20 Ekim 2008 Pazartesi

AMASYA...

Revan olmuş içinde nehr-i Nil
Sanasın bağ-ı cennet selsebil

..........................

İki yalçın dağ arasında dik bir kanyon.
Arasından akan yeşil bir ırmak.
Dar, yeşil bir vadi.
Ve tarihe tanıklık etmiş inanılmaz bir dekor.

İsmini Amazon kraliçesi Ameseia’dan almış.
Elmas madenleri olduğu için “Elmasiye” denilmiş.
Sonra ismi “Amasya”ya dönüşmüş.

Dünyanın ilk coğrafyacısı Strabon buradan çıkmış.
Bu ilginç coğrafya için hiç de rastlantı değil.

Kimler duraksamamış ki bu güzel coğrafyada.
Hititler, Persler, Helenler, Romalılar…
Sonra Selçuklular, Moğollar, Osmanlılar…
Ve son olarak Türkler…

Hepsi uzun uzun konaklamış burada.
Oya gibi işlemişler bu koridoru.
Dağı, taşı, ırmağı ve de ovayı…

Görkemli sanat eserleri ortaya koymuşlar.
Kültür, inanç ve san’at kenti olmuş yıllar boyu.
Etkilemiş Avrupayı, Orta doğuyu…

Kubbetûl Ulema ve Medinetûl-Hükema olarak bilinir.
Yani “bilim adamları”nın, “hikmet sahipleri”nin yeridir burası.

Selçuklu döneminde birçok medrese ve darüşşifa barındırmıştır.
Dünyanın ilk renkli resimli Cerrahi Atlas’ı burada yazılmıştır.

Osmanlı’nın en zengin döneminin Şehzadeleri burada eğitim almıştır.
II. Beyazıd 25 yıl burada Valilik yapmıştır.

Oğlu Yavuz Sultan Selim burada doğmuştur.
Yıldırım Beyazıd, I. Mehmet, II. Murad burada Şehzadelik yapmışlardır.
Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’e burada hocalık yapmıştır.

Kültür zenginliği ile Floransa ve Bağdat’la mukayese edilmiştir.
Gezgin G. Perrot “Anadolu’nun Oxfordu" tabirini kullanmıştır.

Günümüzde Amasya artık misket elmas'ıyla, kiraz'ıyla değil bu kültürel varlıklarıyla bilinmek, tanınmak istiyor.

Gezin dünyayı.
Görün Amasya’yı.
Vurulacaksınız güzelliğine.
Çarpılacaksınız kültür varlığının zenginliğine.
Aynen benim gibi…