YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

18 Aralık 2025 Perşembe

ROOSEVELT ADASI, NY...

 

- 24 Haziran 2025, New York NY -


Gitmiştim Roosevelt Adasına.
2022 yılında.
Washington'da.
Ve anlatmıştım Bloğumda:

Üç yıl aradan sonra.
Bu yıl da Haziran ayında
Bu kez de New York'ta.
Uğradım bir başka Roosevelt adasına...

NY'da Manhattan adasının batısında.
Hudson nehri bulunmakta.
Doğusunda da East nehri akmakta.
İşte bu Roosevelt adası da.
East nehrinin ortasında yer almakta...

Burası Hollandalılar zamanında.
Domuz adası olarak adlandırılmakta.
19. yy'da Hapisane olarak kullanılmakta.
1921'de Refah adası olarak bilinmekte.
1973'te de F. Roosevelt ismi verilmekte
Adada bu dönemde sadece.
Üç papaz yaşmakta hastaların haricinde...

1970'lerde adayı geliştirme projesiyle.
Ada başladı bir anda gelişmeye.
Ve 2000'li yıllara gelindiğinde.
Nüfusu yükseldi 9.520'ye...

Konut yapım programlarıyla da.
Evler yapıldı orta sınıf vatandaşlara.
Cornell Üniversitesi bir kampüs açtı.
Bir bölüm öğrenci adaya taşındı...

Roosevelt adası.
Birleşmiş Milletler binasına yakındı.
Ada, BM çalışanlarının ilgisini çekti.
Kofi Annan bile buraya yerleşti...

Burası 3.2 km uzunluğunda.
240 m genişliğinde.
147 dönüm büyüklüğünde.
New York'un güneyinde.
Uzun-ince bir ada Doğu nehrinde...

Haziran ayında NY gezimde.
İki gün konakladım Atakent'lerde.
Hacettepe'den Dr. Pınar ve Dr. Yücel  ile.
İkinci caddedeki evlerinde...

O sabah Atakentler'in işleri vardı.
NY'ta olmayacaklardı.
Evlerinin çok yakınında ada vardı.
Teleferik ile nehir havadan aşılırdı...

Teleferiğe kadar yürüdüm.
50 kişilik bir teleferiğe girdim.
Bir köprü yanında yüksekte ilerledim.
East River üzerinden geçtim.
Roosevelt adası kıyısında indim...

Queensboro Köprüsü adlı.
Bu çelik köprü 1909 yılı yapımı.
Yani tam 116 yıl  önce yapıldı.
8 şeritli ve 110 m yüksekliğinde.
2.270 m uzunluk, 30 m eninde...

Doğu nehrinin iki kıyısında.
Yeşillikler, çiçekler arasında.
Dolaştım kâh Manhattan karşımda.
Kâh Queens bölgesi yanımda...

Doğu nehrinin durgun sularıyla.
Yüksek gökdelenler karşı kıyılarda.
New York'un muhteşem manzaralarıyla.
Yürüyerek geçirdim birkaç saat bu adada...

150 yıl öncesi Domuzların adasında.
50 yıl önce başlamış modern yapılanmaya.
Sanırım yakın bir zamanda.
Burası da dönüşecek yeni bir Manhattan'a...
 
.
Roosevelt Adasından Fotoğraflarım:

Roosevelt Adası havadan çekilmiş Videosu (YouTube'dan):

.

12 Aralık 2025 Cuma

OZAN ve SAZI...


Aşık Veysel 
(çizim: Gürbüz Doğan Ekşioğlu) -


Saz ya da daha özgün ismiyle bağlama, dut ağacından yapılır.
Bağlama çalan kişiye Sazende denilir.
Ozanlar türkü sözlerini yazarlar.
Bazı ozanlar da hem çalar hem de söylerler.
Türküyü hem yazan hem de söyleyene de Aşık denilir.
Bu saz ve söz ustalarından en bilineni de
Aşık Veysel’dir.

Başlangıçta uzun ince bir yola çıkar.
Dünya bir dolaptır, durmadan döner.
Gül, menekşe, sümbül arasında gezinir.
Ağaçları al giydirir, kuşları dillendirir.
Eser bahar yeli, karlar erir.
Bahar geçer, yazı getirir.
Sen bir çiçek, ben de yaz olsam der.
Dalgın, dalgın alemi seyreder.
Türlü türlü dertlidir, ilacı da yoktur.
Dost, dost diye nicesine sarılır.
Beyhude dolanır, boşa yorulur.
Sadık yâri de kara topraktır.
Sonunda kendi gider, adı kalır yadigâr…

Yalnızca adı değil, dizeleri de yadigâr kalır.
Ben gidersem sazım sen kal dünyada” der.
Sözlerinin tümü ayrı bir anlam yüklüdür:
....................

Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lâl olsun dillerin, söyleme yâda
Garip bülbül gibi âh-u zâr etme

Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım, sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayâli hatır et, beni unutma

Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bâzı
Hangi kuştan aldın sen bu avâzı
Söyle doğrusunu, gel inkâr etme

Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın, gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan m'aldın
Pençe vurup, sarı teli sızlatma

Ay geçer, yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas, yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yâr gelmezse, yaraların elletme

Sen petek misâli, Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı
Ben babamı, sen ustanı unutma...


Ben gidersem sazım sen kal dünyada
(Cengiz Özkan'dan):

.

9 Aralık 2025 Salı

İBRAHİM ÇALLI SERGİSİ...

 

- 2-31 Aralık 2025, Ankara -

İbrahim Çallı.
Bir Osmanlı Ressamı.
Doğdu 1882 yılında.
Denizli'nin Çal kasabasında...

Babası onu gönderiyor İstanbul'a.
Parasız kalmasıyla.
Başlıyor Yeni Cami'de arzuhalciliğe.
Orada tanıştığı Hoca Ali Rıza ile.
1906 senesinde.
Girer Sanayi-i Nefise Mektebi'ne.
Oradaki eğitiminde.
Şevket Dağ ve H. Avni Lifij ile.
Üye oldu 1909 senesinde.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'ne...

Paris'e gönderildi 1910'da.
Dört yıl kaldı burada.
Ecole des Beaux-Arts'da.
Çalıştı Fernand Cormon'la...

Sonra döndü İstanbul'a.
I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla.
Sergiler açtı İstanbul ve Viyana'da.
1914 ressamları anıldı Çallı kuşağı adıyla...

İyi bir ressam ve öğretmendi.
Şeref Akdik, Elif Naci.
Zeki Kocamemi, Bedri Rahmi.
Muhittin Sebati, Avni Çelebi.
Onun yetiştirdiği öğrencilerdi...

1919 senesinde.
Kurucu üyesiydi.
Türk Ressamlar Cemiyeti'nde.
Yaptı natürmortlar, nüler. 
Çiçekler, camiler, çeşmeler... 

65 yaşındaydı, 1947 senesiydi.
Akademi'den emekli edildi.
"En verimli
zamanında çocuklarımdan ayrılmam nedeni
ile sahiden müteessirim" demişti...

22 Mayıs 1960'da.
Bir mide kanaması sonucunda.
Veda etti renkli dünyasına.
İstanbul'da...

Aralık ayında Ankara'da. 
Rengin Hafızası, Fırçanın Ruhu başlığıyla.
Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki sergisinde.
Birlikteyiz İbrahim Çallı sergisinde.
Onun 67 eseriyle...

İbrahim'in babası altın koyarak cebine İstanbul’a gönderiyor, okuması ve askeri idareye girmesi için. Ama İbrahim askeriyeye girmiyor. Geziyor, dolaşıyor, yiyor en sonunda parayı bitiriyor.
İstanbul’da Yeni Cami avlusunda arzuhalciler var. Onların yanına gidiyor, selamlaşıyor, "ben de yanınızda ekmek paramı kazanmak istiyorum, bana fırsat verir misiniz" diyor. O zamanlar 17-18 yaşlarında. Arzuhalci "senin okuman yazman var mı" diyor, İbrahim "tabi var" diyor. Bir kağıt veriyor ve denemesini istiyor. O kağıda bir şeyler yazıyor, arzuhalci bakıyor, kaligrafisi çok güzel. Arzuhalci hayret ediyor. Elindeki bir tomar kağıdın yarısını ona veriyor, "mürekkebi beraber kullanırız’" diyor. O zaman tabii ki masa falan yok. Perşembe Pazarında portakal sandıkları varmış. "O portakal sandıklarından 2 tane al gel. Birine oturacaksın, birini masa yapacaksın" diyor ona. Orda herkes öyle yapmış tabi. "Ama sen arzuhalcilik yapma, sen mektupçuluk yap" diyor. İbrahim orada mektupçuluk yapıyor.
Bir gün kendini işe alan yaşlı arzuhalcinin kurşun kalemle resmini yapar. Sonra o resmi onun kasasına raptiyeler. Gelip geçenler resmi kimin yaptığını sorar, arzuhalci de İbrahim'i gösterir.
Sokakta resim yapan Rupen isminde yabancı bir ressam var. Arzuhalci onu çağırıyor, İbrahim ile tanıştırıyor, onun gibi resim yaptığını söylüyor. O ressam ile resim çalışmaya başlıyorlar. Rupen, onu Hoca Ali Rıza’nın oğlu ile tanıştırıyor, yaptığı resimleri götürüyor, gösteriyor. Hoca Ali Rıza onu Sanayi-i Nefise’ye, Güzel Sanatlar Akademisine yazdırıyor. Sonrasında ise hepimizin bildiği gibi ünlü bir ressam olur.
(İbrahim Çallı'nın torunu Yaşar Çallı'dan)

İbrahim Çallı Sergisi Fotoğraflarım:

.

13 Kasım 2025 Perşembe

AMERİKALI GENERAL...

 

- Kore savaş birliğimizden bir bölüm -


Dr. Pınar Atakent.
Hacettepe'den meslektaşımız.
1972 yılında Hekim oldu.
Toplum Hekimliği uzmanlığını aldı...

Eşi, Dr. Yücel Atakent ile.
Göç ettiler ABD'ne.
Dr. Pınar Atakent, New York'ta.
Uzman oldu bu defa da.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon alanında...

