YÜCEL TANYERİ
Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...
Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...
Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...
27 Eylül 2010 Pazartesi
AHMET'İN TEKNESİNDE...
Ahmet Bölükbaşı sınıf arkadaşımız.
Lise’den, Hacettepe’den.
50 yıllık…
Ahmet, yeni bir tekne almış.
Tekne sahibi bir arkadaşımız hiç olmamıştı.
“Gelin lan, medeniyet görün Ayı’lar” diyor.
Tabiatıyla bu nazik davete icabet ediyoruz.
Alles inklusif tekne gezisi kolay bulunmaz.
Ben zaten İzmir’deyim, bir Kongre nedeniyle.
Eyüp Selahattin İstanbul’dan geliyor.
Ahmet topluyor bizi.
25 Eylül Cumartesi günü sabahın erinde…
Önce Beyaz Ev’e gidiyoruz.
Ürkmez-Gümüldür’de…
Üç katlı saray yavrusu bi şey.
Mandalina bahçesi dahil…
Ahmet birer mandalina ikram ediyor.
Eyüp lâfı sıkıştırıyor.
“Ahmet, bunu yanımıza alalım” diyor.
“Balığa sıkarız!..”
Gümüldür sahilinde ufak bir tur atıyoruz.
"Hera" da yanımızda.
Hera dediğin ufak boyut bir kurt.
Neyse ki aram iyi onunla…
Sonra ver elini Seferihisar.
Cittaslow kenti.
Tekne buranın Marina’sında demirli.
Sığacık’daki Teos Marinasında…
Marina yeni yapılmış.
Çağdaş bir kayıkhane.
Akülü arabayla karşılıyorlar bizi.
Teknemize kadar da götürüyorlar.
Bu yatların hepsi biri birine benziyor.
Tek farklılık boylarında.
Yat sahipleri bununla öğünüyorlar.
Ahmet’inki de 33 feet imiş. İnanmıyoruz…
Yat dediğin kayığın biraz uzun boylusu.
Yüksek direklisi.
Biraz da yelkenlisi.
Kocaman yuvarlak dümenlisi…
Ahmet’in teknesinin ismi Wadi.
Hiçbir lisanda karşılığı yok.
Zaten ismini Ahmet koymamış.
Çünkü bu ikinci el bir yatmış.
İkinci el alınca daha ucuza geliyormuş...
Neyse, önce yatı şöyle bir tanıyoruz.
Zaten el kadar bir şey.
Üç kişi zor sığıyor.
Dördüncü kişi için zodiac motor ekliyorlarmış.
Benim deniz tecrübem yok.
Ahmet, yoğunlaştırılmış kurslara katılmış.
60 yaşından sonra yat sahibi olmuş.
70 yaşından sonra kaptanlık ehliyeti almış.
Kaptanlık ehliyeti olduğu söyleniyor.
Ben görmedim.
Öbürü ondan da cahil.
Denizcilik terimlerine yatkın olduğunu söylüyor.
Kurslara kısmen devam etmiş.
Hastalar, ameliyatlar derken yarıda bırakmış.
Ama denize yatkın kişiler.
Eyüp, Dicle nehrinde salla karşıdan karşıya geçmiş.
Ahmet’in de kürek çekmişliği var.
Gençlik Parkında…
“Deniz gibidir bu kaptanlar” diyorum.
“Hiç güven olmaz ha…” diye de ekliyorum.
Çaresiz can yeleğimi takıyorum.
Düdüğümü, işaret fişeğimi kontrol ediyorum.
Kendimi sağlama alıyorum.
Daha motor çalışmadan…
Yanımda olduklarına inancım tam.
Poseidon’un, Okeanos’un…
Ahmet top’un sahibi.
Tabii ki Kaptan o oluyor.
Eyüp de Miço’luğa getiriliyor.
Ben ise yelkenlerden sorumlu Devlet Bakanı.
Ahmet ve Eyüp aralarında konuşuyorlar.
Camadan, iskata, mandar, usturmaça diyorlar.
Kamança, cenova, orsa, apaz’dan bahsediyorlar.
Klos, flog, istralya gibi şeyler söylüyorlar…
Amaçları hava atmak, bana bir şeyler bildiklerini göstermek.
Aralarında bazen tartışma çıkıyor.
Neyse ki benim okuma-yazmam var.
Doğru anlamını söylüyorum.
Teknedeki “Denizcilik Terimleri” kitabından.
Örneğin elde bir kas olduğunu biliyorlar.
Palmaris longus’un varlığından haberdarlar.
Ama bir türlü karar veremiyorlar.
