13 Kasım 2025 Perşembe

AMERİKALI GENERAL...

 

- Kore savaş birliğimizden bir bölüm -


Dr. Pınar Atakent.
Hacettepe'den meslektaşımız.
1972 yılında Hekim oldu.
Toplum Hekimliği uzmanlığını aldı...

Eşi, Dr. Yücel Atakent ile.
Göç ettiler ABD'ne.
Dr. Pınar Atakent, New York'ta.
Uzman oldu bu defa da.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon alanında...

Dr. Pınar Atakent ayni zamanda.
1982-1991 yılları arasında.
Görev yaptı Amerikan Ordu'sunda.
Doktor Binbaşı unvanıyla... 

Başarılı bir Hekimdi.
Hastaları tarafından çok sevilirdi.
40 yıl sonra görevleri sona erdi.
Emekli oldu Hekimliğe veda etti...

Onun 40 yıl önce.
Washington D.C.'de.
Walter Reed Askeri Hastanesi'nde.
Bir anısı Amerikan Generaliyle:
.........................

Yıl 1986, yer Washington D.C
Walter Reed Army Hospital.
Army Reserve'deki görevim nedeniyle Walter Reed de çalışıyorum.
Tatildeki Physical Med&Rehabilitasyon Bölüm Başkanına vekâlet etmekteyim.
Asistanlardan biri yanıma gelip, bir VIP konsültasyonu geldiğini, hastane kumandanının bu hastayı bölüm başkanının görmesini emrettiğini bildirdi.
Dolayısıyla bu işi ben üstlendim.

Hastanın dosyasına şöyle bir göz attım, akut bel ağrısı ile yatan bir hasta.
Hastanın önemi nedeniyle bizde de olduğu üzere kendisine görkemli bir bölüm açılmış, her taraf çiçeklerle donanmış, oldukça iri yarı bir zat yatakta ve NY Times okuyor...

Kendimi takdim edip, geçici görevle Walter Reed de çalıştığımı, biraz öz geçmişimi özetledim. 
Tabii ki bu arada tıp öğrenimimi Türkiyede yaptığımı vurguladım.

Adam TÜRKİYE/TÜRK lâfını duyunca birden değişti.
Çok heyecanlı bir şekilde bana ayağa kalkmak istediğini söyledi. 
Hemşirelerin yardımı ile ayağa kalkan general karşımda "Hazır ol" vaziyetine geçti. 
Ve beni içten bir askeri selâmla selamladı.
Hemşire de ben de şaşkın vaziyetteyiz...

General bana dönüp;
"Ben Kore'de Türk askeri ve kumandanları ile birlikte savaştım. Ben öylesine dürüst, kahraman ve güvenilir bir ordu ve asker görmedim, hayatım boyunca bir Türk'ü selâmlamak istedim bu şans ve şerefi bana verdiğiniz için size minnettarım" dedi.

O zamanlar, ben Army Reserv'de Yüzbaşı olarak görev yapıyordum.
Bu anımı hiçbir zaman unutmadım ve unutamam...

Bu güzel anıyı yaşamımın ve mesleğimin en anlamlı ve duygusal anısı olarak hep hatırlarım ve hatırlayacağım...

Bu güzel anımı kahraman Mehmetçiklere, özellikle Amerikalıların "The Forgotten War" diye adlandırdıkları fakat bizlerin hiç unutmayacağı Kore'de kaybettiğimiz Mehmetçiklerin anısına ithaf ediyorum...

    Dr. Pınar Atakent, NY-ABD



7 Kasım 2025 Cuma

EVLİYA ÇELEBİ ve HEKİM TİMUR...

 

- Evliya Çelebi, 1611-1681 -


Dr. Timur Sümer'i tanıtmıştım.
Blog yazısını da yayınlamıştım.
Geçen hafta.
Bloğumda...

Yaptığı sunuma Iowa Üniversitesindeki.
Kimsecikler gelmemişti.
Bendim, sunumundaki tek dinleyici.
Bunu anlatmıştı, bir de resmimi iletmişti...

Halbuki, "şefaat ya resulallah" diyeceğine. 
Dili sürçen ve "seyahat ya resulallah" diyen.
Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi de.
Meğerse aramızdaymış o söyleşide...

Evliya Çelebi, internete girmiş.
Bana bir E-posta göndermiş.
"O vaazda ben de vardım" dedi.
İletisini aynen yayınlamamı istedi...

İşte, Evliya Çelebi, Seyahatnamesindeki.
Yazısında Ayova Medresesindeki.
Vaaz öncesi ve sırasındaki.
Naklettiği izlenimleri:
....................

"17. asırda Amerikanya vilayetlerinde yaptığım bir seyahatte Ayova sancağına vardım. Zemheri ayıydı, yerde diz boyu karın altında beş arşın buz ve kıç donduran bir soğuk vardı. Şehr-i Ayova, Saksonya lisanında tedrisat yapan Medresesi ve Müderrisleri ile cihanda namı almış yürümüştü. Bu Medresenin Tıbbiyesinde ikindi vaktinde Temur nam bir Osmanlı Müderris yamağının “Kan Veremi” hakkında bir vaazı var dediler. Pek mütehassis oldum. Zira bu pek tıfıl Hekimi kadim Engürü’nün Hace Tepesi’nden tanırdım. Hem zatlarını göreyim hem de bir fasl-ı sohbet eyleyip, bir acı kahvesini içelim diye Medreseyi ziyaret edeyim dedim. O diz boyu karda, o kediyi havada donduran soğukta, gidip bakalım bu gariban Osmanlı er kişisi yine neler zırvalıyacak acep deyup, doruk renkli küheylanımı dehleyip, yola koyuldum. Nihayetinde ben diyeyim on katlı, siz deyin yüz katlı kagir bir konağa geldim. Atları bağladıkları bahçe 50 dönüm, ok meydanı gibi bir arazidir. Konağın içerüsü gün ışığı gibi aydınlık ve ferah öyle asrî bir yerdir ki müteharrik merdivenlerle, adım bilem atmadan bir kat yükseğe çıkartılıp, Temur efendinin sohbetini yapılacağı han odasın buldum, duhul oldum ve beklemeye başladım.

Gel zaman git zaman vakt geldikte Temurlenk nam, temur gibin kavi ve zeki ancak Nasreddin Hoca benzeri ay suratlı, tıfıl bir er kişi han odasına temiz ve kömür karası libası, rengarenk boyun bağı ve elinde dosyalar, resim gösterme halkası ile dahil oldu. Kendisi ilimde ve fende gayet bilgili, sözü sohbeti tatlı amma velakin fikir uçuşmaları olan bir oğlandır. Kendüsünü Engürü seyahatlerimden bilir, tanırım. Sohbet idüp, hatıraları tazeledik amma bu mamur han odasında ikimizden başka bir er kişi ara ki bulasın. Ben diyeyim bir vakt, sen de iki namaz arası kadar vakt eyledik. Lakin soğuk sebebi hikmetiyle gelen bir tek kefere bilem hak getire. Müderris yamağı er kişi Temur efendi hazretleri öyle mahcup oldu, öyle teessür içre oldu kim, ne ideceğini ne söyleyeceğini bilemeyip, “de bana bakalım Evliya Çelebim, bin vaktdir üzerinde uğraştığım, kafa çatlattığım fenni vaazımdan vaz mı geçeyim, yoksa bin zahmet edip Ayova vilayetine kadar bu kara kışda buraya beni dinlemeye gelmişsin, vaazımı yek kişi de olsan sana anlatayım mı” diye sual eylediğinde fakir kulunuz ona söyledim ki “Ben fakir bir gezginim, bunlardan anlamam. Altımda bir atım vardır, yedeğimde de birkaç tane at tutarım. Bu atlarımın hepsi kaçıp gitse, yek tane kalsa bile ben onu yine de beslerim…”  

Temur nam Müderris yamağı sözümü heman anladı ve “tamam Evliyam o zaman vaazıma başlayıp, tek kişi bilem olsan seni irşad eyleyeyim” deyip sohbetine başladı. Uzun uzadıya dem nedir, tamar nedir, verem nedir, ak hücre nedir, kızıl hücre nedir anlatmaya başladı. Arada anlamadığım gavurca laflar ediyor, gavur alfabesinden kısaltma harfler ve şekiller gösterip, aklımı karıştırıyor.  O ne kadar zahmet edip vaaz ediyorsa, ben de o kadar la havle deyip hutbeyi dinliyorum. Kaç vakt geçti bilmem, izahatları hitama vasıl oldukta yanuma gelüp, "nasıl Evliyam vaazımı beğendin mi" diye sırıtaraktan sual eyledi. 
Ben de ona tüm hürmetimle “Walla Temur Müderrisim, ben bir fakir seyyahım. Laga luga söylenen  ilmi,  fenni ve tıbbi izahatlardan çok fazla anlamam. Benim üç-beş atım vardır. Ancak ben olsam, hepsinin suyunu ve yemini yek bir at’a verip de onu çatlatmam” dedim.

Artık, ne anladı bilemem…"

    Seyyah-ı fakir Evliya Çelebi



.

2 Kasım 2025 Pazar

TİMUR'UN BLOĞUNDAN...

- Dr. Timur Sümer -

Sevgili Timur Sümer.
Çok iyi bir Hekimdir.
Hacettepesinden 60 yıllık sınıf arkadaşımdır.
Uzun yıllardır ABD'de yaşamaktadır.
O da mütekaitler kervanımıza katılmıştır...

Çok okur, çok bilir, çok konuşur.
Çok da güzel yazar.
Uzun zamandır onun da bir Bloğu vardır.
Bloğunda bilseniz neler neler anlatır...

13 yıl önce.
16 Aralık 2012 tarihinde.
"Fatih Sultan ve Ayova" iletisiyle.
Bloğunda bahsetmiştir benden de...

Gelin hep birlikte.
Kıraat edelim bir de.
Bu ironik yazıyı sizinle...

....................

FATİH SULTAN MEHMET VE AYOVA                                                                                         Fatih Sultan Mehmet beş lisanı akıcı olarak konuşur, “Avni” mahlâsı ile de şiirler yazar idi.

“Avniyâ, gerçi ölüm dünyede müşkil işdür
Gamze-i dilber ile biz ânı âsân iderüz”
Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

(Meali: Ey Avnî , ölüm dünyada güç bir iştir, lâkin güzelin gamzesi ile biz onu kolaylaştırıveririz) (âsân=kolay)

Bazı arkadaşlarımızın oraya buraya seğirtip nutuk yarışına girdikleri şu sıralar, madem yeri gelmiştir, yıllar önce önce başımıza gelmiş gülmeye müstehak bir fıkrayı anlatsam gerek.

Yirmi sene kadar oluyor ; Ayova (Iowa) Üniversitesi’nin pediatri hematolojisi kemik iliği nakil bölümünde iş bulma amacıyla, Ayova (Iowa) eyaletinin, tilkinin bakır sıçtığı bir kenti olan Ayova Siti’ye (Iowa City) gelmiş idik. Kızıl derililer, haliyle,Türk asıllı (!) :) olduklarından, buraya “Ay Ova” demişlerse de “sonradan gelen gâvurlar, hâliyle Türk düşmanı olduklarından :) , bu ismi “Iowa”‘ya çevirmişlerdir” diye de efkâr (fikirler) yürütmüş idik. Ziyaret tasarımızda en önce, kargaların dışkı yemelerinin öncesine alınmış olan fakirin “Lösemi” başlıklı dersi, takiben de hastane turu ve mülâkatlar bulunmakta ki, yaman heyecanlanmakta idik. 

Akşam ezan vakti bizi konuk evine aldılar. Ferdâsı (ertesi) sabah bir de görelim ki,  amanın her yanı rezil bir kar sarmış ki, ümüğümüze değin kara batarak ve de kolumuz altında kaygan (“slide”) resim gösterme halkasını taşıyaraktan hastaneye olan yüz metrelik mesafeyi yürüyüp ders anlatacağımız opera salonu misali koca salona gelip sahneye çıkmış idik.