Dr. Pınar Atakent ayni zamanda.
1982-1991 yılları arasında.
Görev yaptı Amerikan Ordu'sunda.
Doktor Binbaşı unvanıyla... 

Başarılı bir Hekimdi.
Hastaları tarafından çok sevilirdi.
40 yıl sonra görevleri sona erdi.
Emekli oldu Hekimliğe veda etti...

Onun 40 yıl önce.
Washington D.C.'de.
Walter Reed Askeri Hastanesi'nde.
Bir anısı Amerikan Generaliyle:
.........................

Yıl 1986, yer Washington D.C
Walter Reed Army Hospital.
Army Reserve'deki görevim nedeniyle Walter Reed de çalışıyorum.
Tatildeki Physical Med&Rehabilitasyon Bölüm Başkanına vekâlet etmekteyim.
Asistanlardan biri yanıma gelip, bir VIP konsültasyonu geldiğini, hastane kumandanının bu hastayı bölüm başkanının görmesini emrettiğini bildirdi.
Dolayısıyla bu işi ben üstlendim.

Hastanın dosyasına şöyle bir göz attım, akut bel ağrısı ile yatan bir hasta.
Hastanın önemi nedeniyle bizde de olduğu üzere kendisine görkemli bir bölüm açılmış, her taraf çiçeklerle donanmış, oldukça iri yarı bir zat yatakta ve NY Times okuyor...

Kendimi takdim edip, geçici görevle Walter Reed de çalıştığımı, biraz öz geçmişimi özetledim. 
Tabii ki bu arada tıp öğrenimimi Türkiyede yaptığımı vurguladım.

Adam TÜRKİYE/TÜRK lâfını duyunca birden değişti.
Çok heyecanlı bir şekilde bana ayağa kalkmak istediğini söyledi. 
Hemşirelerin yardımı ile ayağa kalkan general karşımda "Hazır ol" vaziyetine geçti. 
Ve beni içten bir askeri selâmla selamladı.
Hemşire de ben de şaşkın vaziyetteyiz...

General bana dönüp;
"Ben Kore'de Türk askeri ve kumandanları ile birlikte savaştım. Ben öylesine dürüst, kahraman ve güvenilir bir ordu ve asker görmedim, hayatım boyunca bir Türk'ü selâmlamak istedim bu şans ve şerefi bana verdiğiniz için size minnettarım" dedi.

O zamanlar, ben Army Reserv'de Yüzbaşı olarak görev yapıyordum.
Bu anımı hiçbir zaman unutmadım ve unutamam...

Bu güzel anıyı yaşamımın ve mesleğimin en anlamlı ve duygusal anısı olarak hep hatırlarım ve hatırlayacağım...

Bu güzel anımı kahraman Mehmetçiklere, özellikle Amerikalıların "The Forgotten War" diye adlandırdıkları fakat bizlerin hiç unutmayacağı Kore'de kaybettiğimiz Mehmetçiklerin anısına ithaf ediyorum...

    Dr. Pınar Atakent, NY-ABD



7 Kasım 2025 Cuma

EVLİYA ÇELEBİ ve HEKİM TİMUR...

 

- Evliya Çelebi, 1611-1681 -


Dr. Timur Sümer'i tanıtmıştım.
Blog yazısını da yayınlamıştım.
Geçen hafta.
Bloğumda...

Yaptığı sunuma Iowa Üniversitesindeki.
Kimsecikler gelmemişti.
Bendim, sunumundaki tek dinleyici.
Bunu anlatmıştı, bir de resmimi iletmişti...

Halbuki, "şefaat ya resulallah" diyeceğine. 
Dili sürçen ve "seyahat ya resulallah" diyen.
Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi de.
Meğerse aramızdaymış o söyleşide...

Evliya Çelebi, internete girmiş.
Bana bir E-posta göndermiş.
"O vaazda ben de vardım" dedi.
İletisini aynen yayınlamamı istedi...

İşte, Evliya Çelebi, Seyahatnamesindeki.
Yazısında Ayova Medresesindeki.
Vaaz öncesi ve sırasındaki.
Naklettiği izlenimleri:
....................

"17. asırda Amerikanya vilayetlerinde yaptığım bir seyahatte Ayova sancağına vardım. Zemheri ayıydı, yerde diz boyu karın altında beş arşın buz ve kıç donduran bir soğuk vardı. Şehr-i Ayova, Saksonya lisanında tedrisat yapan Medresesi ve Müderrisleri ile cihanda namı almış yürümüştü. Bu Medresenin Tıbbiyesinde ikindi vaktinde Temur nam bir Osmanlı Müderris yamağının “Kan Veremi” hakkında bir vaazı var dediler. Pek mütehassis oldum. Zira bu pek tıfıl Hekimi kadim Engürü’nün Hace Tepesi’nden tanırdım. Hem zatlarını göreyim hem de bir fasl-ı sohbet eyleyip, bir acı kahvesini içelim diye Medreseyi ziyaret edeyim dedim. O diz boyu karda, o kediyi havada donduran soğukta, gidip bakalım bu gariban Osmanlı er kişisi yine neler zırvalıyacak acep deyup, doruk renkli küheylanımı dehleyip, yola koyuldum. Nihayetinde ben diyeyim on katlı, siz deyin yüz katlı kagir bir konağa geldim. Atları bağladıkları bahçe 50 dönüm, ok meydanı gibi bir arazidir. Konağın içerüsü gün ışığı gibi aydınlık ve ferah öyle asrî bir yerdir ki müteharrik merdivenlerle, adım bilem atmadan bir kat yükseğe çıkartılıp, Temur efendinin sohbetini yapılacağı han odasın buldum, duhul oldum ve beklemeye başladım.