Vücudun iskele mi sancak mı tarafında olduğuna…
Neyse, alıyoruz demiri.
“Vira bismillah” diyip.
Yavaş yavaş geçiyoruz.
Güzelim yatlar arasından.
Aheste aheste gidiyoruz.
Açık denize doğru.
“Niye bu kadar yavaş gidiyoruz" diye soruyorum.
Buranın "Cittaslow kenti" olduğunu söylüyor Eyüp.
Bilimsel bir açıklama getiriyor.
Kendince…
Allahtan deniz düzgün.
Bunlara zorluk çıkartmıyor.
İlk deneyimlerinde…
Limandan çıkıyoruz.
Haritada görünen ilk yer Eşek Adası.
“Beni buraya bırakın” diyorum.
Çünkü en uygun yer burası.
5 yıldızlı oteli bırakıp, bunlara katılan birisi için…
Ahmet dümende duruyor gibi yapıyor.
Zaten otomatik dümen var.
Eyüp’e emirler yağdırıyor.
“Yerleri sil, sintineyi boşalt” diye…
Dışarıda 9-10 knot rüzgâr var.
Bizimkiler yelken açmaya niyetleniyorlar.
Cenova dedikleri ön yelkeni.
Başarıyorlar da…
Ama süratimiz 1-2 mili geçmiyor.
Yelkenler doğru cenahtan açıldı mı?
Onu da bilemiyorum…
Düşük bir süratle seyrediyoruz.
Öyle ki dağda ben bile daha hızlı yürürüm.
Yokuşu tırmanırken.
Ama Ahmet bu işten keyifli.
Ne de olsa ilk kez açık denize çıkıyor.
Yanında bir kobayla…
Bu arada bir türlü cesaret edemiyorlar.
İkinci yelkeni açmaya.
Başlarına ne geleceğini de bilemiyorlar.
İkincisini açtıklarında bu göl gibi denizde…
Tremola yapmaya yelteniyorlar.
Yelkeni sağdan sola geçirmeye denilirmiş.
Tremola…
Teknede en az üç kişiye ihtiyaç varmış.
Tremola yaparken.
Çaresiz beni de alıyorlar aralarına…
İşim basit.
Karşı ipi gevşeteceğim.
Basit gibi görünüyor.
Ama uyarıyorlar.
“Dikkat et” diyorlar.
“Fatih Terim de parmağını kopartmıştı”
“Tremola yaparken…”
Üç kez tremola yapıyoruz.
Açık denizde.
Parmaklarımda hiçbir sorun yaşamadan…
İki saat sonra çok yoruluyorlar.
Durgun, açık denizde.
“Geri dönelim” diyorlar.
Burunları zaten liman yönündeyken…
Limana giriyoruz yavaşça.
Kıçtan yanaşacağız.
Limandakiler deneyimli.
Daha ilk teşebbüste notlarını veriyorlar bunlara.
Zodiak'lılar yanaşıyorlar pruvadan.
Yardımcı olacaklar manevralarına.
Ama bizimkiler bodoslama giriyorlar rıhtıma…
“Geri vitesimiz bozuktu” diyor Ahmet.
Yutuyor gibi yapıyor deneyimli kaptanlar.
Gemi tornistan ediliyor, kıçtan sıkıca bağlanıyor.
Kalın dubalara.
İkinci bir emre kadar yasaklanıyor.
Ahmet’in seyrü sefer etmesi…
Neyse, can yeleğimi çıkartıyorum.
Rahat bir nefes alıyorum.
Biralar çıkartılıyor.
Keyifle yudumlanıyor.
Akşam burada yatacağız.
Altta üç kamara var. Paylaşıyoruz.
En büyüğünü bana tahsis ediyorlar.
Dağdaki çadırımız bundan daha büyüktür.
Herhalde buradan daha aydınlıktır.
Sarcophagus’lar.
Daha da iyi ses yalıtımlı…
Sen bırak 5 yıldızlı oteli.
Gel burada gecele.
Gaz çıkartmak da yasak burada.
Limanda sintine suyu bırakmak kadar…
Neyse, sabahı ediyoruz.
Kahvaltıyı teknede neşeyle yapıyoruz.
Börekler, domates ve hıyarlarla…
Güzel bir 24 saat geçirip, ayrılıyoruz.
Wadi’den.
Teşekkürler edip Ahmet’e…
Ahmet'in rüzgarları kolayına, pruvası hep neta olsun
Allah başını karadan, kıçını da boradan korusun.
Ahmet’in Teknesinde fotoğraflarım için :
http://picasaweb.google.com.tr/tanyeri/Wadi#5521481685012092130
.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder