yayın Kurulu'na sunacağı akşam lahmacun yaptırarak getirmesi yazılarının kabulünde önemli rol oynadı. Bizim midelerimiz bayram etti ama bu olay da Kılçık tarihine ilk "rüşvet olayı" olarak geçti. İşin ilginç yanı, o güne kadar hiçbir toplantıya katılmayan Lale'nin lahmacunlu toplantıdan sonra aksatmadan her toplantıya gelmesi ve Yücel Bey'in elini boş gördükçe suratını ekşitmesiydi...
Kâmil ilk toplantılarda pek konuşmamıştı. Fakat son toplantılara doğru ortalıkta terör estirdiği, özellikle Yücel Bey'in yazılarını kıyasıya eleştirdiği görüldü. Kendisi her ne kadar "ilham geç geldi" diyorsa da bu ilhamın KBB Stajını geçtikten sonra aniden gelmesinin sebebi hikmetini anlamamış gözüktük...
Ahu Torba'yla röportaj yapacağım dümeniyle dergiden malî desteğini alıp İstanbul'a giden Erdal'ın
Gazinolarda yediği paralar bizi neredeyse batıracaktı. Allahtan Sülün Oğuz devreye girerek, kendi tabiriyle "bir iki ufak iş" çevirdi. Fuar ve Liman'ı satarak malî perişanlığımızı düzeltti...
Ali'nin portre karikatürlarinizi yapacağım aldatmacasıyla aldığı resimlerimizi arkadaşlarına gösterip, "çıktığım kız" diye caka satması hepimizi yaraladı. Ulan adam bir iki resim de bize verir, di mi?...
Nihayet her şey hazırlanmış, yazılar matbaaya verilmişti. Fakat işin zor yanı bundan sonraydı. Her gün matbaaya uğrayarak provalardaki yanlışların düzeltilmesi gerekiyordu. Kimsenin matbaaya uğramadığını gören Yücel Bey'in "çocuklar niçin gitmiyorsunuz, bol çay var hem de bedava" demesi üzerine matbaaya doluşarak çalışmalarımıza devam ettik.
Provaları okuya okuya derginin bizim için hiç bir espirisi kalmamıştı. Herkes sinir içindeydi. Bu sırada 5. defa okuduğum halde anlayamadığım bir yazıyı yeni anlayıp, gülmeye başlayınca, en son gördüğüm etrafımda bir kalabalık ve Aziz'in yumruğuydu. Şimdi Hastanedeyim. Dergi çıktı mı acaba, bilemiyorum. Çok da merak ediyorum...
Kılçık Yayın Kurulu adına
Stj. Dr. Kâmil Furtun
Nur içinde yat sevgili Meslektaşım...
1985 yılı OMÜ Tıp Fakültesi Mezunları
(Dr. Kâmil Furtun en üst sırada görünen benim hemen önümde)
.