Gel zaman git zaman vakt geldikte Temurlenk nam, temur gibin kavi ve zeki ancak Nasreddin Hoca benzeri ay suratlı, tıfıl bir er kişi han odasına temiz ve kömür karası libası, rengarenk boyun bağı ve elinde dosyalar, resim gösterme halkası ile dahil oldu. Kendisi ilimde ve fende gayet bilgili, sözü sohbeti tatlı amma velakin fikir uçuşmaları olan bir oğlandır. Kendüsünü Engürü seyahatlerimden bilir, tanırım. Sohbet idüp, hatıraları tazeledik amma bu mamur han odasında ikimizden başka bir er kişi ara ki bulasın. Ben diyeyim bir vakt, sen de iki namaz arası kadar vakt eyledik. Lakin soğuk sebebi hikmetiyle gelen bir tek kefere bilem hak getire. Müderris yamağı er kişi Temur efendi hazretleri öyle mahcup oldu, öyle teessür içre oldu kim, ne ideceğini ne söyleyeceğini bilemeyip, “de bana bakalım Evliya Çelebim, bin vaktdir üzerinde uğraştığım, kafa çatlattığım fenni vaazımdan vaz mı geçeyim, yoksa bin zahmet edip Ayova vilayetine kadar bu kara kışda buraya beni dinlemeye gelmişsin, vaazımı yek kişi de olsan sana anlatayım mı” diye sual eylediğinde fakir kulunuz ona söyledim ki “Ben fakir bir gezginim, bunlardan anlamam. Altımda bir atım vardır, yedeğimde de birkaç tane at tutarım. Bu atlarımın hepsi kaçıp gitse, yek tane kalsa bile ben onu yine de beslerim…”  

Temur nam Müderris yamağı sözümü heman anladı ve “tamam Evliyam o zaman vaazıma başlayıp, tek kişi bilem olsan seni irşad eyleyeyim” deyip sohbetine başladı. Uzun uzadıya dem nedir, tamar nedir, verem nedir, ak hücre nedir, kızıl hücre nedir anlatmaya başladı. Arada anlamadığım gavurca laflar ediyor, gavur alfabesinden kısaltma harfler ve şekiller gösterip, aklımı karıştırıyor.  O ne kadar zahmet edip vaaz ediyorsa, ben de o kadar la havle deyip hutbeyi dinliyorum. Kaç vakt geçti bilmem, izahatları hitama vasıl oldukta yanuma gelüp, "nasıl Evliyam vaazımı beğendin mi" diye sırıtaraktan sual eyledi. 
Ben de ona tüm hürmetimle “Walla Temur Müderrisim, ben bir fakir seyyahım. Laga luga söylenen  ilmi,  fenni ve tıbbi izahatlardan çok fazla anlamam. Benim üç-beş atım vardır. Ancak ben olsam, hepsinin suyunu ve yemini yek bir at’a verip de onu çatlatmam” dedim.

Artık, ne anladı bilemem…"

    Seyyah-ı fakir Evliya Çelebi



.

2 Kasım 2025 Pazar

TİMUR'UN BLOĞUNDAN...

- Dr. Timur Sümer -

Sevgili Timur Sümer.
Çok iyi bir Hekimdir.
Hacettepesinden 60 yıllık sınıf arkadaşımdır.
Uzun yıllardır ABD'de yaşamaktadır.
O da mütekaitler kervanımıza katılmıştır...

Çok okur, çok bilir, çok konuşur.
Çok da güzel yazar.
Uzun zamandır onun da bir Bloğu vardır.
Bloğunda bilseniz neler neler anlatır...

13 yıl önce.
16 Aralık 2012 tarihinde.
"Fatih Sultan ve Ayova" iletisiyle.
Bloğunda bahsetmiştir benden de...

Gelin hep birlikte.
Kıraat edelim bir de.
Bu ironik yazıyı sizinle...

....................

FATİH SULTAN MEHMET VE AYOVA                                                                                         Fatih Sultan Mehmet beş lisanı akıcı olarak konuşur, “Avni” mahlâsı ile de şiirler yazar idi.

“Avniyâ, gerçi ölüm dünyede müşkil işdür
Gamze-i dilber ile biz ânı âsân iderüz”
Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

(Meali: Ey Avnî , ölüm dünyada güç bir iştir, lâkin güzelin gamzesi ile biz onu kolaylaştırıveririz) (âsân=kolay)

Bazı arkadaşlarımızın oraya buraya seğirtip nutuk yarışına girdikleri şu sıralar, madem yeri gelmiştir, yıllar önce önce başımıza gelmiş gülmeye müstehak bir fıkrayı anlatsam gerek.