Lakin koca salonda hiç kimse bulunmamasına karşın, katiyyen dert edinmeyip, kaygan resim göstericisini de bir güzelce kurup hazırlamış idik.
Vakti saati gelince ise, “Heyvah kimsecikler gelmeyecek nutkumuzu dinlemeye” dememize kalmamış, arka kapudan zarif bir âdem sökün etmiş, gelip en ön sıraya da oturuvermesiyle, bu âdemi gözümüz bir yerden ısırsa da, “Yok artık !!..daha neler” deyip, buranın üniversite muallimlerinden biridir zâhir diye kıyas etmiş idik. 


Zarif âdemdir, “bu havada hiç kimse gelmez, sen başla gitsin” anlamına, “If you wish you may start” diyerekten işmar edince, sular seller gibi ezberimize aldığımız nutku tam bir saat boyunca bir güzelce irâd etmiş idik.

Konuşmamızın bitiminde, tek dinleyenimiz olan bu zarif âdemcağız zıplayaraktan ayağa dikilip, tabançalarını (avuçlarını) yek diğerine çarptıraraktan bu hakîre avazı çıktığınca “Bravo !! Bravo”  nidalerı atarak bir alkış tutsun… Konuşmamız çok beğenildi besbelli diyerekten sırıtmaktayız. Muhabbetimizden gözlerimiz yaşararaktan resimlerimizi toparlayıp salonun çıkışına doğru yürümeye başladığımızda ise, zarif âdemdir ayağa kalkıp önümüzü kesmesiyle yüzü kıpkızıl olup, derhal lehçesi bozulmuş, fakirin yüzüne doğru işaret parmağını sallayaraktan, “Nereye gitmektesin bakalım !?” diye sual etmiş, fakir ise korkudan lebimiz (dudağımız) uçuklamış, gövdemiz titreyerekten  cavaba ayâz edip , “Konuşmamız sona erdi, hastaneye gitmekteyiz” dediğimizde ise, ol âdemin imlâsı ve zarâfeti derhal bozulup, “Hööst beyim !.. hiç bir yere gidebilemezsin… otur bakalımdı şuraya…Zîra ki senden sonraki konuşmacı benim” diyesi var.

Kolunuzu “Heil Hitler” el peşreviyle semâya (gök yüzüne) uzattığınızda, serçe kuşu parmağızın tırnağının eni, semâda 1 derecelik mesafeyi ölçer.

Akşam 10:00 sularında yüzünüzü kuzey batı yönüne çevirip “Büyük ayı”yı bulup, saniyen sol yumruğunuz ile Che Guevera misâli ayımızın kepçesini kapayıp, sâlisen de kepçe sapının “Alkaid” tesmiye (isimlendirilmiş) birinci yıldızından başlayarak 3 tırnak boyu güney-batı yönünde aşağıya inerseniz…, heyhât hiç birşey göremezsiniz.

Lâkin, güzelce bir dürbünle tam burada “M51” ya da “Whirlpool galaxy” tesmiye yıldız adasını görürsünüz ki amanın dikkat etmez iseniz, hayretinizden uvulanızı (küçük dilinizi) “gurppadanak” yutma tehlikesi vardır..

“Yâr içün ağyâr ile merdane ceng etsem gerek 
İt gibi murdâr rakib ölmezse yâr elden gider.”
Avnî (Fatih Sultan Mehmet) 

Bu da yetmez deyip, sevabımıza fakirin 24 cm’lik külüstür gök bakıcısının nelere kadir olduğunu, ve üstelik bir de hayır duanız almak muradıyla arkadaşımız Rick Kirecji’nin hâzik ellerinden çıkmış muazzam “Whirlpool” (M51) görüntüsünü de göndermekteyiz ki, gözleriniz falcı taşı misali açılsın.

Gözleriniz hep yükseklerde olsun,

Sırıtaraktan,
Hakîr-i pür taksir,
Dr. Timur Sümer

M51                                   

                                          M51 : Fakirin 24 CM’lik TELESKOPUYLA

M51 : Arkadaşım Kiresci’nin 35 CM’lik TELESKOPUYLA

.