23 Ocak 2009 Cuma

NGORONGORO...


İki yıl önce bugünlerde.
2007 senesinde.
Tırmanmıştık Kilimanjaro'nun zirvesine.
5895 metre yüksekliğe...

4 günde zirveye çıkmış, bir günde inmiştik.
Yaklaşık 90 km. yol yürümüştük.
Epey yorulmuştuk.
Otele dönüp bir güzel dinlenmiştik...

Önümüzde yeni bir macera vardı.
Programa göre kalan iki günümüzde "safari" yapacaktık.
"Safari" Swahili dilinde "yolculuk" anlamında.
Kökeni Arapça "safar" veya "sefer" kelimesinden geliyor...

İlk sefer'imiz bir Kaldera'ya olacaktı.
Ngorongoro'ya...
Ngorongoro, Masai lisanında.
Kâse, çanak anlamında...

Burası aslında dev bir volkan ağzı.
Zamanında Kilimanjaro kadar yüksek bir volkanmış.
Ancak 2-3 milyon yıl önce patlamış, sonra da çökmüş.
İşte böyle alanlara "kaldera" deniliyormuş...

Burası 6000 km.lik büyük Rift vadisi'nin en güney bölümü.
Dünyanın en büyük fay hattı burası.
Hatay'daki Amik ovasından başlayıp, buraya kadar uzanıyor.
Bu bölgede birçok sönmüş volkan mevcut.
Bir tanesi de Ngorongoro...

Denizden yüksekliği 2300 metre.
Volkanın ağzı 260 kilometre kare.
600 m. yüksekliğinde dağ bir duvarla çevrili.
Sanki dev bir çanak.
İçerisinde 2 milyon dolayında vahşi hayvan barındırıyor.
Arslan, gergedan, buffalo ve çakal'lardan oluşan...

Sabah erkenden 4 ayrı jiple yola koyulduk.
Güzel bir yolla doğal parkın girişine ulaştık.
Yolda birçok Masai köyünü arkamızda bıraktık.

Kaldera'ya yukarıdan baktığınızda inanılmaz bir görüntü var.
Tüm çöküntü alanını izleyebiliyorsunuz.
Yemyeşil akasya ağaçları ve geniş otlaklar.
Göller, sulak alanlar ve bataklıklar.
Bir süre bu olağanüstü panoramayı seyrettik...

Sonrasında 600 m. inip kalderanın tabanına ulaştık.
Nereye baksanız yaban hayvanları.
Maymunlar, filler, ceylan sürüleri.
Yaban domuzları, leoparlar, çakallar...

Başka bir tarafta hipopotam, antilop ve sırtlanlar.
Siyah-beyaz çizgili pijamalarıyla sayısız Zebra'lar.
Binlerce su kuşu, ördek ve flamingo sürüleri.
Nuh'un gemisi gibi bir çöküntü alanı.
Kıpır kıpır, fıkır fıkır bir hayvanat bahçesi.
Muhakkak gezilip, görülesi bir doğa harikası...

Üstü açık jiplerle çamurlara bata çıka ilerliyoruz.
Biraz önce bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı.
Sonrasında da sıcak bir güneş çıktı.
Dört bir yanımız vahşi hayvanlarla çevrili...

Volkanın tabanında sürekli yer değiştiriyoruz.
Nereye bakacağımızı şaşırıyoruz.
Herkes çok memnun, çok mutlu.
Gördüklerimizi resimlemeye çalışıyoruz.
Büyük bir hevesle ve iştahla...

Yıllar önce beyaz derililer gelirmiş buraya.
Güçlü tüfekleri ile avlarlamışlar aslanları, filleri.
Sonra da elde tüfek fotoğraflatırlarmış kendilerini.
Yerde yatan güzelim hayvanın başında.
Adına vahşet değil de "safari" demişler bu işlemin.

Bu kez de biz yaptık bu güzel "safari"yi.
Elimizde fotoğraf makinelerimizle.
Yabanıl hayvanlara nişan alarak ama onları öldürmeden.
Doğal yaşama saygı duyarak.
Fotoğraflarımızla onları ölümsüzleştirerek...

Güneş batımından önce krateri terkediyoruz.
Kurda, kuşa yem olmamak için.
Zaten doğal parkın yasası da böyle.
Geceleri tümüyle onlara bırakılıyor koca alan.
Orada simbiyoz yaşantılarını sürdürüyor binlerce yaratık.
Milyonlarca yıldan beri biri, bir diğerini besleyerek.
Ve de doğa'nın dengesine hürmet ederek...