Yirmi sene kadar oluyor ; Ayova (Iowa) Üniversitesi’nin pediatri hematolojisi kemik iliği nakil bölümünde iş bulma amacıyla, Ayova (Iowa) eyaletinin, tilkinin bakır sıçtığı bir kenti olan Ayova Siti’ye (Iowa City) gelmiş idik. Kızıl derililer, haliyle,Türk asıllı (!) :) olduklarından, buraya “Ay Ova” demişlerse de “sonradan gelen gâvurlar, hâliyle Türk düşmanı olduklarından :) , bu ismi “Iowa”‘ya çevirmişlerdir” diye de efkâr (fikirler) yürütmüş idik. Ziyaret tasarımızda en önce, kargaların dışkı yemelerinin öncesine alınmış olan fakirin “Lösemi” başlıklı dersi, takiben de hastane turu ve mülâkatlar bulunmakta ki, yaman heyecanlanmakta idik. 

Akşam ezan vakti bizi konuk evine aldılar. Ferdâsı (ertesi) sabah bir de görelim ki,  amanın her yanı rezil bir kar sarmış ki, ümüğümüze değin kara batarak ve de kolumuz altında kaygan (“slide”) resim gösterme halkasını taşıyaraktan hastaneye olan yüz metrelik mesafeyi yürüyüp ders anlatacağımız opera salonu misali koca salona gelip sahneye çıkmış idik.

Lakin koca salonda hiç kimse bulunmamasına karşın, katiyyen dert edinmeyip, kaygan resim göstericisini de bir güzelce kurup hazırlamış idik.
Vakti saati gelince ise, “Heyvah kimsecikler gelmeyecek nutkumuzu dinlemeye” dememize kalmamış, arka kapudan zarif bir âdem sökün etmiş, gelip en ön sıraya da oturuvermesiyle, bu âdemi gözümüz bir yerden ısırsa da, “Yok artık !!..daha neler” deyip, buranın üniversite muallimlerinden biridir zâhir diye kıyas etmiş idik. 


Zarif âdemdir, “bu havada hiç kimse gelmez, sen başla gitsin” anlamına, “If you wish you may start” diyerekten işmar edince, sular seller gibi ezberimize aldığımız nutku tam bir saat boyunca bir güzelce irâd etmiş idik.

Konuşmamızın bitiminde, tek dinleyenimiz olan bu zarif âdemcağız zıplayaraktan ayağa dikilip, tabançalarını (avuçlarını) yek diğerine çarptıraraktan bu hakîre avazı çıktığınca “Bravo !! Bravo”  nidalerı atarak bir alkış tutsun… Konuşmamız çok beğenildi besbelli diyerekten sırıtmaktayız. Muhabbetimizden gözlerimiz yaşararaktan resimlerimizi toparlayıp salonun çıkışına doğru yürümeye başladığımızda ise, zarif âdemdir ayağa kalkıp önümüzü kesmesiyle yüzü kıpkızıl olup, derhal lehçesi bozulmuş, fakirin yüzüne doğru işaret parmağını sallayaraktan, “Nereye gitmektesin bakalım !?” diye sual etmiş, fakir ise korkudan lebimiz (dudağımız) uçuklamış, gövdemiz titreyerekten  cavaba ayâz edip , “Konuşmamız sona erdi, hastaneye gitmekteyiz” dediğimizde ise, ol âdemin imlâsı ve zarâfeti derhal bozulup, “Hööst beyim !.. hiç bir yere gidebilemezsin… otur bakalımdı şuraya…Zîra ki senden sonraki konuşmacı benim” diyesi var.

Kolunuzu “Heil Hitler” el peşreviyle semâya (gök yüzüne) uzattığınızda, serçe kuşu parmağızın tırnağının eni, semâda 1 derecelik mesafeyi ölçer.

Akşam 10:00 sularında yüzünüzü kuzey batı yönüne çevirip “Büyük ayı”yı bulup, saniyen sol yumruğunuz ile Che Guevera misâli ayımızın kepçesini kapayıp, sâlisen de kepçe sapının “Alkaid” tesmiye (isimlendirilmiş) birinci yıldızından başlayarak 3 tırnak boyu güney-batı yönünde aşağıya inerseniz…, heyhât hiç birşey göremezsiniz.

Lâkin, güzelce bir dürbünle tam burada “M51” ya da “Whirlpool galaxy” tesmiye yıldız adasını görürsünüz ki amanın dikkat etmez iseniz, hayretinizden uvulanızı (küçük dilinizi) “gurppadanak” yutma tehlikesi vardır..

“Yâr içün ağyâr ile merdane ceng etsem gerek 
İt gibi murdâr rakib ölmezse yâr elden gider.”
Avnî (Fatih Sultan Mehmet) 

Bu da yetmez deyip, sevabımıza fakirin 24 cm’lik külüstür gök bakıcısının nelere kadir olduğunu, ve üstelik bir de hayır duanız almak muradıyla arkadaşımız Rick Kirecji’nin hâzik ellerinden çıkmış muazzam “Whirlpool” (M51) görüntüsünü de göndermekteyiz ki, gözleriniz falcı taşı misali açılsın.

Gözleriniz hep yükseklerde olsun,

Sırıtaraktan,
Hakîr-i pür taksir,
Dr. Timur Sümer

M51                                   

                                          M51 : Fakirin 24 CM’lik TELESKOPUYLA

M51 : Arkadaşım Kiresci’nin 35 CM’lik TELESKOPUYLA

.

27 Ekim 2025 Pazartesi

DİKMEN VADİSİ...

- 27 Ekim 2025, Dikmen Vadisi-Ankara -

Sonbahar sanattır
Diğerleri mevsim

Cemal Süreya
.....................

Dün hava çok güzeldi.
Sonbaharın en güzel günlerinden biriydi.
Ankara'da sonbahar çok güzel geçerdi.
Etraf her zaman renkliydi...

Kurtuluş Parkı.
Seğmenler Parkı.
Dikmen Vadisi.
Bu mevsimde renklenirdi...

Arkadaşım Murat Selam'ı aradım.
"Dikmen Vadisine gidelim.
Bir güzel fotoğraflayalım.
Bu güzellikleri kaçırmayalım" dedim...

Sabah erkenden buluştuk.
Yola koyulduk.
Dikmen Vadisine ulaştık.
Bir anda renklerin içinde kaldık...

Sarılar, turuncular.
Yeşiller, kırmızılar.
Ağaçlar, sarmaşıklar.
Çamlar, ulu çınarlar...

Tüm gün oradaydık.
Rengarenk bir ortamdaydık.
Sonbaharı yaşadık.
Öbür baharda yine orada olacaktık...


Dikmen Vadisi Güz Fotoğraflarım:


23 Ekim 2025 Perşembe

DÜNYA KÜLTÜR MİRASLARI...

 



UNESCO Dünya Mirası Listesi, Unesco Dünya Mirası Komitesi'nin olağanüstü evrensel değere sahip olarak değerlendirdiği kültürel ve doğal mirasın bir parçası olan 1248 varlığı içermektedir. Dünya Mirası Listesi, Unesco’nun Dünya Mirası Komitesi tarafından, dünyadaki olağanüstü değerler titizlikle taranıyor ve bu çok önemli değerlere sahip kültürel veya doğal alanlar ve yapılar bu listeye alınıyor. Bu yapılar genellikle Dünyanın yeni 7 Harikaları...

2024 yılına kadar 170 devlet içinde 972 kültürel235  doğal ve 41 karma alan bu listeye girebilmiş. 
Ülkemizden de 22 alan da bu listede yer almakta.


Bir şirket bu alanlardan 23 tanesini seçerek bir video haline getirmiş. 
Önce bu güzel videoyu izleyelim:
(Video 30 dakika süreli ve İngilizcedir)


Bu 23 alandan 15 tanesini ben de ziyaret etmiştim. 
Bu alanlar için biraz daha fazla bilgi edinmek için bağlantıları inceleyebilirsiniz:

SİGİRİYA: 

TİKAL: 

ÇİN SEDDİ:
https://yucel-tanyeri.blogspot.com/2021/02/cin-seddi.html

BAALBEK:

PİRAMİTLER ve SFENKS:

EBU SİMBEL TAPINAĞI:

LUKSOR TAPINAĞI:

CHICHEN ITZA:

PETRA:

KARNAK TAPINAĞI:

TEOTIHUACAN:

METEORA ve AKROPOLİS:

DERİNKUYU:
.

10 Ekim 2025 Cuma

HACETTTEPE AMBLEMLERİ...

 


8 Temmuz 1967 tarihinde.
Resmi Gazete'de.
Yayımlanan 892 sayılı yasa ile.
Hacettepe Üniversitesi ismiyle.
Bir eğitim merkezi girdi yürürlüğe...

Daha önce 1963'de.
Bağlı olan Ankara Üniversitesi'ne.
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi ile.
Burası başlamıştı Tıp eğitimine...

Diş Hekimliği.
Sağlık, Fen ve Sosyal Bilimleri.
Bölümlerinin eklenmesiyle.
Kısa zamanda dönüşmüştü Üniversite'ye...

Küçük bir Hastanede.
Az sayıda öğrencileriyle.
Sınırlı sayıda Öğretim Üyesiyle.
Başlanmıştı öğretime...

Üniversite'nin ismi belliydi.
Hacettepe'ydi.
Bu Üniversite'ye bir de.
Simge gerekliydi...

Doğramacı, bu görevi.
Üniversitenin bir öğrencisine verdi.
Amblem çizildi, Senato'da kabul edildi.
Geyik biçimli bir simgeydi:

Hacettepe Üniversitesi.
Geçen yıllarda çok gelişti... 

Sıhhiye ve Beytepe Kampüslerinde.
15 Enstitü ve 15 de Fakülte.
6 Meslek Yüksekokulu ile.
Bir Konservatuar ve
50 binden fazla öğrencisiyle.
Ve 140 Öğrenci Topluluğuyla.
Günümüzde eğitim yapılmakta...

Hacettepe'de zaman hızla akmıştı.
Fakülteler, Topluluklar ortaya çıkmıştı.
Bunlar birer simge arayışında oldular.
Çoğu geyik amblemini seçtiler.
Onu farklı biçimlerde değiştirdiler...

Üniversite amblemlerinde.
Şekil veya biçim değişimlerine.
Ya da logolarında.
Yazı fontunun farklı kullanılmalarına.
İzin verilmez çoğu defa...

Geçen zaman içinde.
Çeşitli kişilerce.
Üniversite amblemi değişik biçimlerde.
Kullanılmış Hacettepe'de...

Aşağıda bazı örnekler göreceksiniz.
Bakalım sizler beğenecek misiniz...


Hacettepe Amblemi farklı şekilde kullanım biçimleri:

.

28 Eylül 2025 Pazar

ARKAS SANAT, Alaçatı...

 

- 25 Eylül 2025, Alaçatı-İzmir -

Anlatmıştım Victor Vasarely'i.
Arkas Sanat Merkezi'ndeki.
Geçici bir Sergisiyle İzmir'de.
Bloğumda 2017 senesinde:

Victor Vasarely.
Op-Art sanatının dünyadaki. 
İlk önderi, kurucusu ve de
Babası olarak bilinmekte...

Victor Vasarely'nin bir diğer özelliği.
Renault otomobilinin baklava biçimli.
Çok güzel amblemini.
1972 senesinde çizmişti...

Amblemlere imza atılmazdı.
Rumuz filan da hiç konulmazdı.
Ama Victor Vasarely.
Ve isminin ilk harflerini.
V ve V'yi bu ambleme ustaca işlemişti...

Victor Vasarely bu defa da.
Arkas Sanat Alaçatı'da.
Arkas koleksiyonundan eserlerle.
Aramızda kalıcı bir Sergiyle...

Arkas Sanat Alaçatı.
Tam bir yıl önce açıldı.
Çeşme Belediyesi bu araziyi.
Arkas Holding'e tahsis etti...

Projeyi Artı3 Mimarlık tasarladı.
Binanın yapımına 2023'de başlandı.
Ve inşaat bir yılda tamamlandı.
12 Temmuz 2024'de açılışı yapıldı...

Modern yapısıyla anayol üzerinde.
Tek katlı, güzel peyzajlı bahçesiyle.
Yansıma havuzu ve iki heykeliyle.
Alaçatı için yeni ve çağdaş bir Müze...

Güzel bir giriş katı.
Burada var geçici ve kalıcı.
İki ayrı Sergi alanı.
Ve modern bir Kafe ile satış Dükkânı...

Alt kat ya da bodrum katı.
Sanat Kütüphanesi ve Atölye alanı.
Ve 110 kişilik üstü açık çok amaçlı.
Bir Oditoryum ve Gösteri sahası...

İki Sergi Salonu'ndan birinde.
V. Vasarely'nin kalıcı eserleri sergilenmekte.
Oğlu Jean-Pier'in eserleri de.
Burada izlenebilmekte...

Geometrik biçimler
Kareler, elipsler, daireler.
Çarpıcı renkler, düzenlemeler.
Op-Art'tan göz alıcı ilk örnekler...

İkinci Salonda da "Sahnelenmiş" başlığıyla..
Geçici görsel eserler yer almakta.
Çeşitli sanatçıların farklı eserleriyle.
Doğa ve İklim bozulmaları işlenmekte...

Arkas Sanat  yerleşkesi.
Alaçatı, Çeşme ve İzmir yöresi.
İçin yeni bir Kültür Merkezi.
Küçük boyutlu  belki.
Ama çevre için etkisi çok önemli...


Arkas Sanat Alaçatı Fotoğraflarım:
.

23 Eylül 2025 Salı

BİR HEKİMİN ANADOLU MACERASI...

 

- 15 Eylül 2025 Kuşadası, Aydın -

Dr. Ahmet Almaç meslektaşımdır.
O da benim gibi 1946'lıdır.
Samsun'un ilçesi Bafra'da doğmuştur.
Yollarımız çeşitli yerlerde kesişmiştir.
Ayni yıllarda Mezifon'da olmuşuzdur.
Liseyi ayni okulda okumuşuzdur.
Ayni yıllarda Tıp öğrenciliği yapmışızdır.
KBB ihtisasını seçmişizdir.
Asistanlığımız ayni yıllardadır.
Ayni yerde ve zamanda Askerlik yapmışızdır.
Uzmanlık, Doçentlik, Profesörlük.
Hemen hemen ayni zamanlardadır.
Ben Samsun'da o da Sivas'da çalışmışızdır.
İkimiz de 2013 yılında emekli olmuşuzdur.
En sonunda da 15 Eylül 2025 tarihinde.
Buluşmuşuzdur Dr. Recep Ünal'ın evinde.
Kuşadası'nda bir Güzelçamlı gecesinde.
O, anılarını bir kitapta toplamıştır.
Bir Hekimin Anadolu Macerası başlıklıdır.
Çocukluğunu, Okullarını, Asistanlığını.
Sivas ve Kocaeli meslek anılarını.
290 sayfa, bu kitapta yazmıştır.
Bunları çok da güzel anlatmıştır.
108 anısını yazmıştır.
Hayatını anlatmıştır.
Öyle de güzel kaleme almıştır ki.
Kitap bittiğinde tanırsınız Ahmet'i.
Biri birinden güzel anılarla.
Biri diğerinden hoş anlatımlarla.
Bu anılardan yalnızca birisi de ekte.
Teşekkürler, sevgiler Ahmet'e.
İyi ki yaşamında birlikteydin Ahmet bizlerle...

BABAYİĞİT HASTA
 
Klinikte sabah saatleri. Pansuman odasının telefonu çaldı. Açtım. Başhekimlikten arıyorlar. Başhekim yardımcılarından biri, bir hasta için ricacı oluyor ve "Bir bakabilir misiniz?" diyor. "Pansuman odasına gelsin" diyorum gönülsüzce ve pansumanlarıma devam ediyorum. Biraz sonra bir personel arkasında bir adamla odaya giriyor.
 
 "Biraz bekleyin" derken adam dikkatimi çekti. İzbandut gibi, iri yarı bir genç. Koyu renk ütülü pantolon, ayakta sivri burunlu, topuğuna basılmış siyah bir ayakkabı, üstte düğmeleri açık gömlek ve yelek. Bir eli yeleğinin cebinde, diğer elde bir tespih. Yüzü kirli sakallı, yanağında ve alnında yara izleri. Tam bir külhanbeyi! Biraz tırstım. Adam belalı, bekletmeye gelmeyebilir. çeker bıçak, tabanca. Pansumanlarım bitince delikanlıyı muayene koltuğuna buyur ettim. Yavaş adımlarla geldi, tespihi yelek cebine koydu. Koltuğa yayıldı, oturdu.
 
 Karşısına geldim ve şikayetlerini sordum. Cevap vermekte zorlandı. Biraz sesimi yükselterek sorumu tekrarladım. Hastanın işitme kayıplı olduğunu anladım ve biraz daha yüksek sesle birkaç soru daha sordum. Davudi bir sesle sorularıma kısa cevaplar verdi. Erzincanlı hastanın küçük yaşlardan beri kulakları akıyordu. Epey doktora gitmiş, ameliyat tavsiye edilmiş, ameliyat olmamıştı. Korku ve endişe içinde idi. Beni dikkatle izliyordu. Burun ve boğaz muayenesi yaptım. Alnındaki ve yanağındaki yara izlerini sordum. "Oldu bir kaza, kurtulduk Allaha şükür" dedi. Elime kulak muayene aletini aldım hastaya yaklaştım. Tedirginliği daha da arttı. Kulaklarından etrafa çok kötü koku yayılıyordu. Kulaklarında ciddi bir iltihap olduğunu düşündürür bu tipik koku. Her iki kulak yolu yoğun bir cerahat ile doluydu. Kulağı temizlemek ve yeniden muayene etmek gerekiyordu. Aspiratör hortumuna bir uç takarak bu iğneye benzer uç ile hastaya yeniden yaklaştım.
 
 Hasta çok tedirgindi ve kulağın hemen yanında bileğimi yakaladı. "Doktor bey abi, bunu yapmasan, şu hortumun ucundaki iğneyi çıkarsan olmaz mı?" Kendisine bunu neden yapmamız gerektiğini anlattım. Yoksa kendisine yararımız olamayacağını belirttim. Koltuğa sıkıca yapıştı, titriyordu. Elimde aspiratör ucu yeniden kulağına doğru yaklaşırken iri kıyım hasta koltuktan kaydı, yere yığıldı ve bayıldı. Personel ayaklarını güç bela havaya kaldırırken ben de nefes almasını sağlamak için boynuna pozisyon vererek alt çenesini ve dilini öne öne aşağı doğru çektim. Biraz alkol koklattık, birkaç dakika içinde hasta kendine geldi. Daha sonra hastayı kaldırdık ve sedyeye yatırdık. Tansiyonunu ölçtük. Ayakkabılar yerde kalmıştı, tespih ve sustalı bıçağı da cebinden yere düşmüştü. Yerdeki bu manzarayı hiç unutmadım.
 
 Sedye üzerinde konuşmaya çalıştım. "Ne oldu bana?" diye sordu. Bayıldığını söyledik. Ama şu sözlerini de hiç unutamıyorum: "Bak doktor bey abi, beni falakaya yatır, bıçak çek, tabancayı alnıma daya, korkmam! Ama bana şu iğneyi gösterme". Duydu mu bilmiyorum ama "Delikanlı, aman hasımların senin iğneden korktuğunu duymasınlar" dedim. Ayakkabılarını ayağına geçirdi, sustalı çakısını cebine koydu, eline tespihini aldı. Kendisine bir reçete yazdık ve kulağından film istedik. Kağıtları eline aldı. "Eyvallah doktor bey abi" dedi ve ağır adımlarla odadan çıktı.




Dr. Ahmet Almaç, Dr. Recep Ünal, Dr. Yücel Tanyeri
Güzelçamlı-Kuşadası 15.09. 2025
.