Vücudu öğrettiler bize.
Tıbbiye’de, en önce.
Öğrenciliğe başladığımızda.
Doğrularıyla ve ayrıntılarıyla...
Sonra sıra.
Geldi hastalıklara.
Anlatıldı yavaş yavaş ve de.
Sindire sindire…
Karşılaştık insanla.
Yani hastayla.
Sonraki yıllarımızda.
Heyecanla…
İlk ve en önemli konudur.
Bu aşamada.
Hastanın hikâyesini almak.
Ve onun şikâyetlerini sorgulamak…
Ama yetmez dinlemek.
Bir de hastayı muayene ederek .
Organları dikkatle inceleyerek.
Bunları değerlendirmek gerek…
İnspeksiyon, Palpasyon.
Perküsyon sonra da Oskültasyon.
Değişmez sıralamasıdır.
İyi bir tıbbî muayenenin…
Önce özenle bir bakı yapılır.
Sonra gereken bölgeler el ile yoklanır.
Parmakla vurularak yansıyan ses değerlendirilir.
Steteskopla dinleyerek var olan sesler işitilir…
Sonra geçilir lâboratuara, gerek varsa.
Bakılır kana, idrara, dışkıya.
Çok gerekliyse de.
Hasta belki gönderilir Röntgen’e…
Son aşamada hasta, hikâyesiyle.
Muayenesiyle.
Ve tetkikleriyle.
Değerlendirilir bir bütün halinde…
Bulguların tümü zihinde bir araya getirilir.
Düşünülür, bir daha düşünülür
Sonunda bir teşhise karar verilir.
Ya reçete yazılır, ya da ameliyat önerilir…
Zamanla sıra değişti, önce dışlandı perküsyon.
Sonra da bozuldu oskültasyon.
Yapılmaz oldu sonunda palpasyon.
Ve önemsenmez oldu enspeksiyon…
Dinlenmez oldu artık hastanın hikâyesi.
Yapılmaz oldu kişinin muayenesi.
Günümüzde başvuruluyor hemen asrî yöntemlere.
Hastalar gönderiliyor muayene etmeden tetkiklere…
Yavaş yavaş öncelikleri unutuyoruz.
Hastayı bir robot gibi görüyoruz.
Halini, hatırını hiç sormuyoruz.
Artık nabzını bile tutmuyoruz…
14 Mart bugün.
Bayram yapıyoruz.
Çağdaşlaştığımıza inanıyoruz.
Tıp Bayramımızı kutluyoruz…
.