8 Nisan 2010 Perşembe

İÇİMDEKİ FUTBOL...


Yukarıdaki resmi çok severim. 
1961 yılında çekilmiştir. 
Kuzey Buzdenizinde. 
Rusların nükleer buzkıranı Lenin’in önünde... 

Buzkıran buzlar arasına sıkışmıştır. 
Yapacak bir şey yoktur. 
Kaleler belirlenir. 
Top bulunur. 
Takımlar kurulur. 
Ve buzlar üzerinde top kovalanmaya başlar...

Ne kadar keyiflidir bu oyun. 
Oynamayan bilemez… 

 Ayni yıllarda Lise'de öğrenciydim. 
Ankara Yenimahalle’de. 
Gündüzleri biteviye top oynardık. 
Hiçbir düzgünlüğü olmayan arsalarda. 
Yaz sıcağında, taştan kaleler arasında… 

Ne mahalle maçları yapardık o tarlalarda. 
Hile’nin, hurda’nın karışmadığı maçlar. 
7 kişilik takımlarla. 
Ne büyük bir iştahla. 
Ve ne büyük bir kazanma hevesiyle... 

Yetmezdi. 
Her akşam yemekten sonra yine buluşurduk. 
Evlerin demir kapıları kale olurdu. 
Aramızda maçlar yapardık. 
Bu kez asfaltta. 
Otomobilin hiç geçmediği 
Dereboyu sokağında...

Yetkin’le, Ufuk’la, Zafer’le, 
Aykut’la. Mehmet’le, 
Ali Rıza’yla, Mesut’la. 
Bu kez sokak ışıkları altında. 
Gece 24.00’lere, 01.00’lere kadar… 

Zamanla futbol parayla anılır oldu. 
Şenol ve Birol transfer olmuşlardı. 
Fenerbahçe’ye 100.000 liraya… 

Çok şaşırmıştık. 
Sonraları dev bir sanayiye dönüştü futbol. 
Heves kalktı, içtenlik yok oldu...

Her şey para oldu..
Amatörlük öldü. 
Seyirlik bir spora dönüştü futbol. 
Milyonlarca dolarların konuşulduğu. 
Sporcuların hayvanlar gibi pazarlandığı. 
Şike söylentilerinin ayyuka çıktığı… 

Halâ keyifle izlerim, çocukları, gençleri. 
Yalnızca kazanmanın amaç olduğu oyunlarını. 
Hiçbir çıkarın önde olmadığı maçlarını.
Taktiksiz, antrenörsüz doğaçlama boğuşmalarını.
İçimden aralarına karışıp oynamak gelir...

Hiç fark etmez.
Lenin buzkıranının önündeki buzda. 
Dereboyu sokağının karanlığında. 
Veya Yenimahalle arsasında, yaz sıcağında… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder